8- Üzümlü Ekmek, Görünmez Sincap Jeongguk ve 13. Kez Harry Potter.

11.7K 1.6K 396
                                    

"Bunu da al bebeğim ve-Eline dikkat et, Taehyung'a götür. Olur mu?" Merdivenleri inmek için fazla üşengeç olduğumdan offlardım normalde olsa, ama şu an... Şu an reddetmek yerine Taehyung'a gitmek istiyordum. Yani, demek istediğim; evine gitmek istiyordum.

Minhee'yi onaylayıp halâ sıcacık olan üzümlü ekmeği kucakladım. Sarılı olduğu kırmızı puantiyeli örtüye tutunurken "Neden dilimleyip sepete koymadık ki?" Diye homurdanmadan edememiştim. Öylesi daha... Rahat olmaz mıydı?

Kapıya ilerleyeceğim sıra "Nasıl yemek istediğine kendi karar verir diye düşünmüştüm." Dedi. Kafamı sallayarak onaylarken adımlamaya başlamış, onun ardındansa üstten aşağı kendimi kontrol etmiştim. Siyah basit bir eşofman ve... Kırmızı bir kazak? Peki, çok da kötü sayılmazdı. Sanırım.

Kapıdan çıkıp derin bir nefes aldıktan sonra ekmekten gelen hoş kokuları boşverip merdivenleri inmeye başladım. Taehyung'un kapısı önünde durduğum sıra ellerimden birisi düşürmemek için sıkıca tuttuğum ekmekten kaymış, zile tutunmuştu. Zili çalmamdan birkaç saniye sonra kapı; beni elindeki telefonuyl karşılayan bir adet üstsüz Taehyung tarafından açılmıştı.

"Minhee," diye mırıldandım dudaklarımı dişlemeye başlamadan hemeb önce. Beni gördüğünden mi bilmiyorum ama sıcak şekilde gülümsemiş ve saçlarını geriye taradıktan sonra bir adım arkaya çekilmişti. "İçeri geçsene-Harika kokuyor." Hevesle kafamı sallamaktan alamadım kendimi, "Tadı da enfes." Kıkırdayıp içeri girmemi beklerken daha fazla durmamış, içeri girmiştim ben de.

"Üşümüyor musun sen?" Diye sordum çıplak üstünden bakışlarımı kaçırırken. Salondaki yastıkları düzeltirken bana arkasını dönmüştü ve geniş omuzlarına ek olan pürüzsüz sırtı... Uhm, hoş? Çok hoştu. Evet, oldukça hoş görünüyordu.

"Üşümem ben öyle kolay kolay." Dedi. Sürekli gülümsüyordu ve ben halâ elimdeki ev yapımı ekmekle bekliyordum. Bir de şey, halâ üstü çıplaktı.

Karşımdaki tekli koltuğa oturduğunda gözlerimi birkaç kez kırpıştırmıştım. Uzun boynundan sarkan kalın, gümüş zincir-Bu çocuğun, bu adamın kolyesi bile neden böylesine hoştu ki şimdi? Sinir bozucuydu. Kafamı sağa sola salladığımda ağır ağır etrafta dolaştırmıştı gözlerini. Az ötesinde duran kalorifer üzerindeki krem rengi kazağa uzanmış; eline alıp üstüne geçirmişti. Yeniden bana döndüğündeyse sordu.

"Ne var onun içinde? Minhee mi yaptı? Daha önce hiç yemedim." Kafamı sallarken bir an için parmaklarım halka küpemi kavramış, daha sonrasında bırakmıştı.

"Normal ev ekmeği işte ama-Şey, içinde üzüm var. Böyle basit bahsettiğime bakma, pek tercihim olmasa da tadı gerçekten lezizdir. Seveceğine eminim." Kabarık kahve tutamlarını öylesine karıştırdıktan sonra, "Pekâla," diye mırıldandı. Sesi insanın içine işliyordu; kalın ve derin.

"Bana biraz böler misin?" Kaşlarım havaya kalkarken ağzımdan şaşkın bir, "Hm?" çıkmıştı benden bağımsız. Mimiklerine dalmışken o da benim gibi kaşlarını kaldırdı ama şaşkınlıkla değil, tekrar etmişti; "Bana biraz böler misin?" Dudağımın içini ısırmayı kesip kafa sallarken buldum kendimi.

"Tamam..." Kısıkça söylediğimde gülümsemiş ve telefonundan gelen bildirim sesiyle oraya dönmüştü. Onunla ilgilenirken ben ekmeği yeniden kucaklayıp mutfağa yöneldim çünkü-Tanrım! Elimle bölmeye utanırdım sanki.

Çekmecelerin birinden bıçak bulup ekmeğin güzel görünen; nar gibi kızarmış kısmını dilimledim. Dilimlenmiş ekmekleri raflardan bulduğum sarı cam tabağa özenlice koyarken, sözlerini unuttuğum bir şarkının melodisini mırıldanıyordum. İşimi bitirdiğimde ellerimi kağıt havluyla kuruladım, diğer türlü rahatsız hissederdim çünkü.

Salona döndüğümde Taehyung kaşlarını çatmıştı. Beni fark ettiğinde gözleri irice açıldı, "Neden zahmet ettin!?" Şaşkınca söylediğine ben de kaşlarımı çattım, "Sen istemedin mi?" Cevapladığımda bana utanmış gibi bakarak, "Yalnızca-Yalnızca elinle biraz böl istemiştim. Özür dilerim." Kaşlarım şimdi havalanarak yumuşamıştı. Ne saçma bir durumdu bu böyle!

"Sorun değil," dedim tabağı ona uzatırken dudaklarımı ıslatmıştım. "Dene." Kısık çıkan sesiyle teşekkür etmesi ardından ona uzattığım tabağı elimden almıştı. Parmaklarıma değen teni sonucunda derin bir nefesle göğsümü şişirirken o ekmekten küçükçe ısırmış ve gözlerini kocaman açmıştı.

"Jeongguk!" Sızlanır gibi bağırdığında yutkundum, "Harika bu! Bu-Cidden çok lezizmiş!" Bir dilim için dizine bıraktığı tabağa elini uzatmıştı. Gülerek onu izlediğimi fark etmemesi işime gelmişti. Mimikleri öyle sempatikti ki! Yine sinir bozucuydu işte.

Daha sonra biraz oturduk ve ağzıma, zorla gibi görünüyordu ama zorla sayılmazdı, birkaç parça tıkıştırmasına izin verdim. Bana şey demişti, uhm, "Ağzın doluyken yanakların şişiyor ve tıpkı bir sincaba benziyorsun. Çok tatlısın-Tanrım." Evet, aynen böyle söylemişti. Gerçekten!

Lavabo için kalkıp gittiğimde düşünüyordum. Yoksa... Yoksa biz, flört mü ediyorduk? Bunu birinin benim için cevaplaması gerekiyordu çünkü, Tanrı aşkına! Flört ediyor muyduk, etmiyor muyduk? Ölümüne kanka mı olmuştuk? Vakit öldürmek için mi benimle takılır olmuştu? Ben ondan mı etkileniyordum? Yoksa yakışıklı diye yakınlaşmak mı istiyordum?

Isınan yanaklarımı suyla ıslatıp içeri döndüğümde Taehyung telefonla konuşuyordu. Kameraya gülümsediğini gördüm. Yüzü camdan dışarıya, sırtıysa bana dönüktü. Ne kadar zaman tuvaletteydim ki? Kıkırdadığını işittim bu sefer. Karşıdaki kişiyi göremiyor, net seçemiyordum. Zaten tanımayacağımı biliyordum ancak... Her neyse.

"Saçlarını mı kestirdin?" Dudaklarının gerçekçi bir gülümsemeyle kıvrıldığını gördüğüme yemin edebilirdim. Çok... içten bir gülümsemeyle. Bana da böyle mi gülümsüyordu, yoksa daha mı yapmacıktı? Bu düşündüğüm gibi samimi bir gülümseme miydi gerçekten?

"Çok," dedi. Beni neden fark etmiyordu? Karşı taraftaki kişi her kimse fazlaca odaklanmış olmalıydı. Dişlerim alt dudağıma geçti sertçe. Sanırım flört falan etmiyorduk. Ben... Nasıl bunu düşünebilmiştim ki zaten? Onu tanımıyordum bile. Belki de, belki de bir kız arkadaşı vardı. Bahsetmemişti ama vardı işte. Konuştuğu kişi kız arkadaşı mıydı?

"Çok güzel olmuş, bebeğim." Boğazını temizledi ve bir şeyler daha mırıldandı. Tanrı aşkına, nasıl arkasındaki varlığımı hissedemezdi ki? Ona, bakın, neden olduğunu önemsiz, tamam mı? Kızmıştım ona. Beni unutmuştu! Evinde olduğumu unutmuştu birdenbire.

"Ah," halâ konuşuyordu. Sinirlendim, gerçekten sinirlendim. Flört ediyor olma düşüncemi sikmek istiyordum şimdi. Kızgınlığımla hareket etmek istemedim. Aptaldı! Yeşil inekli yara bandını da istemiyordum. O takmıştı parmağıma, değil mi? Uzun boyuna bakmadan yere sermek istiyordum onu.

Ayaklarımı yerden sessizce sürüyerek kapıdan çıktım. Kendime engel olamayıp kapıyı hızlıca çarpmama-Kim karışabilirdi ki buna?

Uzun boyluları, Kim Taehyung'u, anlamıyordum. Ben de eve gidip üç koca tabak mısır patlatmış ve diğer gün başlayana dek Harry Potter serilerini 13. kez bitirmeye karar vermiştim!

**

all i wantTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang