17. Bölüm: "FORTUNA"

23.9K 2K 1.5K
                                    

Medya; Barbaros Kantarcı
Şarkı; Carl Orff - O Fortuna








      “Ne düşünüyorsun?” dedi Giray elindeki kalemi parmaklarının arasında sallarken.

      “Ne mi düşünüyorum?” diye karşılık verdi Rüya.

      Annesinin son günlerde kızına karşı merakının yok denecek kadar azalmasına içerliyordu. Babası bir var bir yoktu, annesi zaten hiç yoktu, olsa bile varlığını hissedemiyordu. Yeni yıla girecekleri gün soğuk ve mesafeli birkaç cümle dışında kurdukları, paylaştıkları sohbetlerin bir mum gibi sönmesini kabullenemiyordu.

      Arasındaki buzdan kaleleri eritmenin bir yolunu bulamıyordu ve artık bunu umursamıyordu. Ne de olsa annesinin kendisine hamile kaldığı yaştaydı ve artık olgunlaşmalı, annesiz yaşamayı öğrenmeliydi.

      Bu düşünceye sahip olmasının tek suçlusunu annesi olarak gördüğü halde babasının da o kadar masum olmadığını görüyordu ama olan olmuştu, bir seçim yapmıştı ve artık babasıyla yaşamaya mahkumdu. Babasının melek olmadığını en başından biliyordu.

      Damarına basıldığı an kendisine el kaldıracağını, evden kovabileceğini, fazla para isterse vermeyeceğini, hayatını kısıtlayacağını, kılığına kıyafetine karışacağını ve kendisinin istemediği şeyleri yapmaya zorlayacağını biliyordu. Ancak annesine karşı duyduğu bir öfke vardı ki buna isim bile koyamıyordu, o öfke babasının tüm bu huylarına karşı üç maymunu oynamasını sağlamıştı.

      Yeni yıla Giray ve diğer birkaç arkadaşı ile girme planı yapsa da evde tek başına girmişti. Her arkadaşı özel davetlere kabul edilmişti ve Cengiz birkaç kız arkadaşı ile dışarıya çıkınca koskoca evde yapayalnız kalmıştı. Yalnız kalmanın kendisini mutsuz etmesine izin vermeyip birkaç plan yapmıştı, kendisine yemekler yapıp televizyon karşısında vakit öldürmek gibi.

      Başta halinden memnun gibi görünüp kendini kandırmayı başarsa da saatler geçmeden sinir krizleri ile evi darmaduman etmiş, yemek masasını alaşağı etmiş, evin bir köşesine sinip ağlayarak dışarıda kopan havai fişek seslerini dinlemişti. Babası sabaha karşı döndüğünde ise evi bıraktığı halde bulduğu için Rüya’nın cinnet geçirmesini görmemişti.

      “Evet, ne düşünüyorsun Rüya? Daldın gittin. Sorun ne?”

      Giray’ın bu düşünceli tavırlarına karşı yine pervasızca konuşması kendisini bile üzüyordu. Sempati ile karşılık vermek istiyordu ama elinde olmadan somurtuyordu.

      Elini çenesinin altında koyup, “Hiç. Ben zaten soğuk biriyim, bilmiyor musun?” dedi. Mavi gözleri asıl rengini kaybetmiş gibiydi, Giray’ın gözleri ile çarpıştığında griden farksızdı.

      Bugün de Giray, Rüya’ya derslerinde yardım etmek için ısrar edince güç bela kütüphaneye gelmişlerdi. Giray’ın Rüya’dan iki yaş büyük olması avantajdı, her sene zayıf dersleri için kapısını çaldığı tek insandı Giray. Zaten daha hangi konularda yardım etmiyordu ki? Giray’ın arkadaşları çoğu zaman bu ikilinin arkadaşlığını yadırgasa da Giray halinden gayet memnundu, kimseye kulak asmamaya devam ediyordu. Rüya’yı bir başka seviyordu, hiç nedensiz.

      “Buzdolabısın Rüya,” diyerek gözlerini devirdi Giray. “Seni o gün bıraktığım için küs musun yoksa?” diye de devam etti.

      “Saçmalama. Evde harika vakit geçirdim. Yalnız kalmak çok iyi geldi,” dedi Rüya ve önündeki koladan pipetle içti.

      “Rüya,” dedi Giray dik dik bakarak. “Sen kimi kandırıyorsun? Beni o Cengiz’le karıştırıyorsun sanırım. Adım gibi eminim senin kötü bir gün geçirdiğine,” deyince Rüya ne olursa olsun Giray’a yalan söyleyemeyeceğini fark etti.

      “İnsan sarrafı,” dedi Rüya, Giray’ın defterini karalayarak.

Themisʼin GözyaşlarıWhere stories live. Discover now