16

613 88 158
                                    

Medya || Clouds - BØRNS

Issız koridorlarda yürürken aklımda daha birkaç dakika önce yaptığımız konuşma yankılanıp duruyordu. Chanyeol gibi biri karanlıktan korkuyordu, bunu duyan herkes nedenini merak ederdi ve o 'herkes'e tabii ki ben de dahildim. Ona nedenini soramamıştım; her ne kadar saklamaya çalışsa da ela gözlerindeki o duygu belirgindi, ne olduğunu anlamak için koca ömrünüzü harcamanız gerekirdi. Cesaret edememiştim, zaten mahvolabileceğim kadar mahvolmuştum ve artık korkuyordum. Chanyeol'e kendimi daha fazla kaptıramazdım.

Aslında çoğu korku sebepsiz olurdu. Örneğin Sehun örümceklerden korkuyordu ama tırnağının ucu kadar hayvan ona ne yapabilirdi ki? En kötü, uyurken falan bir örümcek yutabilirdi, zaten o durumda da olanları ruhu bile duymazdı. Kısacası aslında korkması için hiçbir sebep yoktu, yine de ağ gördüğü anda bile en uzak diyarlara kaçma isteğiyle deli gibi etrafta koşturuyordu.

Tabii Chanyeol'ün sesi öyle kırık bir tonda çıkarken korkusunun sebepsiz olmadığından emindim.

Etrafıma çok bakmadan, daha çok düşüncelerimin içinde kaybolarak ilerliyordum ancak bunun bir hata olduğu açıktı, durup kafamı şöyle bir çevirdiğimde nerede olduğum hakkında en ufak bir fikir dahi yürütemediğimi fark ettim. Bana yabancı bir koridordaydım, odamın burada olmadığına neredeyse emin olduğum için arkama dönüp başka taraflara yönelecektim ki ahşap zeminde parlayan bir şey gözüme çarptı.

Kaşlarımı çatarak yere eğildim ve gümüşî parıltılar saçan şeyin ne olduğunu anlamak için yere dokundum, elime bir sıcaklık yayılması ve ışıltının artması eş zamanlı olarak gerçekleşti. Hızlıca geri çekildim, tamamen reflekstendi fakat yeterince hızlı olamamıştım. Etrafım bir anlığına aydınlandı, sonra her şey karanlığa gömüldü.

Sadece ay ışığı ve gökyüzüne asılmış birkaç yıldız görmeme yardımcı oluyorlardı, onun dışında hiçbir ışık kaynağı yoktu. Elimi kaldırdım ve avcumda minik bir ışık hüzmesi oluşturarak kendime az da olsa görüş alanı oluşturdum. Kesinlikle hana yakın bir yerlerde değildim, tenime değen buz gibi rüzgâr ve artık yağmayan yağmur da bunu işaret ediyordu. Çevrem ağaçlarla çeviriliydi, ayaklarımın altındaki alan da çimenlerle çevriliydi ancak üzerlerine bastıkça çıtırtılar çıkararak paramparça oluyorlardı, belli ki hepsi ölmüştü.

Gecenin bir yarısı başıma bela almak istemeyerek en yakınımdaki ağaca gittim, amacım bir tılsım ekmekti. En kötü ihtimalle saraya, güvenli yere geri döner ve oradan Taeyeon'la Sehun'a ulaşmanın bir yolunu bulurdum. Elimi en yakınımdaki ağacın gövdesine yerleştirdiğimde parmaklarımın değdiği her yer çatladı, kırıldı, ufalandı ve elim toz içinde kaldı.

Bu orman yakılmıştı. İçindeki her şey ölmüştü.

Tabii bu tılsım ekmemi engellememeliydi ama yine de yapamadım, değişik yerler denememe rağmen avcumla dokunduğum hiçbir yerde tılsım belirmedi, doğal olarak olduğum yerde kalakaldım.

Durmanın bir anlamı yoktu, ben de gittiğim yere dikkat ederek yürümeye başladım. Dokunduğum parlak şey de bir ışınlanma tılsımı olmalıydı ve ben aptal gibi gidip ona dokunmakta hiçbir sıkıntı görmemiştim. Işınlanma tılsımını aktive etmek için tılsıma yakın olmak gerekirdi ve bu tuhaftı çünkü yakınlarda kimsenin varlığını hissetmemiştim.

Bir süre yürüdüm ancak hiçbir yere ulaşamadım, ölü ağaçların ardı arkası gelmiyordu; gecenin lacivertinde her şey daha da karanlık görünüyordu. Artık yürümek de en az durmak kadar saçma gelmeye başladığında bağırmayı düşündüm ama cesaret edemedim çünkü çevremde iyi kişiler olabilirdi, evet ancak bendeki bu şansla kesin bir seri katile ya da uğursuz bir iblise falan denk gelirdim. Cidden, kim gecenin bir yarısında, belinde kılıcı bile yokken koridorun ortasında pusu kurmuşçasına bekleyen bir ışınlanma tılsımına denk gelip hiç bilmediği yerlere gönderilirdi ki? Tabii ki Baekhyun.

crimsonWhere stories live. Discover now