33

521 84 90
                                    

Medya || Breezeblocks - alt-J

Taht Salonundan çıkıp dışarıya yeniden adımımı attığımda havanın hafif hafif aydınlandığını görmek beni çok şaşırttı. Zaman algım mahvolmuştu, hatta mekan algımın mahvolmasına da çok az kalmıştı, hissedebiliyordum.

Ağlayanların, yanıklarına pansuman yaptıranların, çocuklarına sıkı sıkı sarılanların yanından geçtim. Havada bir türlü kesilmek bilmeyen is kokusu vardı ve herkes perişan görünüyordu. Durup hiçbirine tam anlamıyla bakmaya cesaret edemedim, sadece gözümün ucuyla acı içindeki insanlara minik bakışlar attım, daha fazlasına yüreğim dayanmazdı.

Odama vardığımda, kaldığım binanın yanmamış olmasına şaşıramayacak kadar dağılmış bir hâldeydim. Gün içerisinde insanların en çok bulunacağı yerlere saldırılmıştı, bu açık bir gerçekti; çay bahçeleri, mutfaklar gibi yerler hedef alınmış ve maksimum zarar amaçlanmıştı. Öğrenci yurdunda günün o saatlerinde kimse olmazdı, bu sebeple kundaklamak için uygun olmadığını anlamak kolaydı. Böyle yüksek bir öldürme içgüdüsüne sahip olması bile dehşet vericiydi, tanıdığımı düşündüğüm adamdan ne kadar farklı olduğunu kanıtlar nitelikteydi.

Odamın kapısını kapatmamla içimdeki her şeyin serbest kalması bir oldu.

Çığlık atmaya ve önüme gelen her şeyi tekmelemeye başladım, masamı devirdim, dolabımda bir göçük açtım, kitaplarımı büyük bir gürültüyle yere fırlattım. Normalde düzenli bir şekilde dizilmiş olan romanlar, ders kitapları ve defterler zeminin dört bir yanına dağılırken siyah kaplamalı tek bir defter, dalga geçer gibi ayağımın dibine düştü.

Defteri bir hışımla elime almak için eğildim ancak bir sayfası açık kalacak şekilde düşmüştü. Sayfaya aceleci bir tavırla, siyah mürekkeple karalanmış kelimeleri defalarca kez okumuş, analiz etmiştim ancak ilk defa canımı yaktı.

Gittiğin gün ben de seninle öldüm.

Ellerim titremeye başlarken defteri parmaklarımın arasına alıp tek cümleyi tekrar ve tekrar, defalarca kez okudum. Gerçekten de Chanyeol'ün yazısıydı bu; kompozisyonlarıma not düştüğünde veya çalışmam adına bizzat kendi eliyle yazdığı notları verdiğinde o kadar çok görmüştüm ki bu sanki bir şeyden kaçıyormuşçasına dağınık suretlerde karalanmış, karanlık harfleri, beynimin içinde keskin bir şekilde yer etmişti. Nasıl tanıyamamıştım?

Yoksa cidden diğer her şey gibi bunu da görmezden gelmeyi bile isteye tercih mi etmiştim?

Bunca sene boyunca bir hayaleti sevmiştim; aşığıyla birlikte yüzyıllar önce ölen bir gölgeyi. Bana baktığında yalnızca sevgilisini görüyordu, belki de beraber olduğumuz tüm süre boyunca yalnızca ve yalnızca onu bekliyordu. Ben, o yanımda olduğu sürece başka hiçbir şeye gereksinim duymazken onun kalbinde bambaşka diyarlara ait çiçekler yeşeriyordu.

Ben ona bakmaya kıyamazken o beni bir an bile görmemişti.

Deftere hiçbir şey yapamadım, yalnızca göğsüme çektim ve yere oturup sırtımı yatağa yaslarken beyaz tavanı izledim. Ne olursa olsun, böyle büyük bir acı çektiğini, her gün ölmeyi dilediğini bilmek beni mahvetmişti. Neden bu kadar zavallıydım?

Hâlâ kokusunu alıyordum. Bu odaya son gelişinin üzerinden günler geçmişti, her yer temizlenmiş, nevresim takımları değiştirilmişti ancak ben hâlâ kokusunu alıyordum. Tam delirmeye başladığımı düşünürken aşağı baktım.

Kan kırmızısı.

Defteri elimden fırlatırken çıldırmış gibi üzerimdeki dış elbiseyi soydum ve odanın, bana en uzak köşesine attım. Devrilmiş masanın üzerine, sanki kendini sergilemek istermiş gibi açık bir şekilde, zarifçe yayıldı; resmen onu daha da kolay izlememe neden olan bir hâlde serilmişti, ona bakmamı arzuluyordu belki de.

crimsonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin