25

651 88 160
                                    

Medya || Lemon Boy - Cavetown



"Tabii. Salona geçelim." Söylediğini yaparak salona geçtik, bir duvara dayalı şekilde bekleyen Gümüş Kılıç'ını kavradı. "Bu formdayken kullandığım kılıç bu. Saf gümüşten yapılma, bizzat Kraliçe Minax tarafından dövüldü."

Neredeyse tükürüğümde boğulacaktım. "Ne?!" diye bağırdım ancak çok gürültülü olduğumu fark edince sesimi alçalttım. "Efsanevi Kraliçe Minax mı? Hani şu Doğu Geçidini tek başına yıkan, dillere destan güzelliğe sahip, gelmiş geçmiş en kudretli hükümdarlardan biri mi?" Cümleleri, heyecanlı bir tavırla, birbirleri ardına hiç durmadan dizdim.

Omuz silkti. "Bilmem, odur herhâlde," dedi umursamaz bir ses tonuyla. Parlayan gözlerimin, parmaklarının arasındaki kılıcın her santiminde dolaştığını fark etmiş olmalı ki, "Daha yakından bakmak ister misin?" diye sordu, kılıcı çevirerek bıçağından tuttu ve kabzasını bana doğru uzattı.

Bu, bir kuzunun, ağzına elmayı sıkıştırıp kendini kurt inine atmasından farksızdı, biliyordum ama Kraliçe Minax'ın ismini duymamla içimde yeşeren heyecana kesinlikle engel olamadım; mükemmel savaşma tekniklerinin yanında, herkes onun en iyi silah ustalarından biri olduğunu bilirdi, hatta Robus'a komşu olan krallıklardan birinde dövdüğü kılıçlardan birkaçını sergileyen bir müze bile vardı. Krallık dışına çıkmama izin verildiğinde ziyaret edeceğim ilk yerlerden biri orasıydı.

"Bakabilir miyim gerçekten?" diye sorduğumda güldü. Yutkunarak kabzaya uzandım ama çok heyecanlandığım için avcum ter içinde kalmıştı ve kılıç elimden kayıp tok bir ses çıkararak yere düştüğünde kafalarımız otomatik olarak aşağı indi. "Ah," diye içi boş bir hava baloncuğu çıkardıktan sonra elimi dehşetle ağzıma götürdüm, Kraliçe Minax'ın dövdüğü bir kılıcı yere düşürmenin paniğini yaşayacaktım ama dudaklarımda yakıcı bir his yükseldi.

"BU NE YAHU?!" diye bağırıp parmaklarımı yeniden dudağıma götürdüğümde daha da kötü yanmaya başladı.

Yere düşen kılıcını zerre umursamadan üzerinden geçti, sıcak elleriyle bileklerimi kavrayarak yüzümden uzaklaştırdı. "Yüzüne dokunmaman konusunda seni uyarmıştım," dedi, tatsız bir sesle.

Daha önce birkaç kere bıçaklanmıştım (hepsi, beceriksizlerle yaptığım düellolardaki önemsiz yaralanmalardı) ve bu yanma, o tarz acıların yanında solda sıfır kalırdı ancak bütün bunlar, dudağımın alevler içinde kaldığı gerçeğini değiştirmiyordu. Şiştiğini düşündüğümde anlamsız bir çabayla ağzımı görmeye çalışsam da aptalca olduğunu fark ettiğim an bunu yapmayı bıraktım.

İki bileğimi parmaklarının arasına alıp tek elini serbest bıraktı, diğer saniye baş parmağı dudağımın üzerindeydi. Sıcacık parmak kurumuş dudaklarımı okşarken birkaç saniyeliğine donakaldım; öyle güzel, öyle nazik bir dokunuştu ki bu, dışarıdan bakan, en ufak temasta kırılacak, porselen bir bebek olduğumu düşünürdü. Derin bir nefes alırken o nefes süresi boyunca gözlerimi kapatıp dokunuşunda dinlendim ancak bunun ne büyük bir hata olduğunu anlamam kısa sürmüştü.

Kendimi toparlayınca bileklerimi elinden kurtarıp onu göğsünden ittirdim. Parmağı dudağımdan ayrılırken yanma hissi de sanki somut bir maddeymiş gibi vücudumdan ayrılırverdi fakat o an, bunu fark edemeyecek kadar şaşkındım. "Sen ne yaptığını sanıyorsun?!" diye bağırdım.

Elini indirdi, iki adım ötemde dikilmeye devam etti. "İşte tam da bu sebeple bu surette karşına çıkmayı çok seviyorum." Aramızdaki mesafeyi kapattığında yutkundum ama korktuğumu düşünmesini istemediğim için tek bir milim dahi hareket etmedim. Hafifçe eğildi, maskesi yüzümden yalnızca tek nefes ötedeydi. Beyaz maske beni sadece daha da öfkelendirirken sesi, sanki kendi zihnimden geliyormuşçasına yakındı. "Hırçınlaşınca öyle çarpıcı, öyle güzel oluyorsun ki her bir zerremi günah işlemeye çağırıyorsun."

crimsonWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu