Aras

1.9K 132 11
                                    

"Metin, kanka kalk kahvaltı hazır"

İçerden, Furkan'ın sesimi duyduğumda, gözlerimi karşı duvarda duran babam ve annemin fotoğrafından çekip, oturur pozisyonuna geldim.
Aslında çoktandır kalkmıştım. Annem ve babama, bu kadar kötülüğün olduğu dünyada, beni yalnız bıraktığı için, resmen gözlerimle hesap soruyordum.
Sanki onlar, benim böyle yaşamamı çok istiyormuş gibi saçma sapan düşünceler aklıma getirip, önce isyan ediyor, sonra da özür diliyordum.

Yataktan kalkıp, çerçeveli fotoğrafı elime alıp, defalarca kez öpüp, titrek sesimle;

"O-oğlunuz artık.... Artık yaşamak istemiyor, ç-çünkü..."

Devamını getiremedim. Gözlerimin dolmaması için alt dudağımı, sertçe dişleyip, acı bir şekilde gülümsedim. Olcay'ın yaptığı bu şerefsizlik, benim için en basitiydi.
3 yıl önce, akrabalarımdan, Babam ve annemden, bana kalan paraların hesabını sorduğumda, 'bizi hırsızlıkla mı suçluyorsun' diye, hastanelik edecek kadar dövmüşlerdi.

O paralar, belki beni dünyanın en zengini yapmayacaktı ama en azından insan gibi yaşamama katkı sağlardı.
Ama yok. Hayatım tepetaklat ilerliyordu. Rüzgarda savrulan yaprak gibiydim.

Bana bu dünyada iyiler hep kazanacak. Sen sadece sabret diyen o şerefsizlerin hepsini sikeyim. Asla böyle birşey yoktu. Hırsızından tut, katiline kadar herkes, yakalanmadığı sürece krallar gibi yaşıyordu.
Tekrardan annem ve babama bakarak;

"Sizi çok özledim.... birgün intihar edip, yanınıza geldiğimde, sakın beni kovmayın olur mu"

O kadar, Allah'a emanet yaşıyordum ki, bomboş bir hayat. Yaprak misali, rüzgar nereye esse o tarafa uçuyordum. Gittiğim yerler bana, dertten başka birşey vermiyordu.

Son kez fotoğrafa bakıp, duvara astım. Arkamı dönüp, elimi de tişörtümün içine koyup, belimi kaşıdım ve kapıya doğru gidip, esnedim.
Kapıyı açınca, Furkan telefondan birşeyler yazıyordu.

"Günaydın kankaaam"

"Günaydın, Haydi elini yüzünü yıkada, kahvaltı hazır"

"Kiminle mesajlaşıyorsun"

Deyip, gülümsedim. Acaba yeni bir kız arkadaşı mı edinmişti.
Bu konu da, gerçekten kızlar onun etrafında pervaneydi. Çünkü yakışıklı bir yüzü ve güzel bir fiziğe sahipti.

"Öylesine biri, haydi gel çayı koyuyorum"

Yarım ağız gülüp, lavaboya gittim. Elimi yüzümü yıkayıp, aynaya baktım. Kıpkırmızı olmuş gözler...
Ulan Furkan yine soracak bir sürü soru. Of ya, neden bu şekil konuştum ki kendisiyle.

Neyse, artık yapacak birşey yok. Gerçekleri saklamaktan, iyiyim havası vermekten yorulmuştum zaten.
Benden sıkılan benden uzak durabilirlerdi. Bu her kim olursa olsundu.

Lavabodan çıkıp, mutfağa geçtim. Kahvaltı hazırdı. Furkan ekstra olarak, kahvaltının yanında, meyvede dilimlemişti. Sinirle Furkan'ın yüzüne baktığımda, tepkimden çekinir gibi bana bakmadan, eliyle sandalyeyi gösterdi.

"Niye dilimledin onları, sen ye demiştim değil mi"

"Lan geç otur, bu Olcay müdürün gönderdikleri değil. Dün dışarı çıkıp, bizzat kendim aldım. Zaten benim de vitamin almaya ihtiyacım var. Kaslar eriyor, kaslar"

Deyip, eliyle, pazılarını gösterince, bir süre yüzüne bakıp, gittim ve buzdolabını açtım. Olcay müdürün gönderdiği meyveler yerinde duruyordu

"Geldiğimde, bunlar bitmiş olsun, görmek istemiyorum"

"Tamam lan, geç otur yine dellendin ha"

Öyle bir söyledi ki, yanına gidip, yanaklarımdan makas alıp, masaya oturdum. Aldığı çileklerden birkaç tane ağzıma attım.

ReSeP-SiYoNiST | BXBWhere stories live. Discover now