(40) Allah Senin Gibi Öcü'nün Belasını Versin!

143K 8.9K 6.9K
                                    

Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Yaklaşık iki saattir yoldaydık ve hâlâ Efe'nin olduğu yere gelememiştik. Şehir dışına çıktığımızı yol üstündeki tabelalardan anlıyordum. Çocuklar öndeki arabalardaydı. Ahmet onları kaybetmemeye çalışarak takip ediyordu. Kuzey, Ecrin, Naz, Yiğit ve Hakan da o arabalardan birindeydi. Efe'nin kaçırıldığını duydukları an hepsi beni beklemeden yola çıkmıştı. Belki de bahçede olduğum için beni aramakla vakit kaybetmek istememişlerdi. Şimdi ise gideceğimiz yer bile meçhuldü fakat biz, eğitmenleri atlatarak firar etmiştik. Atalay ve diğerleri bizi bulmak için tesisten çıkmışsa bile şu iki saatte çoktan izimizi kaybettirmiştik. İçimdeki sıkıntı her an çoğalırken boğuluyor gibi oluyordum.

Bir şeyleri gözden kaçırdığımı hissediyorum, atladığım bir şeyler var ama ne?

"Hangi depoda tutuluyor bu çocuk? İki saattir bir türlü bulamadık," diye sızlandığımda Ahmet hızını biraz daha arttırdı. "Şehrin dışında Sancarlı diye bir köyde." Bunu zaten bildiğim için yola odaklanmaya çalıştım.

"Daha ne kadar var?" diyen Fulya arka koltukta sabırsızca kıpırdandı. "Bu yabani şeyin yanında oturmak canımı sıkıyor!" Yabani diye bahsettiği kişi Araf oluyordu. Arkaya baktığımda Araf iki kızın ortasında oturmuştu ve kimseyi umursamadan yola bakıyordu.

Fulya yine rahatsız olmuş gibi Araf'ı itmeye çalıştı. Tam elini Araf'ın omuzuna koyduğu sırada Şafak ona döndü. "Madem rahatsızsın, o halde yol boyunca ona dokunmak yerine neden ellerini çekmiyorsun?" Şafak'ın çıkışı beni mutlu ederken Araf şaşkındı. Evet, çekingen kızımız onu kıskanıyordu.

"Ne oldu, küçük solucan?" Fulya ona tiksinerek baktıktan sonra güldü. "Kıskandın mı yoksa?" Araf da bunun cevabını duymak ister gibi merakla ona bakmaya devam etti.

Şafak hem utanmıştı hem de gözleri dolmuştu. Yardım ister gibi bana bakınca yanaklarımın içini havayla doldurup şişirdim. "Sana ne, kızım!" Kahrolası vicdanım Şafak'ın dolan gözlerine dayanamadığı için mecburen Fulya'ya cevap vermiştim. Bana sararsa belki Şafak'ı rahat bırakırdı.

"Kıskanır ya da kıskanmaz, sana ne? Şurada doğru düzgün düşünmeme bir türlü izin vermedin!" Yol boyunca onun sızlanmalarını dinlemekten aklımı bir türlü toplayamadım.

"Düşünmek ve sen?" Beni küçümsercesine kahkaha attı. "Gevezelikten başka bir şey bilir misin sen?"

"Bir terslik var, sarı yılan." Onun dalga geçen tavrının aksine gayet ciddiydim.

Ahmet, "Ne demek istiyorsun?" dediğinde önüme döndüm. "Emin değilim ama atladığım bir şeyler var. Katilin Atalay olması bana pek inandırıcı gelmiyor." Eğer katil Atalay olsaydı, Alaz bunu fark ederdi. Onun gibi zeki biri yanındaki adamın tüm hareketlerini analiz eder, gerçeği anlardı. Alaz böyle bir şeyi fark etmeyecek biri değildi.

"Atalay mı?" Araf'ın sesi şaşkın çıkmıştı.

Şafak, "Katil o mu?" dedi tereddütle.

"Atalay, Altuğ'a düşkün." Fulya'nın bu sözlerinden tek anladığım öcünün kim olduğunu onun da bilmiyor olduğuydu. Kime çalıştığını bilmezken bize ihanet etmişti.

Ahmet'ten cevap gelmeyince, "Sen ne düşünüyorsun?" dedim. Şehir dışında engebeli bir yola girdiğimizde kabak tarlasında çalışan birkaç kişiyi gördüm. Tabeladaki Çamlı Höyük Köyüne Hoş Geldiniz yazısını okuyunca yüzümü ekşittim. Bu ruh haliyle hiçbir yer bana hoş gelmiyordu. Üstelik geride bıraktığımız tarlaların aksine şimdi kabak hasadı yapan köylüler yoktu, sadece boş araziler vardı. Etrafta insanlar olmayınca izleyecek bir şeyler bulamadığım için gittikçe büyüyen sıkıntım hiç çekilmiyordu.

YARALASAR(Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin