3- Rio, Rusça Saçmalığı ve Ergen Gguk.

18.8K 2.3K 608
                                    

Merhabalarr! Lütfen lütfen lüüütfen yorum yapın, olur mu? Boş kalınca çok üzülüyorum. Bir de şey, Rusça hiç bilmiyorum. Yalnızca; yüce translater.

İyi okumalar!

Önümdeki işlemeli tabaktan aldığım bir çatal vişneli turtayı ağzıma götürürken yanaklarımın kıpkırmızı kesildiğine emindim. Gözlerimi bilerek yere serilmiş halıdan kaldırmıyor; bakışlarını üzerimden çekmeyen Taehyung'la karşı karşıya gelmekten kaçıyordum.

"...yıllar yıllar önceydi, biliyor musun? Rio karnavalına gitmiştik beraber. Gençtim, güzeldim. Peşimde dolaşan onlarca yakışıklı delikanlı vardı. Ama ben onu seçmiştim- Beş parasız olmasına rağmen!" Minhee bundan belki de 40 sene öncesini anlatıyorken hikâyelerinin artık ilgimi çekmediğini fark etmiştim. Hadi ama! Yaklaşık on ikinci dinleyişim falandı ve, ve bence Taehyung da çok bunalmış; o yüzden Minhee'yi dinlemek yerine beni seyredip duruyordu. Yoksa neden olabilirdi ki? Hem Bay Rodie'ye de benzemiyordum şimdi. Olabildiğince renksiz giyinmiştim.

Pekâla, açıklamak gerekirse ben, Minhee, Taehyung ve Minhee'nin ısrarla içine yenilerini eklediği akvaryumdaki süs balıklar; Minhee'nin salonunda öylece duruyorduk. Sabah buraya geldiğimde Taehyung'un elindeki kopuk prizle oldukça sinirli şekilde, Minhee'yle birlikte olduğunu görmüştüm.

Anlattığına göre çalışmadığı için sinirlenip prizi koparmıştı ve-ve yapamayınca da Minhee'den yardım istemişti. Buraya kadar doğru evet fakat-Neden? Neden Minhee Taehyung'u turta yemek için davet etmişti ve de bu dev adam durmadan beni izliyordu? Gözlerim uykudan şişmişti, bu yüzden miydi yoksa? Sinirimi bozuyordu ve kafa karışıklığı; dahası hissettiğim garip tedirginlik yüzünden dudaklarımın büzülme çabasına engel olmaya çalışıyordum.

"Minhee..." Diye bir mırıltı çıktı ağzımdan ve çıkan sesle Taehyung'un elinde tuttuğu tabağı cam masaya bıraktığını anladım.

"Misafirimiz-Biraz, onu biraz sıkmadık mı?" Minhee uzağı göremeyen gözleri için kullandığı kırmızı gözlükleri üzerinden bana dik dik baktığında "Tamam," dedim "Yani-Belki de sıkılmamıştır?" Aptalca gülümsediğimde kıkırdadı ve kafasını sallayarak yavaşça ayaklandı.

"Haklısın, gerçekten de sıkılmış. Baksana! Gözleri nasıl da baygın bakıyor." Bakışlarım ister istemez sessiz kalmaya devam eden Taehyung'a döndüğünde ona bakmamdan dolayı o da sessizce bana dönmüş ve dudaklarını oynatarak teşekkür ederim, demişti. Yani, sanırım.

"Ben ilaçlarımı içmeli ve sonra da biraz uyumalıyım. Güzellik uykusu önemli." Kalkıp gittiği zaman istemsizce gülümserken Taehyung'la bakışlarımız yeniden çatışmıştı ve ben hemen tabağıma bakmıştım.

"İyi uykular!" Diye mırıldandığını işittim. Hakkında tam olarak ne düşündüğümden emin değildim. Hakkında ne düşünüyordum? Bir haftaya yakın süredir öyle böyle yan yana gelip duruyorduk ve kabul etmek gerekirse... Peki, sinir bozucu sayılmazdı. Bana, bana kaşla göz arasında oyun oynamayı teklif etmişti hatta. Duymazdan gelmiştim ama telefonumdan oyun oynarken beni yakaladığını söylemişti. Bana çok mu dikkat ediyordu? Bu biraz ürkütücüydü ama, her neyse.

"Hey." Diye söyledi sessizce. Ses tonu çok hoştu, kabul etmek lazımdı işte. Hoştu!

"Efendim?" Önündeki tabağı aldım ve sessiz kaldığında öylesine söylemiş olduğunu düşünüp; siyah tişörtümü aşağı çekiştirip mutfağa adımladım. Tabakları lavabonun içine bırakırken Taehyung'un geldiğini çatırdayan ahşap zeminden fark etmiştim. Minhee bunun romantik olduğunu düşünüyordu. Ahşap zemin.

"Bugün neden siyah giyiniyorsun?" Sorduğu zaman kalçamı yavaşca tezgaha yaslamış ve büyüttüğüm gözlerimle cümlesini tekrarlamıştım. "Bugün neden mi siyah giyiniyorum?" Kafasını sallayarak onayladı. Benden uzun olmasını kıskanıyordum, uzun olmak güzeldi işte. Hem ona bakarken kafamı bazen yukarı kaldırmam gerekli oluyordu. Bir de giydiği eşofman altları bile koca bacaklarında güzel duruyordu. Çünkü uzundu yani.

"Çünkü-Çünkü elime bu tişört geldi ve giydim. Neden siyah giymeyeyim?" Kaşlarım çatılmıştı ve ellerimden birisi tutunduğum dirseğimden aşağı kayıp pantolonumun arka cebini kavramıştı.

"Sen," gülümserken boğuk çıkan sesiyle devam etti "Bilmiyorum, seni hep rengarenk giysiler içinde görüyorum." Gülümsemesinin büyüdüğüne şahit olurken kaşlarım daha da çatıldı. O ise çatılan kaşlarıma anlamsızca bakmış ancak gülümsemeye devam etmişti. Ağzını açtığı zaman dilime sahip çıkamadım.

"Neden? Bu kötü mü? Rengarenk giyinmenin nesi komik? Hem-Hem niye gülümseyip duruyorsun ki hep?" Dudaklarını birbirine bastırdığı zaman bana doğru adım atmıştı fakat ben kendimi daha da geriye yaslayıp aramızdaki mesafenin aynı kalmasını sağladım. Gözlerim yumuşacık görünen kahverengi saçlarına çıkan eline kayarken kaşlarım nedensizce çatıktı halâ. Ben neyin peşindeydim ki?

"Kötü bir şey olduğunu söylemedim." Dedi sonunda. "Aksine," diye ekledi. "Bu güzel-Renkli şeyleri her zaman sevmişimdir ama bana yakışmıyor. Yani, ortaokuldaki kız arkadaşım öyle söylemişti." Yaptığı ilginç açıklamayı dinlerken aralanan dudaklarımı birkaç saniye sonra kapatmayı başardım.

"Ortaokulda sevgilin mi vardı yani? Çok ergensin." Bu ne demekti bilmiyordum. Taehyung'la beraber olunca her zamankinden daha çok saçmalıyordum ama sanki bu onu sinirlendirmiyor ya da rahatsız etmiyordu.

"Değil mi?" Diye sordu. Aynı cümleyi bana kursaydı onu sinir etmek için saçma lâflar söyler ve dil çıkarırdım ama o kıkırdamış ve bana hak vermişti.

"Çok ergendim, aşırı." Alt dudağını ısırdığında derin bir nefes alıp göğsümü şişirdim. Yine kıkırdamıştı ve ben, Tanrım, ben neden gülümsüyordum ki!

"Aslında..." Kafamı omzuma yatırdım, "Aslında ben de çok fenaydım, biliyor musun? Benim de kız arkadaşım olmuştu. Hem de yabancı uyrukluydu! Onun için Rusça 'Seni seviyorum.' demeyi öğrenmiştim ama o benden ayrılmıştı sonra." İğrentiyle yüzümü buruşturdum. Ne aptaldım ben! Hem, niye bu gereksiz anıyı anlatıvermiştim ki?

"Ne?" dedi seslice gülerken. Kalın dudakları birbirinden ayrılmış ve az önce turta yemiş olmasına rağmen temizlikle ışıldayan dişlerini gözler önüne sermişti. Gözlerim biraz, çok az orada takılı kaldı.

"Nasıl söyleniyor?" Heyecanla araladım dudaklarımı ve bozuk şekilde söyledim. Büyük ihtimalle yanlış telaffuz ediyordum ama sorun değildi. Sanki Rusça mı biliyordu?

"Ya lyublyu tebya." Gözlerini kıstı. "Gerçekten mi?" Neden inanmamıştı? Böyleydi, böyle olmalıydı en azından.

"Evet!" dedim, "Gerçekten." Gülümsedi tekrardan. Dudaklarının yavaş yavaş kenarlara doğru kıvrılmasını izlemek keyifliydi. Yani, biraz.

"Emin misin?" Yinelediğinde ofladım. Neden bahsediyordu? "Eminim." Dedim sıkılmış gibi. Pek de sıkılmamıştım ama önemli değild.

"Rano gavorit." Çatılmaya hazır kaşlarım hızla birbirine yanaştığında dudaklarımı büzdüm.

"Ne?" Dedim kabaca. Normalde kaba değildim pek... Ama, ne? Bu neydi şimdi? Kahkaha attığında seslice ofladım.

"Ne demek bu?" Omuz silkti. "Seni seviyorumu yanlış telaffuz ediyorsun. Belki de o kızla bu yüzden yapamadınız." Halâ yarım ağız gülmesini sinirimi bozmuştu ve, hey! Durun biraz, Rusça biliyor muydu? Bana ne demişti az önce? Ben ona seni seviyorum mu demiştim?

"Az önce ne söyledin?" Yumruğumu sıkmaya başladım çünkü birkaç saniye önce bana, az kalmıştı, gerçekten az kalmıştı; sempatik gelmeye başlıyordu ki şimdi omzunu yumruklamak istiyordum. Neden mi omuz? Cevap basitti; ondan çokça kısaydım.

"Lütfen... Söyler misin-Çatlarım meraktan!" Üstelemeye devam ettiğimde gözlerimin şokla açılmasına sebebiyet verecek şekilde bana yaklaşmış ve gözümün önüne düşmek üzere olan saçı kulağımın arkasına sıkıştırmıştı.

"Sana konuşmak için erken olduğunu söyledim." Ne? Benimle, kendince benimle alay mı etmişti? Çok komikti değil mi? Ona seni seviyorum demiştim ve o harika espri yeteneğiyle harika bir espri yapmıştı. Anladınız mı? Seni seviyorum ve, konuşmak için erken. Çok komik!

"Yürü git." Uzun bir düşünüş ardından inceleşen sesimle söyledim ve sonra verdiğim nefesin arasında mırıldandım "Aptal." Yine de bu... Saçlarıma dokunduğu zaman hızlanan kalbimi ve ısınan yanaklarımı açıklamazdı, değil mi?

*

all i wantWhere stories live. Discover now