Bölüm 2

7.5K 593 112
                                    

Altair, yürüyen ağacın kollarında ilk katı taştan, ikinci katı tahtadan yapılmış, bir eve geldi.

"Anlaşılan o tokat atan adam köyün zenginlerindenmiş. Baksana yarısı da olsa taştan bir evi var." dedi Altair.

Yürüyen ağaç hiç tepki vermeden kapının önünde Altair'i sıkıcı tutarak sahibinin gelmesini beklemekteydi.

Altair bir yürüyen ağaca bakıyor, bir de yere bakıyordu. "Evin üç buçuk metre olduğunu düşünerek, sen de üç metre falansın değil mi?" dedi Altair.

"..."

Ağacın tepki vermemesi üzerine, Altair ellerine yana açarak ve acımayla ağaca bakarak "Anlaşılan konuşacak kadar beynin yok." dedi.

Yürüyen ağaç hala tepki vermeden evin kapısına bakıyordu.

Altair "Kışkırtmaya da gelmediğine göre gerçekten beynin yok gibi" dedi.

Yaklaşık bir saat sonra Altair'e tokat atan adam yürüyerek eve geldi.

Altair umarsız ve arsız bir tavırla "Hey! Nerede kaldın. Burada ağaç oldum" dedi ve güldüm. İçinden "Gerçekten de espri yeteneğim paslanmamış." diye düşündü.

Orta yaşlı adam Altair'in umarsızlığını ve saygısızlığı görünce sinirden yüzü kıpkırmızı oldu.

Altair tekrar yüksek sesle kahkaha atarak "Nesin sen çiftçi mi? Yürüyebilen bir ağacın var. Üstüne üstlük yüzünde de domates yetiştirebiliyorsun gibi görünüyor." dedi ve kahkahasına kahkaha ekledi.

Orta yaşlı adam sinirden artık titremeye başlayınca, Altair hunharca gülerek "Bu ne çapalama filan mı yapıyorsun?" dedi.

"..."

Bir süre sonra:

Altair uyandığında samandan yapılma bir yatakta yatıyordu. "Adi herif bunu ödeyeceksin. Çocuğum ben çocuk... Böyle dövülür mü? Gavura vurur gibi vurdu! Tekme tokattan yorulunca bırakır dedim. Sopayı nereden çıkardı. Manyak herif sopayla mı geziyor. Ne ara bayıldım acaba? Sopayı çıkardıktan sonrasını pek hatırlamıyorum gerçi. Şuna bak vücudumu ağrıdan oynatamıyorum. Her yerim morluklarla dolu. Medeniyet hiç gelişmemiş hiç." dedi.

Altair'in yataktan kalkmaya çalışmasıyla çıkan gıcırtı seslerini duyan Emris, hızlı adımlarla Altair'in odasına gitti.

Emris'in turuncu uzun saçları vardı. Yüzü yuvarlaktı ve onu bir hayli sempatik gösteriyordu. On yedi yaşında olmasına rağmen daha evlenmemişti. Uzun boylu, ince belli kızdı. Köy yerinde tüm erkeklerin gözdesiydi. Lakin tüm gelen adayları reddetmişti. Sebebini soranlara ise hep yalandan sebepler uydurmuş, asla gerçek sebebini söylememişti.

Altair, Emris'i görünce kısa süreli bir çarpıntı yaşadı. "Aman allahım. Güzel bayan bana adınızı bahşeder misiniz?" dedi. Bir centilmen gibi eğilmek istese de ağrıları buna izin vermemişti. İçinden orta yaşlı adama bir sürü küfür ediyordu.

Emris, Altair'in bu hareketi görünce kıkırdadı ve ince bir sesle "Ablanı utandırıyorsun." dedi.

Altair abla lafını duyunca tüm o gözündeki ışık soldu ve " En son bu kadar üzüldüğüm de borsa da iki milyar dolar kaybetmiştim." dedi ve ekledi "Sigara var mı? Sigara?" dedi.

Emris'in hiçbir şey anlamamış olduğu yüzünden belliydi. "Borsa, sigara, milyar, dolar? Ben hiç birşey anlamadım." dedi.

Altair "Sahibi burada sigara da yoktur değil mi?! Bak buna bir çözüm bulmam lazım." kendi kendine söylendi ve ekledi "Boş ver Abl... Adın neydi?"

Emris, gülümseyerek Altair'e yaklaştı ve ateşini kontrol ederek "Gerçekten ismimi bilmiyor musun?" dedi.

Altair, ablasının ismimi bilmediği ona açıklamanın bir yolu olmadığını fark edince "O orta yaşlı psikopat beni öyle bir dövdü ki, hafızam karardı." dedi.

Emris endişeli yüz ifadesi daha da artarak "Sende amcamı o kadar kızdırmasaydın" dedi.

Altair, biraz şaşırmıştı. Onun babası olduğunu düşünüyordu. Lakin adam amcası çıkmıştı. Emris'e yatağın köşesini işaret ederek "Yaz bunu, intikam soğuk yenen yemektir." dedi.

Emris tekrar şaşkın bir şekilde Altair'e bakarak "Ben yazma bilmiyorum ki. Köyde yazmayı bilen yanlızca yaşlı Oda. Ayrıca o yemeği de bilmiyorum. İsmi kötü ama tadı da kötüdür." dedi.

Altair elini yüzüne götürerek "Her ne kadar sarışın olmasa da aptal bir ablam var. Neyse köyü gezsem iyi olacak burada zekam körelcekmiş gibi hissediyorum." diye düşündü ve yataktan tüm o ağrılarına rağmen kalkarak, sendeleye sendeleye yürümeye başladı.

Yürürken amcasının bir anda havada uçan bir kitap çıkarması ve içinden üç metrelik yürüyen bir ağaç çıkarmasını düşünüyordu. Altair "Anlaşılan bu dünya da sihir var. Başka neler var acaba" diye düşünceler içindeyken, kendini köyün merkezinde ki ağaçtan yapılma ayı baykuş karışımı heykelin önünde buldu.

Altair heykele bakıp bakıp "tövbe tövbe" diyordu. Bunu gören köyden biri "Dua mı ediyorsun Altair?" dedi.

Altair şaşkın şaşkın adama bakarak "Dua derken?" dedi.

Adam parmağıyla heykeli göstererek "İşte Yüce Tanrı Bayi'ye işte" dedi.

Altair yüzünde hiçbir ifade takınamadan parmağıyla "Bu mu tanrı?" dedi.

Adam gururlu bir yüzle "Evet" dedi.

Altair gülmemek için tüm çene kaslarını sıkıyordu. Bir süre dayansa da, sonunda kahkayı patlatmıştı. "Bunun neresi tanrı la? Ne tanrısı? Ayının baykuşa tecavüzü tanrısı mı? [hahaha] Bildiğim ağaçtan yontulmuş heykel işte. Kim kazıkladı sizi. Kaç para verdiğiniz buna" dedi.

Adam bembeyaz rengi atmış Altair'e bakıyordu. Altair'in aşağılamalarına daha fazla dayanamayarak, köyün kapısına doğru koşmaya ve bağırmaya başladı. "Eğitmen Mildor! Eğitmen Mildor!"

Altair adamın koşuşuna daha da fazla güldükten sonra heykele bakarak "Yalnız heykeli kim yapmışsa yetenekliymiş. Satsak kaça gider acaba?" diye düşünürken bir ses duydu. " Altair!!!"

Altair sesin sahibini çok iyi tanıyordu. Çünkü ne zaman karşılaşsalar dayak yiyordu. Altair sesin geldiği yöne baktığında her zaman ona dayak atan amcası ve az önce dalga geçtiği adam Altair'e doğru hızlı adımlarla yürüyordu. Altair direk amcasının geldiği yönün tersinde koşmaya başladı ve söylendi."Bunun benle ne derdi var? Beni her gördüğünde dövmek istiyor."

Altair koşmaktan dalağı şişene kadar koşmuştu. Çünkü vücudunun başka bir dayağı kaldıracağını düşünmüyordu. Arkasına baktığımda kendisini takip eden olmadığını görünce bir ağaca yaslanıp sakinleşmeye çalıştı. Sakinleşince kafasında büyük bir soru vardı. "Ben neredeyim acaba?"

Altair etrafına bakındığında her yer ağaçtı ve hava kararmak üzereydi. "Muhtemelen ormanın derinliklerindeyim. Köy kapısından çıkmasam iyiydi ama gözü dönmüş amcamdan kurtulmanın tek yolu buydu. Şimdi nasıl geri döneceğim acaba? Bu dünyada kutup yıldızı yok mu acaba?" diye söylendi.

"En iyisi ilerlemek belki tanıdık bir yer ya da bir patika bulurum." dedi.

Geldiği yön, olduğunu düşündüğü yöne doğru ilerlemeye başladı. İlerledikçe, garip bir kükreme sesine benzettiği bir ses duymaya başladı.

Ses düzenli aralıklarda çıkması Altair'in dikkatini çekmişti. Sesin geldiği yöne iyice yaklaştığında sesin bir mağaradan geldiğini gördü. Bir çalının içine gizlenerek "Mağaranın içinde ne var acaba? Bayağı merak ettim. Bir ejderha olabilir mi ki? Girmek pek akılıca değil. Eğer yanlışlıkla canavarı uyandırırsam ölmem kesin gibi bir şey. O yüzden beklemek daha mantıklı." diye düşündü.

Bir iki saat beklemenin ardından hava iyice kararmıştı. Altair "Anlaşılan geceyi burada geçireceğim. Zaten burası ormanda en güvenli yerlerden biri gibi duruyor. İçerden çıkan sesten dolayı buraya kimse yaklaşmak istemez." dedi ve sessizce uykuya daldı.

Altair uyandığında gece belli olmayan bazı manzaralar gördü. Bunlardan en korkutucu olanı mağaranın önünün tamamen kemiklerle dolu olmasıydı. Altair gece merakına yenilip mağaraya girmediğine çok sevindi.

Bir Türk Fantastik Dünyaya Giderse...Where stories live. Discover now