3- Ruh Sürgünü

247 215 1
                                    


Kanayan geçmişimin pençe izi... 』

Gerçek bir dünyaya hapsettim ruhumu. Ama bu gerçek dünya zihnimin ihtilaliydi. Her şey var olmuştu zihnimin zemininde. Tek eksik olan şey ışıktı. Karanlığın hüküm sürdüğü bu dünyamda bana biçilen tek şey acı dolu günlerdi. Mutluluk yasaklanmış bir lanetti ve bu laneti çözmek isteyen kimse yoktu. Yollar en derin kuytu köşelere saklanmış ve bu dünyaya ışığı getirebilecek son çarelerde tükenmişti.

Siliyordum yavaşça mutluluk kelimesini çağrıştıran kelimeyi eşyaları düşünceleri... Her silinenin ardından daha fazla karanlık yayılıyordu dünyama ve ben artık hapsolup kaldığım bu dünyada kaybolmaya mahkum edilmiş ve paslı parmaklıkların olduğu nezarethanede ölüm şarkılarını dinleyerek uyuyordum. Her şey oyun muydu? Yoksa benim kendi dünyamda kurduğum bir kurgu muydu? Acının bağrına bırakılıp kalmıştım.
Sonsuzluğu hayal sanıp kendimi onun derin sularına atıvermiş boğulmakla mücadele eder hale gelmiştim.

Derin bir nefes alıp arkama yavaşça dönüp arkamdaki kadına bakmaya başladım.
Umarım benim yabancı olduğumu fark etmez. Fark ederse onu bayıltırdım en kısa çözüm şimdilik buydu. Ellerimi elbisenin iki yanına yerleştirip kısa süre içerisinde karşımda duran kadını incelemeye başladım. 60' yaşlarında kır saçlı bir kadındı. Üzerinde benim elbisenin benzeri duruyordu. Sanırım oda buradaki hizmetlilerden biriydi. Kadının yüzüne bakışlarımı çevirdim ve yüzündeki kırışıklıklara rağmen hala güzelliğinden bir şey kaybetmediğini fark ettim.

Kahverengi irislerini bana çevirmişti ve ruhsuzca bakıyordu. Saçlarını ensesine yakın bir yerde arkadan topuz yapmıştı. Aldığı düzensiz nefeslerinden ötürü göğsü sertçe inip kalkıyordu. Sanırım hareketlerinden ötürü soluk soluğa kalmıştı. Onu bu kadar uzun uzun izlediğimi fark edip ellerimi elbisemin iki yanında çekip önümde birleştirip kapalı duran dudaklarımı aralayıp aklımdaki düşünceyi dile getirdim.

"Bana mı seslendiniz hanımefendi?"
Sözlerimden sonra kaşlarını çatarak kahverengi harelerini gözlerime sabitleyip uzun uzadıya bana bakmaya başladı. Yüzündeki şaşkınlığı her zaman insanlarda gördüğüm şeydi. Beğeni ve kıskançlık evet benden hayli yaşlı olmasına rağmen benim sahip olduğum bu güzelliği kıskanmış ve benim gibi olamadığı için hafif bir kıskançlık duymuştu. İşin garip tarafı ben bunu yüzünden anlayabilirdim ama nasıl bunu hissetmiştim? Bana olan bu kıskançlık hissini hissetmem ne kadar tuhaftı. Bu gerçekten garipti. Kadın eliyle beni gösterip konuştu.

"Sen şu kaleye gönderilen yeni hizmetçilerden biri misin?" diye sordu sorgu dolu bakışlarla.

Krizi fırsata çevirebilirdim. Hem yeni gelen hizmetlileri görmemiş olabilirdi hala.
Kafamı sallayarak onayladım onu.

"Evet kaleye yeni gönderilen hizmetlilerden biriyim ama kayboldum. Diğerlerini aramaya çalışıyordum hanımefendi." dedim .

Sözlerimin ardından ellerini belinin iki yanına yerleştirip başını biraz ilerideki koridoru gösterdi.
"Buradan ilerle mutfağa çıkacaksın oradakilere yardım et mutfaktan sakın gerekmedikçe ayrılma! Anlaşıldı mı? Ve bu arada senin gibi bir hizmetçi bu denli güzel olması ne acı. Sana acıyorum o güzelliğin seni bu yaşadığın sefaletten kurtaramayacak" dedi kan kusan sözleriyle. Yüzündeki aşşağılıyıcı ifadeyle bana bakıyordu. Küçümseyici bakışları beni fazlasıyla rahatsız etmişti.

ÖLÜMÜN MELODİSİ *Varta *Where stories live. Discover now