30

607 80 172
                                    

Medya || Sunflower - Rex Orange Country



Gözlerimi yavaşça açtım, duyularım biraz daha kendine geldiğinde fark ettiğim ilk şey burnuma dolan şeker kokusu ve Chanyeol'ün, dünyanın öbür tarafına gitsem yine bulamayacağım, ona has aroması oldu. Tıpkı gece bıraktığım gibi başını göğsüme yaslamış bir şekilde uyumaya devam ediyordu; darmadağınık, mürekkep siyahı saçları beni gıdıklarken yüzündeki huzurlu ifade ve düzenli bir şekilde kalkıp inen göğsü, kollarımın arasındakinin benim gibi yalnızca insan değil de gerçekten de cennetten gelen bir melek olduğuna inandıracak seviyedeydi.

Çok güzeldi ve biliyordum ki benim sevdiğim kadar o da beni seviyordu.

Bir süre öyle kalıp titreyen kirpiklerini saydım, göğsüme çarpan sıcak nefesinin tadını çıkarttım. O yanımdayken başka hiçbir şeye ihtiyacım yoktu, o olduğu sürece her şey iyi ve güzeldi. Eğilip içime derin bir nefes çektikten sonra saçlarının arasına öpücükler kondurdum.

Aslında son nefesimi verene kadar orada kalıp uyuyan Chanyeol'ü izleyebilirdim ama dün gece her ne kadar yaşananlar inanılmaz zevkli gelse de erimiş şekerin kalıntıları vücudumda kurumuştu ve rahatsız hissetmeye başlamıştım. Dün gece çok içmişti, tahminen öğlene kadar uyanmazdı. Bu yüzden dikkatli hareketlerle onu üzerimden çekip yatağın diğer tarafına yerleştirdim ve ayağa kalktım, tabii bacağımın üzerine ağırlık binmesiyle kalçama bir ağrının saplanması bir olmuştu. İkimiz de sert seviyorduk ve yaparken her şey iyiydi, güzeldi ancak ertesi gün ceremesini ben çekiyordum.

Chanyeol'ün dolabından rastgele siyah kıyafetler seçip hızlıca giyindim, sonra alnına minik bir öpücük bırakıp odadan çıktım. Banyo yapmadan önce yemek yemek istediğime karar vererek çok az kişinin kullanımına açık olan Manolya Salonuna indim. Chanyeol, Luhan ve Leydi Irene buranın müdavimleri olduğu için onların salona giriş izinleri vardı ve Sehun, ben ve Taeyeon da doğal olarak bu ayrıcalıklarını sömürmekten geri kalmıyorduk.

Salonun kapısını açtığımda aydınlık odada, pencereye yakın bej rengi koltukta oturan Luhan'ı gördüm. O ve ben, hana gelip gittiğim yedi yıl boyunca yakınlaşmıştık, hatta birbirimize lakaplarımız veya resmi unvanlarımız yerine isinlerimizle seslenme aşamasına gelmiştik. Gerçi o hâlâ bana 'Saray Çocuğu' demeyi tercih ediyordu ve açıkça bundan keyif alıyordu ama ne yapardınız işte.

Hiç düşünmeden yanına oturup elindeki serçe parmağı kadar olan cam şişeye baktım. "O ne?"

"Ağrı kesici," diye cevapladı basitçe, gözlerinde yorgun bir bakış vardı, bir an ona bakarken kendi yanskmamı izliyormuşum gibi hissetmekten kendimi alamadım.

"Bana da versene," dediğimde hiç tereddüt etmeden yarısını içtiği şişeyi bana uzattı, ben de aynı şekilde rahat bir tavırla şişenin kalanını kafama diktim. "Zorlu bir gece olmuş anlaşılan," dedim, alaycı bir sesle.

"Söylemek istediğin bir şey varsa direkt söyle," dedi ama tehdit etmekten çok uzaktı, açıkça gülüyordu, sanki bir şeyler hoşuna gitmiş gibiydi. İçlerinde nazik bir parıltı olan gözleri, benimkilerde dolandı.

"Sehun diyorum," derken sesim biraz yüksekti, alaycıydı ve pis pis sırıtıyordum. "Seni baya yormuş gibi."

"Chanyeol'ün seni yorduğu kadar olamaz," diye karşılık verdiğinde gülümsemem soldu.

Ağzımı açtım, bir şeyler söylemek istedim ancak bildiğim bütün sözcükler boğazıma dizilmiş gibiydi ve mantıklı bir ses çıkaramadım, ölmek üzere olan bir balıktan hâllice görünüyor olmalıydım. "Evet, uzun bir süredir biliyorum," diye cevap verirken bakışları kısılıp alaycı bir hâl aldı. "Sehun ve ben seviştikten sonra en azından morluklarımızı kapatacak bir şeyler giyiyoruz." Gözleri, özellikle boynumdaki bir noktaya odaklandığında refleks olarak elimle o alanı kapattım.

crimsonUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum