SINIRLAR

5.9K 348 10
                                    

#Blueneck- Sawbones

Ops! Esta imagem não segue nossas diretrizes de conteúdo. Para continuar a publicação, tente removê-la ou carregar outra.

#Blueneck- Sawbones.

OTUZ YEDİNCİ BÖLÜM

Yelkovan ve akrep aynı noktada birleşip orada durdular. İki insanın buluşmasındaki acı, saati yerinden etti ve yere düşen saat binbir parçaya ayrıldı. Dizlerimin değdiği asfalt yol alev alıyor gibi hissettim ama hareket etmedim. Burası, bütün çığlıkların son bulduğu yerdi. Burası, onun benim kendi ellerimle bilediğim bıçağı bana sapladığı yerdi.

Güzel ve çirkin. Babamın bana hayatım boyunca anlattığı tek masaldı. Diğer insanların anlattığı masalların sonlarına inanmadığım gibi bununda sonuna inanmamıştım. Babasını kurtarmak için karanlık bir şatoya hapsolmuş güzel bir kız ve çirkinlikle lanetlenmiş bir prensin masalıydı. Belirli bir süresi vardı ve ancak aşık olurlarsa büyü bozulacaktı. Kızın bundan haberi yoktu. O, çirkin halini sevmişti. Koca ellerini ve evcilleştirilmemiş kişiliğini. Maske inmiş, büyü bozulmuştu ama kişilik olarak hala aynıydı. Hala evcilleştirilmemiş bir kişiliği vardı.

Ona baktım. Dehşetin, çehremde bıraktığı ize aşinaydım. Nerede olduğumuz önemli değildi. Peşimizde olan adamların bile artık bir önemi yoktu. Hiçbiri ama hiçbiri karşımda duran adam kadar tehlikeli değildi. Sessizlikle mühürlenmiş gözlerimiz birbirine değdi ve asıl kaos oradaydı. Defalarca şahit olduğum o ses, güvenimi parçalara ayırmış, yansıması gözlerime mesken etmişti. Bana kabusumu hatırlatmıştı. Birazdan o namlunun ucunu bana doğrultmayacağına nasıl emin olabilirdim? Bu dehşete nasıl katlanabilirdim? Kan yerdeki çatlaktan bana doğru yol almaya başlamıştı. Gözlerimi biraz daha orada gezdirdim. Ölüm, belkide ilk defa bu kadar gerçekti.

"Oyun sanıyorsun değil mi?" Göz yaşları yanaklarıma süzülürken güldüm. Hıçkırmıyordum ya da gözlerimde acının verdiği o yoğunluk yoktu. Boştum, ruhsuzdum. Belkide en çok şimdi kaybetmiş hissediyorum. Hiç kazanmadığım halde.

"Oyun değil mi?" diye sordum. Gülüşündeki tını içimi kazdı ve bütün inancımı oraya gömdüm.

Kollarını iki yana doğru açtı. "Bu yolun bir çıkışı yok, anladın mı beni?" Durdu. Konuşmakta zorluk çekiyormuş gibiydi. Onun nefesini kesen şey neydi? Gözlerimin içine baktı. Anlamamı istiyordu ama neyi? Ben onun anlattıklarına sağırdım. "Bu yeri yaparken bilerek bir çıkış yapmadılar!" diye bağırdığında yerimden kıpırdamadım. Boş gözlerle onu seyretmeye devam ettiğimi gördüğünde yüzündeki ifade solmuştu.

Gözlerim sabit bir noktaya bakıyordu. Çok az kalmıştı. Birazdan o kan banada bulaşacaktı. "O halde bizde kendimize bir çukur kazar, daha çok dibe batarız." Sesim ruhsuzlukla damgalandı.

"Yaptığımız bu değil mi zaten?"

Sustum. Kan, dizlerimin altına ulaştı ve orada bir iz bıraktı. Silinse de geçmeyecek bir iz. Titrediğini iliklerime kadar hissettiğim ellerimi çatlağa doğru uzattım. Bütün bedenim sarsılıyordu. İçime dolup taşan haykırışı tutamadım. Zaten hiçbir zaman için olaylara zamanında tepki veren biri olamamıştım. Tırnaklarımın içine dolan kanı seyrettim. Dehşet, ellerimdeydi. Dehşet, yüzümdeydi, gözlerimdeydi. Belkide en çok gözlerimdeydi.

GÖLGEOnde histórias criam vida. Descubra agora