36

642 91 146
                                    

_______________________________

II. Kısım:
Yüce Kral

Tüm duygularının üzerini kara bir örtüyle kapattı, geriye yalnızca gururu ve öfkesi kalmıştı.
______________________________





Gözlerimin açılmasına sebep olan, kapının kapanma sesiydi. Duygusuz bakışlarımı odanın girişine çevirdiğimde, beni hiç şaşırtmayan bir şekilde Chanyeol'ün içeri girdiğini gördüm, elinde ahşaptan oyulmuş zevkli bir yemek tepsisi vardı; üzerindeki siyah kıyafetler ve yüzündeki yorgun bakışlarla bir ölüm meleğinden farksızdı. Ofladım. "Seni görmek istemediğimi gayet net bir şekilde belirttiğimi hatırlıyorum."

Cevap vermeden bana doğru geldi, yatağımın yanındaki sandalyeye oturdu, ahşap tepsi dizlerinin üzerindeydi. "Yemek yemelisin," dedi, gözlerime bakmıyordu. İnsan, böyle sessiz kaldığı durumlarda ne düşündüğünü merak etmekten kendini alamıyordu.

Kafasının içindeki düşünceler benim adıma tam anlamıyla koca bir muamma olsa da kendi zihnimdekiler oldukça açıktı. İki yüz yıl evvel, önce babam, sonra da Chanyeol, gözlerimin önünde son nefesini verdiğinde çok acı çekmiş, aylarca hiç durmadan ağlayarak kendimi hırpalamış, mahvetmiştim. Sürekli bilinçle bilinçsizlik arasındaki o tuhaf noktadaydım, vücudum iflas etmeye tırnak ucu uzaklığındaydı, verdiğim kiloların haddi hesabı yoktu. Çökmüştüm.

İnsanlar, bu rezil hâlimi salt babamın ölümüne bağlayarak beni ilk başlarda rahatsız etmediler, yasımı tutmama izin verdiler ancak zaman geçtikçe bir krala duyulan ihtiyaç da artıyordu. Tahtın boş kaldığı sürelerde Mareşal Junmyeon başa geçmişti, işinde çok da iyiydi; etrafında doğal bir lider aurası vardı. Yine de bu bile insanların taç giyme törenimi görme arzularını durdurmaya yetmedi.

Böylece babamın ve Chanyeol'ün ölümünün dördüncü ayında tahta geçtim. Kalbimdeki acı hâlâ dinecek gibi değildi; aldığım her nefes vücudumu inanılmaz ızdıraplara boğuyordu ancak sakinleştirici ilaçlar ve çaylarla, uyuşturucularla bir şekilde dik durmayı başardım. Kyungsoo ve Jongin vardı, Seulgi vardı, Mareşal vardı, hepsi bana destek oldular. Hiç yoktan ağlama krizlerine girdiğimde görmezden gelme inceliğini gösterdiler, geceleri nereye gittiğimi sorgulamadılar.

Bir süre sonra acım hafiflemeye başladı. Ne olursa olsun, koca krallığı yönetmek meşakkatli bir işti ve zihnimi azami derecede meşgul ediyordu. Aylar yılları kovalarken Chanyeol'ün kalbimdeki ve düşüncelerimdeki yeri gittikçe azaldı, yüreğimin acısı tahammül edilebilir bir surete büründü.

Yine de geceleri başımı yastığa koyduğumda mutlaka ela gözleri zihnimde şöyle bir oynaşırdı, iki yüz yıl boyunca değişmeyen tek şey buydu. Tabii başlarda onunla geçirdiğim, 'rüya gibi' on altı yılı, sanki her saniyesi mükemmelmiş gibi anar, öptüğünü anımsadığım yerleri dokunup dudaklarının tenimde bıraktığı hissi canlandırmaya çalışırdım, bu eylem dayanılmaz bir hâl alınca da yataktan kalkıp giderdim.

Fakat yıllar geçtikçe, gerçekler kafama daha net bir şekilde dank etmeye başladı. Bizi bu hâle getiren oydu. O ölüp gitmişti, bütün bu işkencelerden kurtulmuştu lâkin ben arkada kalmıştım, taşıyamadığım acılar her bir zerreme yük olurken o acıların altında gitgide ezilmiş, yok olmuştum, bir hayaletten farksız hâle gelmiştim. Öldüğü gün, benim de ruhum ismini bile bilmediğim diyarlara gitmişti, onun peşinden.

crimsonDonde viven las historias. Descúbrelo ahora