Bölüm 62

3.1K 358 147
                                    

İki günmüş galiba sınav. Bugün girenlere de başarılar. Umarım hakkınızda hayırlı olan yerlere gidersiniz.

---------------------------

Herkes dinlenmek için çadırlarına çekilmişti. Altair ise çadırında düşünceli bir şekilde oturuyordu. İsyancıları bitirmek... Bu onun hiç ama hiç işine gelmiyordu. İsyancıların bitmesi demek, Orkent'e bir ihtiyacı kalmaması demekti. O kadar orku da boşu boşuna besleyemezdi. Dahası maden de platin ve zümrüt bulunmuştu. İsyanın bitmesi bir yönden iyiyken diğer yönden değildi. Bu kararı vermiyordu. Prensesin kanatları altında başkente gidebilir. Güç kazanabilirdi. Fakat bu aynı zamanda riskliydi. Prensesin ayağı bir kez kayarsa bu sefer Altair da onunla sürüklenirdi. Oysa ki burada güçlenip giderse daha geç ama daha güçlü giderdi. Fakat prensesle evlenme şansı vardı. Böyle bir fırsatı kaçırmakta büyük bir ahmaklık olurdu. Doğrudan saraya girmek... Saray demek rüşvet demekti. Yolsuzluk demekti. Güç demekti. Para demekti, hem de çok para...

Altair kararını verdi. Fakat geçmiş hayatından kalma bir evlenme fobisi vardı. Onu nasıl yeneceğini bilmiyordu. Dahası gerçekten fobisini yenmek istiyor muydu, onu da bilmiyordu. Prensesi tavlayıp onunla birlikte saraya gidecekti, gitmeliydin. En kolay yol buydu.

Altair yavaşça çadırından çıkarak korumalar görmeden prensesin çadırına gitti.

Prenses de uyumuyordu. Karşısında bir anda Altair'i görünce şaşırdı. "Altair?! Neden buradasın? Bir şey mi oldu?" dedi.

Altair, prensesin şaşkın ve tuhaf tavırlarına gülmemek için prensese bakmıyordu. Lakin bu davranış aynı zamanda onda romantik ve utangaç bir imaj bırakıyordu.

"Prenses... Ben... Ben yasak olan ve yapmam gereken bir şey yaptım."

Prenses tam olarak anlamamıştı. Fakat Altair'ım kötü bir şey yapmış olmasını düşünemiyordu. " Ne yaptın Altair?! Üzülme eminim üstesinden birlikte gelebiliriz." dedi prenses. Üzgün ve bir o kadar sıcak ses tonuyla.

"Ben... Ben yasak elmayı sevdim prenses." dedi Altair.

Prenses yine hiç bir şey anlamıştı. "Yasak elma mı? O da ne?"

Altair bir an farklı bir dünya da olduğunu unutmuştu. Yasak elma kendi dünyasına ait bir kültürdü. Prensesin anlamaması normaldi.

"Aman doğrudan gireyim konuya yoksa bu gidişle tüyü dikeceğim." diye düşünerek, gözlerini prensese dikti ve ona doğru bir kaç adım attı.

"Ben sevdim. O güldüğünde ışık saçan gözlerinizi sevdim. Rüzgarda tel tel savrulan o ipek saçlarını sevdim. Burcu burcu papatya gibi kokan kokunu sevdim. Adalete olan inancını sevdim. Dürüstlüğünğ sevdim. Prenses ben sevdim. Güldüğünde oluşan o gamzeni sevdim." dedi Altair. Her cümlesinde bir adım daha prensese yaklaşıyordu.

Prenses, Altairdan böyle bir açılma beklemiyordu. Şaşkınlığı yüzünden net bir şekilde okunabiliyordu. Altair'in ona adım adım yaklaştığını görünce istemsizce bir kaç adım geri attı. Kafasını eğerek "Altair... Ben yapamam... Olmaz. Kusura bakma." dedi.

Altair bu duyduğu cümleler karşısında afalladı. Neye uğradığını şaşırdı. Hemen çadırı terk etti ve kendi çadırına döndü. Öfkesi yüzünden belli oluyordu. "Madem birşey hissetmiyorsun, niye sarıldın bana! Niye benim hakkımda bir şeyler öğrenmek istedin! CAVİDAN!!!" dedi. O kadar öfkeliydi ki uyuyamıyordu. Dahası yarın prensesin yüzüne nasıl bakacaktı. Bu oldukça gurur kırıcıydı. Kendine defalarca söz vermesine rağmen bir kez daha bir kadın tarafından aşağılanmış hissetti.

Daha sonra çadırı hafifçe aralandı. Gelen kişi prensesti. Altair'in öfkesi, şaşkınlığa bürünmüştü. Hafifçe "Prenses?!" dedi.

Prenses, her uyandığında yaptığı gibi saçlarını kulaklarının arkasına alarak çadıra girdi. Ürkek ve bir o kadar çekingen bir sesle "Altair... Ben şey... Bende seni sevi..." dedi ve sustu. O kadar utanıyordu ki yüzü kıpkırmızı olmuştu. Prenses, konuşmasına devam etmesi gerektiğini biliyordu. Bir kez olsun kendi olması gerekiyordu. Hayatında ilk kez, biri ona gerçek bir sevgiyle gelmişti. Üstelik bu sevdiği kişiydi. Lakin o prensesti. O sıradan biriyle olamazdı. Yüksek Soylu ya da Yüksek rütbeli bir generalle evlenebilirdi sadece. "Ben... Altair, bende seni seviyorum!" dedi ve gözlerini kapayarak sustu. Çok utanıyordu. İlk defa birine sevdiğini söylüyordu. Gözlerini tekrar açtığında Altair ona gülümseyerek bakıyordu. Altair yavaş adımlarla prensese yaklaştı. Yavaşça onu yanağındam öptü. Prenses irkilmişti. Hayatında hiç atmadığı bir duyguyla karşılaşmıştı az önce. Hem utanmış hem de hoşuna giden garip bir duygu. Altair tekrardan öptü prensesi ve tekrardan. Prenses artık aşk sarhoşu olmuştu. Altair gülümseyerek prensesi öpücükler eşliğinde yatağına doğru götürdü.

-------------------------

Altair uyandığında yanında çıplak yatan prensese bakarak "Ah Cavidan! Seni herşeye rağmen, bazen özlüyorum." dedi.

Kısa süre sonra da prenses uyandı. Altairla göz göze gelince kendini yorganın içine sakladı.

Altair gülerek "Ben çıkayım. Baskın için askeri hazırlayım." dedi.

Altair dışarı çıktı. Çadırın girişinde Chengiz çoktan uyamış hazırlanmış bir şekilde Altair'ı bekliyordu.

Altair gülümseyerek "Her zamanki gibi dakiksin Chengiz." dedi.

"Teşekkürler efendim. Ne zaman baskın yapacağız? Prenses uyandı mı?" dedi Chengiz.

Aslında Chengiz bu soruyla dün gece olanlardan haberi olduğunu belirtmek istedi. Altair da bunu net bir şekilde anladı.

"Yakında başkente gidebiliriz. Neyse ben askerleri denetleyeyim." dedi ve gitti Altair.

Chengiz bu durumdan hoşlanmamıştı. Başkente erken gideceklerini düşünüyordu. Bu da onlara felaket getirebilirdi. Üstelik isyanı tamamen bitirmek Orkent'in yok olması demekti. Arkadaşı Demir Döven Tosk, Kibar Osamq ve Papatya'ya ihtiyaç yok demekti. Efendisi Altair'i çok iyi tanıyordu. Arkasında asla iz bırakmazdı. Tüm orkenti yok edeceğinden hiç şüphesi yoktu. Bu derin düşüncelere gömülmüşken çadırdan prenses çıktı. Chengizle göz göze emir veren bir sesle "Altair nerede?" dedi. Prensesin sesinin bu kadar katı olmasının sebebi Utangaçlığını saklamak ve Chengiz'in ona olan bakışını değiştirmek içindi.

Chengiz direk hazır ola geçerek "Efendim askerleri denetlemeye gitti." dedi.

Prenses hiç bir şey söylemeden askerin oraya doğru ilerlemeye başladı. Yüzünde güller açılıyordu. Hiç olmadığı kadar mutluydu.

Chengiz tekrardan derin düşüncelere dalacakken bir ses duydu. "Chengiz!"

Ses Efendisi Altair'in çadırından geliyordu. Yanlış duyduğunu düşünerek önemsemedi. Bir kaç saniye sonra tekrardan aynı sesi duydu. "Chengiz!"

Chengiz merak ederek çadırı araladı ve içeri girdi. İçeride kimse yoktu. Aniden biri omzuna dokundu. Tam kılıcını çekecekken "Sakin ol! Benim Lissandra!" dedi.

Chengiz şaşkın şaşkın arkasını döndüğünde gerçekten karşında Lissandra vardı. " Sen nasıl?! Burada ne işin var?" dedi. Onun görünmez olmasını sağlayan canavarı olduğunu bir an için unutmuştu.

Lissandra dakikalarının önemli olduğunu bildiği için direk konuya girdi. "Chengiz yardımın lazım."

"Yardım derken?"

"Prenses konusunda işte!"

"Lütfen Lissandra hanım. Beni kıskançlık işlerinize bulaştırmayın." dedi.

Lissandra kafasını sallayarak "Altair bir kral olarak bende görüyorum. Ayrıca Kralların haremi olabilir. Bu karşı değilim. Benim için önemli olan Altair günlük eğlenceleri değil. Sağlığı, gücü ve itibarı. Benim amacım bunları korumak." dedi.

Chengiz anında ikna olmuştu. Lissandra'nın yüzünde en ufak bir kıskançlık belirtisi yoktu. "Peki benden ne istiyorsunuz?"

"Çok basit bana planımda yardım et. Prensesin varlığı Altair'i tehtit ediyor. Bunu sende görüyorsundur. Eğer hazırlıksız Başkente gidersek yok oluruz."

"..."

"Gerçekleri söylüyorum. Prensesi ortadan kaldırmamız için bana yardım etmelisin."

"Ben prensesi öldürme planına katılmam. Böyle bir şeyi Efendim öğrenirse anında ölürüz."

"Biliyorum. Planımı dinle ona göre yardım edip etmemekte karar verirsin."

Lissandra, Chengiz'e planını anlatınca Chengiz ikna olmuştu. Riskli yanları vardı. Fakat efendisi kesinlikle kendisinden şüphelenmeyecekti. İstemeyerekte olsa kabul etti.

"Peki kabul."

Bir Türk Fantastik Dünyaya Giderse...Where stories live. Discover now