5. Kurtadamın Sırrı

3.5K 257 27
                                    

Hogwarts'ta haftalar geçmişti. Diana geldiği gibi sürekli Ravenclaw'a puan kazandırırdı. Aslında Minerva ona puan verilmemesini talep etmişti ama Albus, eski dostunu neşelendirdiği sürece onun da normal bir öğrenci gibi puanlamaya dahil edileceğini söylemişti. Diana da ona gülümsemiş ve mutfaktan onun için en sevdiği yiyecekleri aşırmıştı.

Diana burayı kuruluş günlerinden beri bilen tek kişiydi. Bu süre içerisinde de şatonun neredeyse her sırrını çözmüştü. Hala neredeyse diyordu çünkü Hogwarts o kadar kocaman ve büyülü bir yerdi ki tamamını keşfetmenin mümkün olduğunu sanmıyordu. Ama sanırım bu keşiflerin içinde en işe yarıyanı mutfağa açılan o küçük armutçuğu kaldırmaktı. Zaten gerisi oldukça kolaydı, mutfakta yüzlerce ev cini sana yiyecek bir şeyler vermek için sıraya girerlerdi.

Tabii bu sırada Severus ve Lily ile de çok iyi vakit geçiriyordu. Üçünün birlikte göğüs geremeyeceği zorluk yoktu. Ah bir de şu Çapulcular olmasaydı.

Sirius ve James yanlarına zeki ama sessiz Remus Lupin'i almışlardı. Aslında Diana Remus'u sevmişti. Hiç kuşkusuz en sevdiği Çapulcu'nun Remus olduğunu söyleyebilirdi. Ne yazık ki sadece 3 kişi de değillerdi. Remus'un acıdığını tahmin ettiği - sanırsa bu yüzden onu aralarına almışlardı - Peter Pettigrew da artık onların bir üyesiydi. Bu dörtlüyü de her Karanlık Sanatlara Karşı Savunma, İksir ve Uçuş Dersi'nde görüyordu. Aslında bundan pek de şikayetçi olduğu söylenemezdi, sonuçta Lily'i de görüyordu. Fakat Sirius'u her konuda yenmek artık sıkıcı gelmeye başlamıştı.

İksirlerden her ne kadar nefret etse de - bunun nedeni onu bu lanete sürükleyenin iksirler olmasıydı - bu konuda oldukça başarılıydı. Tamam, Sirius'un da doğuştan gelen zekasını hafife almak anlamsızdı ama bu Diana'nın bu dersleri yaklaşık 1 milyonuncu görüşüydü. Karanlık Sanatlara Karşı Savunma'da her ne kadar Sirius yaşıtlarına karşın üstün yeteneklere sahip olsa da Diana onun çok da yaşıtı sayılmazdı. Söyleseydi ya Sirius aşağı yukarı 1000 yaşında mıydı? Ama itiraf etmesi gerekirse Diana bu onun ilk öğretim hayatı olsa Sirius'un onu bu derste yenebileceğini açıkça söyleyebilirdi. Yine de onu çıldırırken görmek de epey eğlenceliydi.

Uçuş derslerinden bahsetmesine gerek bile yoktu. Diana zaten Hogwarts'ın şu tarihe kadar gördüğü en iyi Arayıcı'lardan biriydi - rastlantı eseri çoğunun adı Diana'ydı. Hatta onun uçmak için bir süpürgeye de ihtiyacı yoktu ;). Fakat bu konuda Potter'ın hakkını vermek zorundaydı. Çocukta doğuştan gelen bir yetenek söz konusuydu. Diana onun da mutlaka Gryffindor'un Quiditch takımında yer alıcağına inanıyordu.

Severus ileyse Biçim Değiştirme ve Sihir Tarihi dersleri ortaktı. Severus'un hayli ilgili olduğu konular olduğunu söylenemezdi.

Bunun dışında Diana iyice Ravenclaw'larla da kaynaşmıştı. Kendi yaşıtı olan Susan Pendragon ve Xenophilius Lovegood'la bayağı iyi anlaşabiliyordu. Zaten Ravenclaw'ların çoğu onun karakterine benzerdi.

Diana'yı en çok mutlu eden şeylerden biriyse yeniden ablasına kavuşmaktı. Ablası yüz yıllardır Hogwarts'ta hayalet olarak faaliyet sürdürüyordu. Dolayısıyla Diana da her Hogwarts'a gelişinde onunla yeniden karşılaşıyordu. İlk yaşamını anımsıyor, en karanlık arzularının onu ele geçirdiğini anımsıyordu. Ama yine de sahip olabileceği en iyi hayatlardan biriydi. Ablasını da yüz yıllar önce affetmiş, bunun onun hatası olmadığını ona kabul ettirmişti. Helena'yı o kadar çok seviyordu ki bu saçma sapan lanet yüzünden ona küs kalamazdı.

Sihir Tarihi dersinden çıkarken Severus'a onu beklememesini söylemişti. Bunun yerine Gri Leydi'yi yani Helena'yı ziyaret etmeye karar vermişti.

Her zamanki buluşma yerleri olan Astronomi Kulesi'ne çıktı. Ve ablasını orada buldu. "Hey, Helena! Ben geldim." Helena kız kardeşine döndü. Yüzünde oluşan buruk gülümseme aslında her şeyi anlatıyordu. Düşündü Diana, eğer ablası bu kadar kıskanç olmasaydı neler olurdu? Öncelikle ölmezdi ya da en azından öldükten sonra sürekli ve sürekli dirilmezdi. Annesi de belki bir süre daha yaşıyabilirdi, eğer diadem çalınmasaydı ve Helena kaçmasaydı. Kesinlikle kendi de ölmezdi, Kanlı Baron'u bir katil yapmazdı, Kanlı Baron da yaşardı. Ama hayır Diana ona kızamazdı. O her şeye rağmen ablasıydı. "Bugün pek bir şey olmadı ama seni görmek istedim." Helena'nın gülüşü iyice buruklaştı. "İyi etmişsin, ben de seni özlemiştim."

Bir süre konuştular. Yıllardır hala değişmeyen tek şey buydu. Helena ile birlikte olmak ona kendini genç hissettiriyordu. Nihayet gitmesi gerektiğini anlayınca "Neyse, görüşürüz o zaman." Helena gülümsedi. "Cuma öğleden sonra burda olucam." 2 gün sonra diye düşündü Diana. Dolunay akşamı.

Arkasını dönüp gideceği sırada Astronomi Kulesi'nin yan tarafından kollarını sarkıtan bir çocuk gördü. Oldukça solgun bir görünüme sahip olan bu çocuk Çapulcular'ın üyesi olan Remus Lupin'di. Diana yanına gitme dürtüsüne engel olamadı.

"Hey, naber? Burada ne yapıyorsun Zeki Çocuk?" diye sordu yanına geçerken. Remus paniğe kapılmışa benziyordu. "Ee, şey- ben.." Diana anlayışla gülümsedi. "Sakin ol, sorguda değilsin! Cevap vermek zorunda değilsin." Remus önce rahat bir nefes verdi sonra birlikte güldüler. "Seni tanıyorum." dedi Diana birden. "Black ve Potter'ın arkadaşısın." Yüzünü buruşturdu. Şimdi çok ekşi bir limonu çiğnermiş gibi bir ifadesi vardı. "Onlarda ne buluyorsun?" Remus yine güldü. "Benim onlarda ne bulduğumu boş ver de, anlaşılan Sirius sende bayağı bir şey buluyor." dedi muzip sayılabilecek bir sırıtış eşliğinde. "Senin büyüleyici olduğunu düşünüyor." Diana omuz silkti. "Eh, öyleyim de ondan." Remus yine güldü ama sonlara doğru acı çeker gibi bir ifade yerleşti yüzüne. "Özür dilerim." dedi küçük bir inleme eşliğinde. "Neyin var?" diye soruverdi Diana. Aslında Zihnefendet'i kullanarak neler olduğunu öğrenmeyi çok istiyordu ama bunun oldukça yanlış olucağının da bilincindeydi. "Hiç.." dedi Remus biraz telaşla. "Sadece biraz rahatsızım." "Anlıyorum." Diana tekrardan gökyüzüne baktı. "Ah, iki gün sonra gece buraya gelsek ne iyi olurdu." Remus'a açıklama yapmak istercesine "Dolunay var da." dedi.

Aslında Diana, Remus o sözcüğü duyunca öyle bir tepki vermeseydi bu ihtimal belki aklından bile geçmezdi ama korkuyla kocaman açılmış gözler ve sanki mümkünmüş gibi bir ton daha atan ten rengi onu doğruluyordu. "Sen bir kurtadamsın!" dedi heyacanla. Fakat son sözcüğün ikinci kısmı çok net çıkmamıştı çünkü Remus'un ağzını örten eli sesi boğuklaştırmıştı. Diana çırpınmaya başlayınca Remus elini hızla çekti ve "Özür dilerim, özür dilerim. Sadece- o kelimeyi lütfen yüksek sesle söyleme." dedi ama sesi rica etmekten çok uzaktı. Diana 'Peki' anlamında kafasını salladı. Remus biraz sakinleşince kaşlarını çatarak ona döndü. "Nasıl anladın?" "Eh," dedi Diana sanki çok bariz bir şeyöiş gibi. "Dolunay yaklaşırken bu kadar hasta olman elbet tesedüf olabilirdi ama ondan bahsettiğimde attığın o korkunç bakış her şeyi ele verdi." Remus anlamış gibi kafasını salladı. "Peki bu nasıl oldu?" diye sordu Diana merakla. "Şey," diyiverdi Remus. "Ben küçükken bir saldırıya uğradık ve ben de ısırıldım. Aslında Dumbledore burada olmasa okula kabul edilemezdim ama o, o bana güvendi." Diana yeniden gülümsedi. "Peki sen neden buradaydın?" diye sordu Remus nazikçe. Diana cevap vermemek için kaçış yolları arıyordu ama Remus'un dediği şey kendini kötü hissetmesine yol açtı. "Sırlar çift taraflıdırlar Diana. Ben kendiminkini seninle paylaştım." Düşündü. Aslında en azından bir kişiyle paylaşsa içi rahat edebilirdi. Dudağını ısırdı. Hem Remus onun sırrını ifşa edemezdi çünkü o zaman Diana da onunkini yayardı. "Dişi Anka diye bir şey duydun mu?" diye sordu usulca. Remus'un yeniden çatılmış kaşlarına bakan Diana bilmediğini anladı. "Öldükten sonra başka bir cadıya aynı isim verildiğinde onun bedenine kaçabilen ruhlara verilen addır. Gerçi Bakanlık'ın kayıtlarında duran hala sadece bir Dişi Anka var o da-" Duraksadı. Sanki güç bulmaya çalışıyordu. "O da benim." dedi itiraf edercesine.

İşte şimdi Remus'un yüzündeki ifade oldukça değişikti. Eğer böyle bir durumun içerisinde olmasalar Diana ona saatlerce gülebilirdi. "Anlıyorum." dedi Diana'ya bir ömür kadar uzun gelen yaklaşık 100 saniyenin sonunda. "Gerçekten mi?" diye sordu Diana şaşkınlıkla. "Evet." sonra duraksadı. "Zor olmalı. Ne zamandır devam ediyor?" Diana artık kahkaha atma istediğini dizginileyemiyordu. Yüzyıllardır bir çok kişiye bunu anlatmıştı ve hiç kimse bu kadar mantıklı bir tepki vermemişti. Ee, Diana bu çocuğa boşuna 'Zeki Çocuk' dememişti.

Diana nihayet kendini kontrol edebildiğinde mahcup bir ifadeyle "Yaklaşık 1000 yıldır." dedi. Remus ise meraklı bir edayla "Peki ilk evebeynlerin kimlerdi?" diye sordu. Diana ona kısaca hikayesini anlattı. Remus da yine yerinde tepkiler verdi. "Sonuç olarak yine 11 yaşında bir çocuğum." diye noktaladı. Remus ayağa kalktı. "Eh, artık gitmem gerek. Seninle konuşmak oldukça rahatlatıcıydı. Merak etme, sırrın güvende." Diana'yı da elinden tutarak kaldırdı. "Sonra görüşürüz." Diana gülümsedi. "Görüşürüz Zeki Çocuk."

Ravenclaw'un LanetiWhere stories live. Discover now