1

2K 152 115
                                    

__________________________________

I. Kısım
Kızıl Karanfil Ruhu

Rüzgârda, kanayan bir kelebeğin kanatları gibi dans eden şarap kızılı yenleri, gecenin karanlığını bütün güzelliği ve ölümcüllüğüyle bölüyordu
__________________________________



Başım, tam o esnada ya ortadan ikiye ayrılıyordu ya da çoktan ayrılmıştı; böyle yoğun bir ağrının başka açıklaması olamazdı. Bütün vücudum, iç organlarım çıkarılıp yerlerine kuş tüyü doldurulmuşçasına hafifti, belki de imkânsız gerçekleşmişti ve sahiden ölmüştüm. Sonunda ben de öbür tarafa olan göçümü gerçekleştirmiştim.

Pişmanlıklarım olmadığını söylemek koca bir yalan olurdu ama bütün o kaosun ardından bile bir şekilde doğru kararları vermeyi başardığımı düşünüyordum. Nefes aldığım süre boyunca, doğru olduğuna inandığımı yapmak için her şeyimle savaşmış, ihtiyacı olanlara yardım etmek adına elimden geleni ardıma koymamıştım.

İyi bir kraldım, gözlerimin açık kalmasına gerek yoktu. Birileri onları kapatırdı.

Hem burnumu tanıdık bir aroma doldururken, ölüm çok da kötü değilmiş, diye düşündüm içimden. Sonsuzluğun içine çekilmek beni o an hiç de rahatsız etmedi, hatta tuhaf ama huzurlu bir güven verdi. Hazırdım, artık yaşamak için amacım kalmamıştı.

Ancak bir şey oldu.

Ruhum gitmeyi reddetti, karanlık beni almak istemedi veya henüz zamanım gelmemişti; cevap neydi, bilemedim ama kaldım. Tıpkı ısrarla yaşama tutunan bir hamam böceği gibi, olabilecek en aşağılık şekilde kaldım.

Başımın ağrısı bir an bile hafiflemezken gözlerim benden habersizce açıldılar, bu hareket tüm gücümü kullanmama neden olmuştu. Neredeyse hiç göremiyordum, sadece gündüz olduğunu müjdeleyen parlak bir beyazlık vardı. Ne kadardır bilinçsiz kaldığımı kestiremesem de gözlerimin ortama alışması belli ki biraz sürecekti, bu da, o bilinçsiz kaldığım sürenin uzun olduğu izlenimi uyandırdı.

"Ah, Tanrım," diye fısıldadım, ağrıyan bütün kaslarıma ithafen.

"Çok mu acıyor?"

Şefkatli sesin sahibini tanımak için görmeme gerek yoktu. Zaten hareket ettiremediğim vücudum kelimenin tam anlamıyla donakalırken zihnimin dört bir yanında kırmızı ışıklar yanıyordu. Başım döndü; orada olduğunu, ancak şiddetle kasıldığında fark ettiğim midemden başlayarak omuriliğim boyunca acımasız bir şekilde yükselen iğrenç akım, her bir zerremi etkisi altına aldı.

"Önemi yok," dedi, aynı şefkatli ses tonuyla; öyle ki duyan, acıdan ölmek üzere olanın ben değil de o olduğunu sanırdı. "Geçecek. Her şey geçecek."

Kafamı sesinin geldiği yöne çevirmeye yetecek kadar bile gücüm yokken, "Sen..." diyebildim sadece. Zihnimden, bütün düşüncelerimi küle dönüştürerek alev alev yanan duygular geçse de, zedelenmiş olduklarını tahmin ettiğim ses tellerim, ancak tek bir zayıf fısıltı bırakmama izin vermişti. Refleks olarak hareket etmeye çalıştığımda tek bir parmağımı dahi kıpırdatamadım.

"Ben," derken sesi, gökyüzüne assanız bulutların arasında kaybolabilecek kadar yumuşaktı. Görmesem de yüz ifadesi, dimağımda, sanki aradan yıllar geçmemiş gibi canlanıyordu. Ela gözlerinin, hüzün olduğunu düşünerek en büyük aptallığı eyleyeceğiniz karmaşık hislerle parıldamasını hatırlayınca delirecek gibi oldum. "Kaderin, bizi bir araya getirmek gibi uğursuz bir alışkanlığı var anlaşılan."

crimsonWhere stories live. Discover now