35

589 90 278
                                    

Pazartesiye kadar yeni bölüm gelmeyecek:(

Bölümü geniş bir zamanda, sakin kafayla okumanızı öneririm çünkü ekşınlı ve uzun♡






Gözleri hâlâ üzerimizde olan kalabalık korku dolu sesler çıkararak etrafa dağılmaya başladı. Çığlıklar dayanılmazdı, ensemden bir damla ter aktı. Kılıcı indirmeye çalıştım ancak bıçağı sıkı sıkı tutan el buna izin vermedi. Kaynağı avcu olan birkaç damla şarap rengi kan, kar beyazı bıçaktan aşağı damlayıp masumiyeti kirletircesine çarpıcı bir görüntü oluştururken saniyeler içerisinde katana parmaklarımın arasından kaydı, metrelerce ötemize fırlatıldı.

Donakalmıştım, hareket edemiyordum; ne kaçabildim ne de kafamı tamamen çevirip yüzüne bakabildim. Sadece bakışlarım hafifçe dalgalanan, kan rengi yenlerinde takılı kalmış şekilde olduğum yerde durdum.

"Baekhyun." Derin sesi, arkamdan içli bir tonda yankılandığında tir tir titredim. Bana dokunmuyordu ancak sıcaklığını hissedebiliyordum, başım dönüyor, arenayı terk eden insanların çıkardığı sesler yüzünden kulaklarım uğulduyordu. "Seni çok özledim," dedi usulca.

Ona doğru dönecektim; kollarına mı atlardım, yoksa boğazına mı sarılırdım, bilemiyordum ancak tam o esnada General Minfan bağırdı. "EFENDİ BAEKHYUN! ORADAN HEMEN UZAKLAŞIN!"

Sanki transtan çıkmış gibi gözlerim açıldı. Sonraki saniye önümdeki siyah hançeri elime almış, koşmaya yeltenmiştim ancak çok geçmeden bileğime dolanan bir el tarafından durduruldum. "Bu beni öldürse bile sana zarar vermeyeceğimi bilmene rağmen neden benden bu kadar korkuyorsun, sevgilim?" Sesindeki hüzün öyle baskındı ki bir anlığına, ona böyle bir acı yaşattığım için elimdeki hançerle kendimi kesmek istedim.

Cesaretimi toplayıp sonunda yüzüne baktığımda ela bakışları aydınlandı. Gözlerinin altı çökmüştü ve her zamanki gibi nefesleri kesecek kadar yakışıklı olsa da güzelliği, yorgunluğun ince, şeffaf perdesiyle örtülmüştü. Yüzümde nasıl bir ifade oluşmuştu, bilmiyordum ama gözlerindeki parıltı anında söndü. "Baekhyun, yalvarırım öyle kırık bakma. Benim, Chanyeol..." Parmakları yüzüme uzandığında boştaki elimle sertçe vurarak ittirdim.

Bunu hiç beklemiyormuş gibi yüzündeki ifade donakalırken fırsatı kullanarak bileğimi, demir bir kafesten farksız parmaklarının arasından kurtarıp koşmaya başladım, çoktan bize doğru gelen General ve Mareşal'in yanına ulaşana kadar da durmadım. Seyircilerin tamamının çoktan arenayı terk ettiğini görmek içimi rahatlatmıştı.

General omuzlarımı kavrarken endişeli bakışları bütün vücudumu taradı. "İyi misiniz? Size zarar verdi mi?" Cevap vermeden Mareşal Junmyeon'a baktım. Mareşal, hepimizin aksine oldukça sakindi, önce elimdeki hançere, sonra yüzüme ve en son da metrelerce ilerimizdeki Chanyeol'e baktı. Ne düşündüğünü anlayamasam da bir şeyler hesaplıyor gibiydi.

Bu sefer konuşan babam oldu. Hâlâ locadaydı, tahtından kalkmaya gerek bile duymamıştı. "Kızıl Karanfil Ruhu, bütün yaptıklarından sonra hangi yüzle Robus'ta belirebiliyorsun?" Sesi de yüz ifadesi gibi sakindi. Nedense titredim.

Chanyeol konuştuğunda onun da ses tonu duygusuz ama tehditkârdı, bana az önceki şeyleri söylerken tonundan neredeyse somut bir varlıkmışçasına ayrılan acıdan eser yoktu. "Sana ait olmayan bir şeyi aldın. Onu geri verirsen ses çıkarmadan ayrılırım." Elimdeki hançeri sıkı sıkı tuttum.

Babamın dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oynaştı ama sessiz kaldı. "Sanki sana uysal kuzular gibi hançeri geri teslim edecekmişiz gibi!" diye bağırdı General Minfan; bedenimi, korumak istercesine arkasına çekmişti. Chanyeol onu umursamıyor gibiydi, bakışlarının odağında yalnızca babam ve ben vardık ancak General alevli bir tonla bağırmaya devam etti. "İşlediğin bütün suçların cezasını çekmelisin! İki yüz yıl önce Yüce Kral'ımızla savaşmandan Efendi Baekhyun'u kandırmana kadar! İblis Kral'la aranızdaki ahlaksız münasebet göz önünde bulundurulunca, Veliaht Prens'imize ne gibi hastalıklı amaçlarla yaklaştığını, onca yıl boyunca aklını çelip ona neler yaptığını hayal bile edemiyorum!"

crimsonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin