Gerçekler

1.7K 118 12
                                    

Olcay müdürü karşımda bu şekil bitkin bir şekilde görünce afalladım. Çünkü duygusuzmuş gibi geliyordu bana. Aslında duygusuz diye kimse yoktur. Ama duygularını o kadar iyi kamuflaj etmişti ki, ne yapacağımı şaşırmıştım. Bir yanım hala ona kızgınken diğer yanım, gidip, sarılmak geliyordu. Çünkü böyle durumlarda insana en iyi gelen şey buydu. Bende aileme her özlem duyduğumda sessizce gözlerimi bir yere kitleyip, kalıyordum. Biri gelsin de bana sarılsın ve korkma ben buradayım desin istiyordum ama yok.
Sanırım sessiz bir şekilde ağlamak bizim kaderimizdi ve kimsesiz kalanların genel mottosu da buydu.

Yanına gitmeden, masanın yanında duran boş sandalyeye oturdum. Yatağa geçmek istemiyordum. Çünkü bu yakışık kalmazdı.

"Neden giyinmediniz?"

Gözlerine bakarak sorduğum soruya sadece yutkundu. Dudakları düz bir çizgi halini alınca, bakışlarımı yere indirdim.

"Sanırım, ikimizi de bu hayatta en çok sevdiklerimiz yormuş, onları hergün her dakika özlemek yormuş, sürekli hayalleriyle yaşamak yormuş"

Olcay müdür, her konuştuğunda, kafamı biraz daha önüme eğdim. Gözlerimi kapatıp, onu dinledim sadece. Ağlamıyordum ama gözlerimi de açmak istemiyordum.
Haklıydı. Özlemek, sevmek, hayallerle yaşamak insanı dert sahibi yapıyordu.
Olcay müdür tekrar üzgün bir sesle;

"Zaman öyle bir geçiyor ki, alıştım zannediyorsun ama içindeki bu özlem bitmek bilmiyor. Herkese karşı tahammülsüz oluyorsun, en ufak bir ses bile, insanı en derinlere koyabiliyor"

Gözlerimi açıp, gözlerimi, gözlerine çıkardım. Ama birşey söylemedim.
İnsan sevdiklerini kaç yıl sever, yada kaç yılda unuturdu.
Gidince mi, yoksa ölünce mi yada yeni biriyle tanışınca mı?
Cevap vereyim. Hiçbir zaman ne sevmekten vazgeçersin, nede unutursun. Sadece yaran kabul bağlar. O da en ufak bir sözde, bir harekete tekrar kanardı.
İşte bende bu yüzden nefret ediyordum, bu geri dönülemez yollardan. Şuan Olcay müdürü benden daha iyi kimse anlayamazdı. Suskunluğum devam edince, Olcay müdür, sözlerine devam etti;

"Bazen arkadaşlarım, ailesinden bıkıp, yalnız kalmak isterlerdi. Verdiğim ilk cevap: git ve dört elle sarıl ailene oluyordu. Çünkü yalnız olmak kadar kötü bir durum yok bu hayatta"

"M-müdürüm, kapıyı açın nolur, gitmek istiyorum"

Kırk sesimle konuşunca, yatağa sabitlediği bakışlarını hızlıca bana kaldırdı ve tekrar tekrar yutkundu. Önce ağzını açtı, fakat yüzümde mimik dahi oynamayınca, konuşmaktan vazgeçip, dudaklarını tek çizgi haline getirdi.

Bir süre sessiz bir şekilde birbirimize baktık. Ne o, nede ben yerimizden kıpırdadık. Bu sessizliği Olcay müdürün şefkatle çıkan sesi bozdu.

"Sırtın nasıl oldu, hala acıyor mu?"

"Olcay bey, kapıyı açın lütfen, benim şuan burada olmam bile çok saçma"

"Anlamadım...., saçma olan nedir?"

Şimdi nasıl söyleyecektim, sen bir erkekle sevgilisin, ve benimle aynı odada olman çok garip, ve saçma diye. En önemlisi Emir itine de ayıp oluyordu.

"Saçma olan sizin karşımda bu şekil çıplak oturmanız, ve benimle aynı odada kalmanız"

Tek kaşını kaldırıp, bana baktı. Sonra ayağa kalkıp, kıyafetlerini aldı ve banyoya gidip, giyindi.
Ardından, yanıma gelip, az biraz uzağımdaki sandalyeye oturup, bir ayağını da kendine çekti.

"Saçma olan durum hal olduğuna göre, şimdi sakince konuşalım"

"Konuşmak istemiyorum sizinle"

"Sırtın nasıl oldu?"

ReSeP-SiYoNiST | BXBWhere stories live. Discover now