22. Bölüm: "SEPYA" ~ I. Kitap Finali

24K 1.9K 970
                                    

Selaaaaammm! Hem 17 hem de 22 bölümde paragraf içi yorumların silindiğini fark ettiğim için kitap dosyasındaki düzenlenmiş halini paylaşmaya karar verdim. Dilerim severek okuyacağınız bir bölüm olur.

Keyifli okumalar! Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin, sizi seviyorum...

Twitterʼda #themisingozyaslari etiketiyle atılan her Tweetʼi paylaşacağım.



      Siyahın kaç farklı tonu olabilirdi? Dört bir yanımı çepeçevre kaplayan katran karası karanlığın daha hangi tonunu göreceğim? En kötüsünü yaşadığımı düşündüğüm günlerde daha ne olabilir ki acaba derdim ve hep biraz daha kötüsü karşılardı beni. Otuz iki senedir hâlâ nefes alabildiğim için bu duruma alışmam gerekirdi ama görüyordum ki yorgun kalbim buna hiçbir zaman alışamayacaktı.

      Yaralarımın üzerinde tuz kalıntıları acıtırken ruhumu, tarumar olan bedenim bir paçavra gibi savrulurdu okyanusta. Parmak uçlarıma dokunan balıklar gülümsetirdi yüzümü, dalgalar savurdukça alabora olurdum bir tekne gibi.

      İçimde saklayıp kimselere açmadığım acılar bir kurt misali yemeye başlamıştı bedenimi, bertaraf edilmiştim. Çok zaman geçti, çok sular aktı, çok seller oldu ve çığlar. Nice şairler kaleme aldı acıları, mürekkep yetmedi çoğu acıyı anlatmaya. Çoğu pinhan acılarımı anlatmaya mecalimin kalmadığını hissettiğimde yağmura tezahür ederdim. Bir anne kucağı gibi beni sarıp sarmalardı yağmur, temizlerdi kirli ruhumu.

      Akmıyordu gözyaşım, kurumuştu göz pınarlarım. Kalkmıyordu kolum, kirpiklerim zorla açılıp kapanıyordu, dudaklarım mühürlenmişti, kalbim yorgunluğunu ani gelen ağrılarla peyda ediyordu. Sonsuz yenilgilerin altında ezilip kalmıştım, üzerime bir bina çökmüştü sanki, toz duman içinde kalmıştım, her yerim sepya her yerim ölüm.

      Ölümü düşündüm.

      Tam şu an, garip bir hava gökyüzüne hakimken ve ben bu kadar kırılmışken öleceğimi bilsem bu durum bende nasıl bir duygu değişimine yol açardı? Kuşkusuz sevinirdim. Sevinirdim çünkü ölüm, hayatı boyunca acı çekmiş bir insan için kurtuluştu. Sevinirdim çünkü insanlar, öteki hayatımda beni mutluluğun beklediğine inandırmışlardı. Rivayetler, safsatalar, avutmalar ile geçen ömrün hediyesiydi ölüm onlara göre.

      Bu yaşıma kadar yaşama sımsıkı tutunmuşken ve inatla beni bitirmeye kalkışan insanlara zaferlerimle yanıt verirken ilk kez ölümün o acı nefesini ensemde hissetmek istedim. Ölüm beni sarıp sarmalasın, beni içine alıp yutsun, kucaklasın istedim. Yanaklarımdan peyderpey yuvarlanıp soğuk zeminle buluşan gözyaşı kalmayınca gözlerimde, acılarımın artık beni ele geçirdiğini öğrendim. Galip gelen onlar olmuştu, bu beden artık bana ait değildi.

      Tuhaftır ki şu yaşıma kadar yarış içinde olduğumuzu düşünmezdim. Severdim acılarımı çünkü onlar beni güçlendirirdi, geliştirirdi, daha gür kahkahalar atmamı sağlardı. Meğer amaç beni ölüme sürüklemekmiş. Kandırılmışım, üzerimde oyunlar oynanmış. Asya Soylu demişler ve hemen ardından eklemişler: tüm acılara ne kadar dayanabileceğini test etmek için kullanılan bir kobay faresidir.

      Geçen tüm o hazin zaman gözlerimin önüne gelince nelere boyun eğip nelere karşı geldiğimi ve nelerin beni yerle bir ettiğini, nelerin üstesinden geldiğimi bir kez daha gördüm ve yanımdaki insanlar bir şeyler konuşurken benim tek odak noktam zihnim oldu. İlk kez ölüme susadığım halde bir korkak gibi odak noktamı değiştirmek istedim. Küf kokulu izbe bir odada bir başıma kalıp bedenimi avizeye sallandıracak cesaretini bulamadığımdan mıdır yoksa sevdiklerimi yalnız bırakma korkusundan mıdır bilmem, ölüm yerine asıl meseleleri düşünmek rahatlattı.

      Hayatı bölünen bir kız ile tanıştığımda karnındaki günahsız bebek dipdiri duruyordu. Çok değil, henüz onunla karşılaşmamıştım ki o günahsız bebek toprağı annesi bildi, kefeni babası. Nefes bile almadan nefesi kesildiği için acı çektim. Alamadığı her nefes için ben, aldığım her nefeste zehir soludum sanki. Gözleri açılmadan kapandığı için kirpiklerim titredi, toprak altından çıkan ve henüz doğru düzgün çürümemiş bedene bakarken acı çektim. Ağladı annesi. Göz göze gelmesek de yardım ister gibiydi gözleri. Tut ellerimden dedi, kurtar beni bu bataklıktan çünkü çırpındıkça batıyorum dedi, nefesim kesiliyor artık dedi, bazen de yaşamak istemiyorum dedi.

      Sımsıkı tuttum ellerinden ve küllerimizden doğacağız dedim, bulacağım bunları sana yapanı dedim, lime lime doğrayacağım o adamı dedim. Şimdi ben düştüm o sepya bataklığa, boyladım dibi. Pek de şikayetçi değildim ya, berrak bir suyun üzerindeymiş gibi serbest bıraktım kendimi. Ben batıyorum, sesimi duyuramıyorum kimseye ki duysun da istemiyorum artık. Fakat o arınıyordu tüm kötülüklerden. Ruhuna yama yapıyordum onun, iyileşiyordu. Narin elleri titremiyordu. Benimle konuşurken kapıların kilitli olmasını istemiyordu artık, duyduğu her sese sıçramıyor, yüreği bir serçeninki gibi çarpmıyordu yanından bir erkek geçince.

      “Asya,” diyordu biri. Duyduğum halde yanıtsız kalan bu sesleniş tekrarlanıyor bilmem kaç kez.

      Arapça’da şifa veren, merhem olan, tedavi eden anlamına geliyordu Asya. Yunanca’da ise güneşin doğduğu yer anlamına gelirmiş. Bu anlamları çok küçükken babamdan işitirdim. Annem koymuş bu ismi bana ve Eymen’in kalbine güneş demeye başladığımdan beri bu ismin ağırlığında ezilir oldum. Kimseye şifa olmadığım gibi zehir gibi bir etki bırakıyordum herkeste.

Themisʼin GözyaşlarıWhere stories live. Discover now