27. Bölüm

3.2K 140 16
                                    

Elimde tutuğum mektuba bakakalmıştım. Bu kadar yakın mıydı Ölüm Yiyen olma zamanı.

Abim... Sol koluna yayılan yılan dövmesiyle Karanlık'ın içine tamamen girecekti. Geri dönüşü olmayan Karanlık'a. Her adım atmaya çalıştığında tamamen batacaktı bataklığa. Her adımda loş karanlık belki de zifiri bir hal alacaktı. Kimseyi görmeyecekti Karanlık'ta. Beni bile...
Aklım bambaşka bir düşünceyle dolarken boğazıma düğümlenen yumruyu atmak için çırpınıyordum adeta. Peki, benim düşündüğüm şeylere karşı şuan bu kadar tepkiliyken, Ölüm Yiyen olunca ne olacaktı? Karanlık Taraf düşüncesi tüm hücrelerine yayılırken ne yapacaktı?
Sakinleşmek için gözlerimi kapatmıştım ama beynimde görüntüler oluşmaya başlamıştı bile. Annem ve babamın üzerimde kurdukları baskı daha da artacaktı. Abim her saniye eskisi gibi olmam konusunda baskı kurmaya devam edecekti.
Yatakhanenin kapısının biranda açılmasıyla hızla elimdeki zarfı bulduğum ilk yere, yastığımın altına, sıkıştırmıştım. Gözlerimi kimin geldiğini görmek için kapıya çevirince gözlerinden alevler saçan kız, hiddetle içeri girmişti. "Kafayı yiyeceğim! Birisi Lucius'a benim yerime birkaç lanet savurabilir mi?" Narcissa'nın kızgın sesi tüm odaya yayılmıştı.
Aklımdaki düşüncelerden uzaklaşmaya çalışarak "Neden sen savurmuyorsun ki?" diye sormuştum ilgili bir arkadaş gibi. Ama gerçekte, şuan Narcissa umurumda bile değildi. Tek umurumda olan 'Abimin Ölüm Yiyenlik' meselesiydi.
Narcissa odanın içerisinde sağa sola dönüp dururken "Çünkü," diye mırıldanmıştı. "Eğer ben lanet savurursam, savuracağım tek lanet, 'Öldüren Lanet' olur!"
Narcissa'nın sözlerini küçük bir gülümsemeyle karşılamıştım. Başka bir zaman olsa saatlerce gülebilirdim bu haline ama zerre kadar keyfim yoktu. Aklımda sadece abim vardı ya da üzerimde artacağını düşündüğüm baskı. Belki de bu yüzden göstermişti o mektubu bana. 'Şimdiden kendini hazırla.' demek için.

Akşam yemeği için hızla Büyük Salon'a ilerlerken hemen yanımda ki sarı saçları dağılmış, gözleri ağlamaktan kızarmaya yüz tutmuş kız sevgilisine karşı biriktirdiği tüm nefreti döküyordu. "... Başından belliydi zaten. Lucius'a Karanlık Taraf, Lord gibi kelimelerle gittiğin anda her şey bitiyor. Beyni otomatikman sıfırlanıyor sanki." Kızın ses tonu da en az yüzü kadar ağlamaklıydı. Sesinde hafif bir karamsarlık ve nefrette vardı sanki ama arada bir kendi söylediklerine sahte kahkahalar atarken delirmiş gibi bir izlenim oluşturuyordu gözümde.
Kulağım kızın söylediklerindeydi ama aklım bambaşka diyarlardaydı. Az önce Narcissa konuşurken aklıma Remus gelmişti. Sirius onunla ilgili bir şeyler olduğunu söylemişti ama ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu.
Başımda kocaman bir ağırlık varmış gibi hissediyordum.
Uzun koridor boyunca yürüyerek merdivenlere ulaşmıştık. Zindanın sakin koridorundan sonra merdivenleri çıkınca küçük bir kız grubunun gülüşmeleri kulağıma çarpmıştı. Büyük Salona ilerleyen koridorda hızla önümüzden geçip gitmişlerdi.
‘’Ige? Sen beni dinliyor musun?’’
Narcissa’nın soru soran sesiyle ona dönmüştüm. ‘’Di-dinliyorum tabii ki. En son Lucius’tan bahsediyordun.’’ Yalan değildi söylediğim. Tam olarak neden bahsettiğini bilmiyordum ama şuan konu sadece Lucius’tu.
Narcissa titreyen sesimi duyunca durup dikkatle beni süzmüştü. Yüzünde az önce verdiğim cevaba karşılık küçük bir gülümseme vardı. ‘’Farkında mısın bilmiyorum ama ben iki saattir ondan bahsediyorum. Yani beni dinlemiyorsun…’’ Siyaha kaçan kahverengi gözlerini gözlerime dikerken ‘’Fazla düşüncelisin.’’ diye mırıldanmıştı. ‘’Bilmediğim bir şey mi var?’’
‘Aslında çok.’ diye cevap vermek isterken tek cevabım ‘’Hayır.’’ olmuştu. ‘’Sadece Sirius’la konuşmam gerekiyor.’’
‘’Pekâlâ, önemli değil, değil mi?’’ Yüzündeki anlayışlı ifadeye rağmen ona anlatamayacağımı biliyordum. Evet, iyiydi ama hala Slytherin görüşüne sahip birisiydi.
Yüzüme sahte bir gülümseme kondururken "Hayır.’’ diye mırıldanmıştım. ‘’Önemli değil. Hmm, bu arada Cissy, bence, Lucius’u kafana takma."
Konuyu değiştirmenin en iyi yolu buydu. Lucius’tan bahsetmek.
Narcissa kafasını iki yana sallamıştı. "Anlamıyorsun, Ige. Bana söylediği şey hala kulaklarımda. 'Birazdan benim ufak bir işim var, Cissy. Sen Regulus ya da diğer kızlarla takılsan. Hogwarts'ta bir şeyler yapabiliriz.'" Narcissa sinirle dikleşirken "Geri zekâlı." diye mırıldanmıştı. "İlk Sevgililer Günümüz ve onu mahvetmeyi başardı."

Olduğumuz koridorda sola dönünce karşımızdan gelen Çapulcuları görmüştüm. Sirius eleri cebinde yüzündeki sert ve düşünceli ifadeyle James'in hararetli hararetli anlatışlarına kulak vermişti. Hemen yanlarında ki Remus, James'in konuşmaları arasında sakin bir ifadeyle araya giriyordu bazen. Peter ise gözlerini üç Çapulcu üzerinde dolaştırıp duruyordu.
Narcissa'nın ince kaşları çatılmıştı. Gözleri Çapulcuların arasında ki kuzeni ve benim aramda gidip gelmiş ve en sonunda bende durmuştu. ‘’Sirius geliyor. Sen konuş istersen. Ben de gidip biraz Regulus ve Rebastian'ın başının etini yiyeyim."
Alaylı bir gülümsemeyle "Yazık çocuklara." diye mırıldanmıştım. "Daha çok gençlerdi."
Narcissa'nın sert bakışları üzerime kilitlenmişti. ‘’Bence çok konuşuyorsun Ige. Hem sana daha Lucius’un ben okula geri dönerken ne yaptığını anlatmadım.’’
Biran çığlık atarak Narcissa’nın yanından kaçmak istemiştim. Bir de o mu vardı? Evet, bu konuda en az bir-iki saatimizi alırsa… OLAMAZ. BİR GÜNÜM LUCİUS’U KONUŞARAK BİTECEK!
Narcissa muzur bir gülümseme takınıp ilerlemeye devam ediyordu ki biranda topuklarının üzerinde geri dönmüştü. "Bu arada, bana Sirius'la neler yaptığınızı anlatmadın." Bakışlarında ki meraklı ifade beynimde ki gereksiz bir soruyu silmeye yetmişti. Bu bakışlarda Hogsmeade'de olduğumuzu bildiğine dair hiçbir belirti yoktu. Yani Lucius ve Narcissa bizi görmemişti. Tıpkı Sirius’un tahmin ettiği gibi.
Rahatlığın verdiği huzurla yüzüme küçük bir gülümseme yayılmıştı. ‘’Gece anlatabilirim, belki."
"Belki yok. Anlatacaksın!’’ Yüzündeki kararlı ifadeyle ‘Mükemmel.’ diye mırıldanmıştım kendi kendime. Bir de bunun için yalan uyduracağız.

Narcissa uzaklaşırken gözlerimi bulunduğum yere daha da yaklaşan Çapulculara çevirmiştim. Peter'ın küçük yuvarlak gözleri beni bulmuştu. Sirius'a doğru dönüp bir şeyler mırıldandığında diğer üç Çapulcu da bana dönmüştü.
Sirius yüzüne yayılan ufak bir sırıtışla göz kırpmıştı. Ama düşünceli hali hala devam ediyordu. Yanlarına ilerlerken önce şuan konuştukları konunun ne olduğunu sormalıyım diye düşünmüştüm.
"Eee anlatın bakalım, ne bu önemli mesele?" Gözlerimi Çapulcuların üzerinde tek tek dolaştırmıştım. Remus'un neşeli yüzünün arkasında umursamamaya çalıştığı bir şeyler varmış gibi duruyordu. James ise ela gözlerini bana dikerken dudakları alaylı bir şekilde kıvrılmıştı. "Hangi konudan bahsediyorsun, Ige?"
Hangi konu mu? Başka bir şey daha mı vardı? Remus'un olayından başka... "Başka ne oldu ki?" Sesim son derece meraklı çıkmıştı.
Remus kocaman olan gözlerini hızla Sirius'a çevirmişti. "Söyledin mi?"
Sirius arka arkaya sorular sorulara gülmemeye çalışarak cevap vermişti. "Bir saniye millet! Sakin olun." Bana dönüp küçük gülümsemeyle "Hala aynı olaydayız." diye mırıldanmıştı. "Birazdan anlatacağım." Remus'a dönerek "Henüz anlatmadım." diye mırıldanmıştı. "Birazdan anlatacağım."
Üzeri örtülü cümlelerin arkasındaki konunun ne olduğunu daha da merak etmeye başlamıştım artık. Saatlerdir kafamda dans eden iki sorudan biriydi bu da. Sirius'u bu kadar telaşlandırdığına göre önemli olmalıydı.
Ama Sirius'la diğer konuyu da konuşmalıydım. Korkularımı, düşüncelerimi, her şeyimi ona anlatmalıydım. Çünkü içinde saklamaktan nefret ediyordum ve sadece ona güveniyordum. Aslında sadece değil. En çok ona güveniyordum.
Remus ‘’Pekala,’’ diye mırıldanırken gözlerimi Sirius'un gözlerine dikmiştim. "Yalnız konuşalım mı? Bir şey oldu da." Ses tonumda küçük bir çocuk edası vardı sanki.
Sirius'un gülümseyen yüzüne sert bir ifade yayılmıştı biran. Ama sert ifadenin altında tedirgin bir ifade yatıyordu. "Ne oldu? Önemli bir şey mi?"
"Evet. Ama, şey..." Kelimeleri ağzımda geveleyip durmuştum. Diğerlerinin yanında bu konuyu açmak istememiştim. Onlara güvenmediğimden değildi, sadece bu konuyu herkese açmayı sevmiyordum.
Gözlerimi Sirius'tan ayırmadan "Boş bir sınıf bulabilir miyiz?" diye mırıldanmıştım. ‘’Olmazsa, bahçeye çıkalım.’’
Sirius gözlerini diğer Çapulcularda gezdirirken "Konuşalım burada." diye mırıldanmıştı.
"Şey, yani, mmm, konuşalım ama..." Gözlerimi kısa biran diğer Çapulcuların üzerinde gezdirmiştim. James ve Remus tek kaşını kaldırmış konunun ne olduğunu anlamak istermiş gibi bana bakıyordu, Peter ise gözlerini hepimizin üzerinde tek tek dolaştırmış ve tepkilerimizi kontrol etmeye çalışıyormuş gibi bir hali vardı.
Remus anlayışlı bir yüz ifadesi takınmıştı sonunda. Güven verircesine tebessüm ederken James ve Peter'a gidelim anlamında ufak bir işaret yapmıştı. James çatık kaşlarını üzerimden ayırmadan Remus'un peşinden yürürken hemen yanındaki Peter da ilerlemeye başlamıştı.
Üç Çapulcu bulunduğumuz koridorun sonundan Büyük Salon'a giden koridora dönerken gözlerimi Sirius'un gözlerine dikmiştim. "Şey, umarım yanlış anlamamışlardır." Derin bir nefes alıp "Sadece seninle konuşmak istiyorum." diye mırıldanmıştım. Gözlerimi mahcup bir şekilde oynadığım parmaklarıma dikerken keşke 'Yalnız konuşmak istediğimi söylemeseydim.' diye düşünmeden edememiştim. Başka bir zaman konuşabildik. İçime yayılan pişmanlık duygusundan kurtulmak için çabalarken Sirius'un parmaklarını çenemde hissetmiştim. Çenemi tutup başımı kaldırmamı sağlamıştı. Yüzündeki sıcak gülümseme güven veriyordu. "Merak etme, anlayabileceklerini düşünüyorum." Sesinde de en az yüzündeki kadar anlayışlı bir ifade vardı.
İşte onu sevmemin en büyük sebeplerinden birisi bu olmalıydı. Alaycı ifadelerine rağmen son derece anlayışlıydı.

Giriş katında bulduğumuz ilk boş sınıfa girmiştik. Öğretmen masasının üzerine oturmuş cam kenarında benim söyleyeceklerimi merakla bekleyen, yeşil gözleri odanın loş ışığında bile parlamayı sürdüren Sirius'a dönmüştüm. "Aslında, seni yapabileceğin bir şey yok ama..." Derin bir nefes alırken gözlerimi meraklı gözlerine dikmiştim. "Belki de, yapabilirsin. Yani, sadece seninle konuşmak bile beni rahatlatıyor." Kelimeleri ağzımda geveleyip duruyordum yarım saattir.
Sirius bıkkın bir tavırla gözlerini devirirken parmaklarını kıvırcık saçlarından geçirmişti. "Evet, bende seninle konuşmayı seviyorum Ige, ama ne olduğunu söylemeyecek misin?"
Gözlerimi masanın üzerinde küçük bir kız edasıyla salladığım ayaklarıma dikmiştim. Kelimeleri beynimde düzenlerken açık ve anlaşılır bir cümle dudaklarımın arasından dökülmüştü. "Abim, 18. Haziranda Ölüm Yiyen oluyor."
Gözlerimi tekrar Sirius'a çevirdiğimde gözleri şaşkınlıkla açılırken tek kaşı kalkmıştı. "Bu kadar çabuk, he?" Sesinde de gözlerinde görülen şaşkınlık hâkimdi.
"Ve ben korkuyorum." Sesim küçük bir kız çocuğuna aitti sanki.
"Bunda korkulacak bir şey yok ki? Bu abinin kararı." Yeşil gözleri beni ikna etmeye çabasıyla parlamıştı.
Gözlerimi tekrar salladığım bacaklarıma diktiğimde gözümün önüne düşen birkaç tel saçı geri atacak kadar yaklaşmıştı. Lüle lüle önüme düşen saçı kulağımın arkasına sıkıştırınca başımı kaldırıp gözlerimi gözlerine dikmiştim. "Evet, öyle ama... Üzerimde ki baskının artması ihtimali beni korkutuyor."
Dudakları yukarı doğru kıvrılırken "Hadi ama Ige," diye mırıldanmıştı. ‘’Ne derlerse desin. Sen sadece istediğine odaklan. Anlaşıldı mı?"
Sadece istediğime odaklanacaktım. Sadece istediğime... Peki, tam olarak ne istiyordum? Aslında hiç bu kadar basit bir soru sormamıştım kendime. Sadece Sirius'un yanında olmak istiyordum. Sadece onunla olmak.
Derin bir nefes alırken gözlerimi kapatmıştım. "Ne istediğimi biliyorum."
Eli çenemde dolaşırken "O zaman sorun olmamalı." diye fısıldanmıştı.
Gözlerimi büyük bir sıkkınlıkla açarken "Ama var." diye mırıldanmıştım inatçı bir tavırla. "Sirius, korkuyorum, korkuyorum çünkü onları seviyorum. Onlar benim ailem. Yani, inatçılığım yüzünden onları kaybetmek istemiyorum."
"Bu inatçılık değil ki. Sadece istediğin şeyi yapıyorsun. Ama onlar bunu istemedikleri için inatçı olduğunu düşünüyorlar.’’
Kollarımı boynunda birleştirirken göğsüne yaslanmıştım. ‘’Peki, ne yapacağım.’’ Sesimde ki çaresizlik her zaman en nefret ettiğim tondu. Ben, Ige Elmer. Çaresiz değildim. Hiçbir zaman da olmamalıydım.
Düşündüğüm şeylerle ağlamamak için zor tutmuştum kendimi. Çaresizdim işte. Hem de hiç olmadığım kadar. 
‘’İnsanlar bazı şeylerden fedakârlık yapmak zorunda kalır bazen. Ve sen de ya kendinden fedakârlık yapacaksın, onların yanında olacaksın. Ya da zamanı geldiğinde, onlardan fedakârlık yapacaksın."
Gözlerimi kapatırken kokusunu içime çekerek rahatlamaya çalışmıştım. Ama… Olmuyordu. Sanki beynimin içine babam girmişti. Saçma sapan sorularla bu konuyu daha çok düşünmeye itiyordu beni.
Sakin bir ses tonuyla "Bu konuyu aşmıştım aslında." diye fısıldamıştım. ‘’Ama, tekrar gün yüzüne çıktı.’’
‘’Boş ver. Takma kafana.’’ Rahatlamam için kullandığı kelimelerin hiçbir faydası yoktu. Tersine onunda morali bozulmuş gibi gelmişti bu halime.
Kendimi toparlamalıydım. Yine umursamaz olmalıydım ve istediğim şeye odaklanmalıydım.
Gözlerimi açarken oturduğum masada dikleşmiştim. Kollarımı boynundan çekmeden "Pekala,’’ diye mırıldanmıştım merakla. ‘’Gelelim diğer konumuza. Remus'la ilgili olay ne?"
Sirius derin bir nefes alırken ciddileşmişti. "Aslında, şu küçük tüylü problemle ilgili."
Kollarımı boynundan indirip oturduğum masanın kenarına koymuştum. Merakla çatılan kaşlarımla "Tam olarak ne?" diye sormuştum. "Severus'la ne ilgisi var? Ya da Evans'la?"
"Sümsükus her ay Aylak'ın ortadan kaybolmasının sebebini merak ediyor ve bu aralar dikkatle izliyor. Kaç kere bizi takip ettiğine şahit olmuştuk."
Şaşkınlığımı belli etmeden edememiştim. "Severus, sizi mi takip edi-"
Sirius'un sert sesi sözümü bölmüştü. "Şu Sümsük'e arkadaşıymış gibi adıyla hitap etmeyi keser misin, Ige?" Gözleri kısa bir süre üzerimde dolaştıktan sonra sanki az önceki sert ses tonu ona ait değilmiş gibi konuşmaya devam etmişti. "Hatta derslerde ufak bir laf atışımız da bile aynı şeyi yapmaya başladı. Sürekli olarak Aylak'ın neler karıştırdığı hakkında sorular sorarak ters köşe yapmaya çalışıyor ve tabii bu bizi çileden çıkartıyor."
Kaşlarımı çatarak "Benim neden bunlardan haberim yok?" diye sormuştum.
Sirius umursamaz bir şekilde omuz silkerken "Çünkü, önemli değildi.’’ diye mırıldanmıştı. ‘’Her neyse, bugün de Çatalak ve Aylak göl kenarında oturuyorlarmış. Çatalak'ın biraz canı sıkılmış ve Sümsükus'u görünce-"
"Her zaman ki gibi büyü yapmıştır tabii ki." diyerek sözünü kesmiştim.
Sirius hafifçe sırıtmıştı. "Sen bile tanımışsın kaç ayda." Tanımıştım tabii ki. Yani, bu James’in en belirgin özelliklerinden birisiydi. Bir de dağınık olan saçlarını daha da dağıtması vardı.
Sirius az önceki ses tonuna geri dönüp açıklamaya devem etmişti. "Çatalak Sümsük'e büyü savurunca Sümsük de bu konuyu açmış yine ve James daha da sinirlenip birkaç büyü daha atmış. Sonra da Evans gelmiş ve James'i oradan uzaklaştırmak için okula sürüklemiş. Olay bu."
Evans. Severus'un koruyucusu gibi neden sürekli yardımına koşuyordu ki? Neden başka kimse yardım etmezken o çıkıyordu meydana?
Aklımda ki sorulara cevap bulmak umuduyla Sirius'a dikmiştim gözlerimi. "Evans neden sürekli Severus'u koruyor? Yani, neden başkası değil de o çıkıyor James'in karşısına."
Sirius yüzüne yayılan bildik gülümsemesiyle "Çünkü, onu kimse umursamıyor." diye mırıldanmıştı. "Tabii bu sene biraz daha iyi. Mulciber, Lestrange, Malfoy ya da abinle takılıyor. Daha önce tek arkadaşı 'Evans'tı."
Yüzüm istemsiz olarak asılmıştı. Tek başına olan siyah saçlı, küçük bir çocuk canlanmıştı beynimde. Tek başına. Sürekli itilip kakılan bir çocuk. "Fazla üzücü, değil mi?"
Sirius gözlerimi devirmişti. "Yapma, Ige. Bahsettiğimiz kişi Sümsükus. Kim onunla arkadaş olmak ister ki?"
Gözlerimi Sirius'dan ayırmadan "Evans olmuş." diye mırıldanmıştım. Eğer Evans bir gün James'le çıkarsa ve benim onunla konuşmak için bir şansım olursa onu bir köşeye çekip 'Severus' konusunu soracaktım. Ya da belki tam tersini yapıp Severus'a 'Evans' konusunu sormalıydım.
Sirius umursamaz bir şekilde omuz silkmişti. "Evans da hatasını geçen sene anladı işte."
"Peki, Evans neden hala Severus'u James'ten koruyor?"
"Bana kalırsa, James'i kafasına koyduğunu yapmaktan alıkoyacak pek kimse yok. Bu yüzden herkes karşı çıkmıyor ama Evans biraz daha cesur ve eskiden gelen bir alışkanlıktan dolayı 'Sümsük'e koruyucu meleklik' yapıyor."
Evet, Evans'ın yaptığı şey tam olarak buydu. Koruyucu Meleklik.
"Olabilir." diye mırıldanmıştım. "Ama garip, değil mi? Ona o kadar laf söyleyen birisine..." Sözlerimin devamı gelmiyordu aslında. Neydi ki bu bağlılığın sebebi? Belki de benim bilmediğim inanılmaz güçlü bir arkadaşlıktı ve Evans bunun bozulmasını istemiyordu.
Sirius gözlerini devirirken "Bilmiyorum, Ige." diye mırıldanmıştı. "Bu kadar ayrıntılı düşünemem. Yani, fazla bunaltıcı." Sorduğum sorulardan usanmış gibi bir hali vardı ama ben sadece James'e yardım etmeye çalışıyordum. Ve ne kadar James'e yardım etmek için yapıyorum desemde bir yandan da merak ediyordum.
Bazen içimden acaba 'Evans' Severus'u mu seviyor?' diye de düşünmüyordum değil.
"Pekala," diye fısıldamıştım kendi kendime. "Bunları sonra da düşünebilirim." Gözlerimi tekrar Sirius'a dikerek en başta ki konumuza geri dönmüştüm. "O zaman şuna geri dönelim, Severus'a Remus konusunda ne yapacaksınız?"
Sirius'un yüzüne düşünceli ama alaycı bir ifade yayılmıştı. "Bir fikrim var ama... Bunun için biraz beklemem gerekecek."
Kaşlarım havaya kalkarken meraklı bakışlarımı Sirius'tan ayırmadan "Fikir mi?" diye mırıldanmıştım. "Nasıl bir şey bu?" Ayaklarımı sallayarak oturduğum masadan kalkıp Sirius'un hemen önünde durmuştum. Camın gerisinden vuran ışık loş sınıfı biraz daha aydınlatıyordu.
Sirius'un gözleri ay ışığının vurduğu gözlerim ve dudaklarım arasında gidip gelmişti kısa biran. Yüzündeki alaylı gülümseme daha muzur bir hal alırken "Hmm. Şuan söyleyemem." diye fısıldamıştı. "Belki daha sonra."
Kollarımı göğsümün üzerinde bağlarken istediğini yaptırmaya çalışan küçük bir kız çocuğu gibi dudaklarımı büzmüştüm. "Ama ben şimdi öğrenmek istiyorum." Sesimdeki kesinlikle ise kız çocuğundan çok mahkemede kararını veren hakim gibiydim.
"Üzgünüm, sevgilim ama hiçbir zaman planımı tamamlamadan başka birisine söyleme gibi bir huyum olmadı."
Sinirle ayağımı yere vurmuştum. "Söylesen şaşardım." Yüzümdeki bozulmuş ifadeyle topuklarımın üzerinde geri dönmüştüm. Kapıya doğru ilerlerken "Ben gidiyorum." diye mırıldanmıştım. "Eğer planını tamamlarsan-"
Biranda kolumdan tutup durdurmuştu. "Hadi ama Ige. Zaten bugün yeterince naz yapmadın mı?" Sesindeki bıkkın tavırla ona dönmüştüm.
"Kim naz yaptı!? Ben mi?"
"Evet, önce yakalanıp, ceza alacağız korkusu, sonra 'Bağıran Baraka'ya giderken 'Burası neresi? Hadi geri dönelim, Sirius' söylenmeleri..."
Gözlerim kocaman açılmış olmalıydı. Ben... Ben naz yapmamıştım. Sadece ceza almak istememiştim.
Sirius gözlerini devirirken "Gittikçe daha nazlı oluyorsun!" diye mırıldanmıştı. "Ve ben sonunun Evans'a benzemesinden korkuyorum."
Kaşlarım çatılmıştı biran. "Evans nazlı mı? Hiç öyle olduğunu duymamıştım."
"Ige! Burda asıl dikkat etmen gereken şey senin nazlı olmandı!"
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmıştım. "Öyle olmak istemedim ki... Sadece... Belki de o geçtiğimiz tünelin havası beni çarpmıştır." Son saniyede aklıma gelen dahice(!) cümleyle Sirius da gümeye başlamıştı. "O tünele girmeden önce de öyleydin!" Kollarını belime dolayarak beni kendine daha çok çekmişti.
Gözlerimi gözlerinden ayırmadan "Sen çok biliyorsun!" diye mırıldanmıştım.
Önüme düşen birkaç tel saçı geriye atarak "Bilmek demiyelim de, zeki insan da başka oluyor." diye cevap vermişti.
Küçük ve sahte bir kahkaha dudaklarımın arasından yükselmişti. "Bence kibirli ve kendini beğenmiş insanın hali daha bir başka oluyor. Misal, sen."
Dudaklarını dudaklarıma değdiği saniyede ayaklarımı yerden kesilmiş gibi hissetmiştim. Yumuşak ve sakin öpüşlerine aynı şekilde karşılık verirken ellerimi boynunda birleştirmiştim.
Dudaklarımı dudaklarından ayırmadan "Seni seviyorum." diye fısıldamıştım.
"Seni seviyorum." Sirius konuşurken dudakları dudaklarım daha da sürtünmüştü ve tüm bedenime küçük küçük elektrik dalgaları yayılmasına neden olmuştu.

Büyük Salona doğru ilerlerken Sirius elini omzuma atmıştı. "Hogsmeade'den geldiğinde Ortak Salondaki panoya baktın mı hiç?" diye mırıldanmıştı.
Omzumun üstünden sarken elini tutarken gözlerimi gözlerine dikmiştim."Hayır, neden ki?"
Gözlerinin yeşillikleri güneş ışığı vurmuş çimenler gibi parlamıştı. "Birincisi; Quidditch maçlarının tarihleri asılmıştı. İlk maçımız iki hafta sonra Ravenclaw'la. Oldukça basit. Ravenclaw'da bu sene pek iş yok." Yüzüne kendini beğenmiş bir gülümseme yayılmıştı. "İkincisi ve en önemlisi; 6. sınıflar için cisimlenme dersleri başlıyor. Yani sevgilim, yaz tatilinde her akşam buluşabiliriz. Yani, senin istediğin yerde."
Yüzüme yayılan gülümsemeyle tek kaşımı kaldırmıştım. "Benim istediğim yer... Yani bizim ev."
"Sizin ev..." Kısa bir an düşünmüştü. "Hmm. Olabilir, neden olmasın ki."

Soğuk ve yağışlı geçen şubat ayı yerini kuru rüzgarlarlı bir marta bırakmıştı. Hava bir gün güneşli, diğer gün ise dondurucu soğuk olabiliyordu. Tıpkı o mektubun geldiği dakikadan beri olan düşüncelerim gibiydi. Bazen abimin de ölüm yiyen olacağı düşüncesiyle küçük bir telaş ele geçiriyordu beni ama biran sonra 'Bana ne.' diye düşünmeden edemiyordum. Ölüm yiyen olacak olan oydu. Aslında zaten beni korkutan bu değildi. Ben daha çok üzerimde artacağını düşündüğüm baskıdan korkuyordum.

6. sınıfların Cisimlenme dersleri başlamadan bir hafta önce Ravenclaw-Gryffindor Quidditch maçı yapılmıştı. Maç boyunca boynumda, Remus ve Peter'ın yanında oturup izlemiştim. Sirius'un atığı golde ise üzerime tüm dikkatleri çekecek kadar çığlık atmış olmalıydım ki tüm Gryffindorlular bana kısa bakışlar atıp gülmeye başlamıştı.
Maç sonunda sevinçle kucaklaşan Gryffindor takımının yanına ulaşır ulaşmaz Sirius'un boynuna sarılmıştım.
Mart ayının ikinci haftası derslerin yoğunluk kazanıp sınav tarihlerinin duyurulmaya başlamasıyla birlikte Sirius'la sadece günde iki kez -sabah ve akşam yemekleri- buluşur hala gelmiştik.

Gökyüzündeki koyu mavi bulutların arasındaki ay hilal şeklini dolunaya bırakırken nisan ayı tüm yağmuru ve fırtınalı günleriyle kapıyı çalmıştı. Nisanın ilk haftasını Severus'u takip ederek geçirmiştim. Hiçbir şekilde Remus'a ulaşmaması için bahçeye her çıkacak olduğu anda abimle ilgili birkaç soru soracağım bahanesiyle yolunu çevirmiştim.
Sirius bu halime kahkahalarla gülerken aynı zamanda "Bıraksana," diyordu. "Gelsin de her ay merakla peşinden koşturduğu Kurtadamı görsün."
"Tabii canım, görsün ve ölsün."
"Çok düşüncelisin, sevgilim. Biran Sümsük ve senin iki yakın arkadaş olduğunuzu düşünmeye çalıştım. Vee... Galiba başarılacak gibi değil. Senin güneş gibi parlayan sarı saçlarının yanında, Sümsük'ün yağdan parlayan saçları..." Biran buruşan yüzüyle sahte bir kahkaha atmıştı.
Gözlerimi devirip elimdeki ödev kağıtlarına dönerken "Sessiz olur musun?" diye mırıldanmıştım sahte bir ciddiyetle. "Ödev yapmaya çalışıyorum."
Sirius omzumda olan kolundan faydalanarak beni kendine çekip dudaklarını dudaklarıma bastırmıştı.

Astronomi Kulesi buluşmayı en sevdiğimiz yerdi. Nisan boyunca saatlerce burada oturup dışarıda yağan yağmuru izlemiştik. Arada ben ödevlerimi yaparken, Sirius sessiz durmaya çalışarak beni izliyordu. Arada bir başımı kaldırdığımda saçma şeyler söyleyerek tüm dikkatimi dağıtıyor ve yarım saatte bitmesi gereken ödevin bir saatte bitmesine neden oluyordu.
Nisan ayı da tüm hızıyla biterken havalar ısınmaya başlamıştı. Mayısa gelindiğinde ise dersler biter bitmez soluğu bahçedeki çimlerin üzerinde alır olmuştu tüm Hogwarts öğrencileri. Tabi 5. ve 7. sınıflar hariç. Sürekli olarak kütüphanede geçmiş konuları tekrar ederek yaklaşık bir ay sonra olacak olan S.B.D. lere hazırlanmaya çalışırken diğer yandan da Ortak Salon'a bırakılan 'MESLEK TANITIM BROŞÜRLERİ'yle 5. sınıfların ileride seçecekleri meslekleri tanımaları ve hangi derslere ağırlık vermeleri gerektiği bildiriliyordu.
Bunun yanında Slytherin ilan panosuna 'Meslek Danışmanlığı' başlıklı bir duyuru daha asılmıştı.
Başlığın altında da kısa bir yazı vardı.

'Bütün beşinci sınıfların, gelecekteki mesleklerini tartışmak için haziran ayısının ilk haftasında Bina Başkanları ile kısa bir toplantıya katılmaları gerekmektedir.
Öğrencilerin randevu listesi aşağıdadır.'


Kendi ismimi listenin ortalarında bulabilmiştim. Haziran ayının ilk perşembe günü, bir buçuktaydı.

Regulus elindeki broşürü bana uzatırken "Bak, Ige. Bence senden mükemmel bir bankacı olabilir." diye mırıldanmıştı. "Gringotts'ta arıyorlarmış, hem teklike severler için falan yazıyor."
'Tehlike düzeyine göre değişen büyük hazine primleri, seyahat ve macera içeren zorlu bir meslek mi arıyorsunuz?' Yazılı broşüre göz atmak için elinden almıştım. Aslında tehlike ve macera diyordu. Yani benlik olabilirdi. Tabii ki seyahet olmasa. Sürekli seyahat etmekten ziyade... Daha farklı bir şey istiyordum. "Sence sürekli seyahat etmek bana göre mi?" diye mırıldanmıştım. "Ayrıca Sirius var. Yani, o da benimle gelecekse neden olmasın ama..."
Regulus'un hemen yanındaki Rebastian elindeki broşüre bakarken kendi kendine gülmeye başlamıştı. Elindeki broşürü bana doğru uzatırken "Bence bir göz at." diye mırıldanmıştı. "Slytherin düşünce sistemini yanlış bulduğuna göre tam senlik bir meslek."
Elindeki cart pembe ve turuncu broşürü alıp başlığa bakmıştım. 'DEMEK MUGGLE'LARLA İLİŞKİLERDE ÇALIŞMAYI DÜŞÜNÜYORSUNUZ.'
Narcissa gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken Regulus Rebastian'a bu şakaya ne gerek vardı gibilerinden kısa bir bakış atıp gözlerini devirmişti.
Sert bakışlarımı yüzündeki alaylı gülümsemeyle bana bakan Rebastian'a çevirmiştim. "Bence sen de şu Şifa Broşürlerine bak." Elimdeki üzerinde St Mungo'nun çarpraz kemik ve asa bulunan broşürünü Rebastian'a doğru atmıştım. "Ben nasıl olsa bu boşboğazlıkla seni lanetleyince ömrünü St Mungo'da geçireceksin. Belki sağ kalırsan bir işin ucundan tutarsın."
Narcissa ve hemen yanındaki Katie küçük bir kahkaha atarken Rebastian koltuğuna sinmişti.
Masanın üzerindeki yığının arasında ki 'SİHİRLİ KAZALAR VE FELAKETLER DAİRESİNE SES GETİRİN'e uzanmak üzereydim ki biraz ilerisindeki siyah-beyaz-kırmızı renkli broşür dikkatimi çekmişti.'DÜNYA'NIN EN KARANLIK BÜYÜCÜLERİNİ YOK ETMEYE NE DERSİNİZ?'
Başlığı görür görmez, broşürü elime almıştım. İçimden bir ses "İşte," diye çığlık atmıştı adeta. "Seherbaz ol, Ige. Ve dünyayı Karanlığın elinden kurtar!" Aklımdaki düşüncelerle yüzüme yayılan gülümsemeye engel olamamıştım. Evet, bunu istiyordum. Seherbaz olacaktım.
"Sen neye gülüyorsun, Ige?" Narcissa'nın mereklı sesiyle elimdeki kağıdı kaldırıp çevremdeki 6 kişinin de görebileceği bir şekilde göstermiştim. "Gelecekteki mesleğimi buldum! Seherbaz olacağım!"
Herkes delirmişim gibi bir şekilde bana bakarken hemen arkamdaki alaycı bir ses kulağıma çarpmıştı. "Mükemmelsin(!), Ige. Gittikçe hedefinden sapmakta üzerine yok."
Nick hemen yanıma otururken elimdeki broşürü alıp incelermişti. "'Karanlık Büyücüleri Yok Etmeye Ne Dersiniz?' mi?" Bana kısa bir bakış atarak tek kaşını kaldırmıştı. "Geçen gün Durmstrang Enstitüsü'ndeki kuzenimle konuşuyordum." diye fısıldamıştı sadece benim duyabileceğim bir sesle. "Senin ileride Ölüm Yiyen olmak istediğini falan söylemişti. Tabii ben bunu duyunca büyük bir kahkaha patlatmıştım. Çünkü Hogwarts'taki Ige Elmer ve Durmstrang'daki Ige Elmer arasında uçumurumlar var."
Gözlerimi devirirken "Sana ne!" diye mırıldanmıştım. "Seni ilgilendirdiğini sanmıyorum."
"Eh, demek ki ilgilendiriyor."
Elindeki broşürü yırtarcasına çekip almıştım. "Ama ilgilendirmemeli!"
Broşürün alt tarafında hangi derslerden, hangi notlar alınması gerektiği yazıyordu. Ama bence uzun uzun yazmak yerine bütün derslerden 'Beklenenin Üzerinde' al yazsalar yeterdi.

Ertesi gün Seherbaz olmak istediğimi söylemek için her yerde Sirius'u aramıştım ama dün gece başlayan dolunay zamanınından dolayı ortalıklarda olmadıkları fikri son ders olan KSKS'ye girince gelmişti.
KSKS dersinin bitmesiyle küçük sınıftaki tüm öğrenciler masaların üzerindeki kitaplarını toplayarak sınıftan çıkmaya başlamıştı.
Bütün dersi yarı uyur, yarı uyanık bir şekilde dinlemeye çalışarak geçirdiğim için sersem gibi olmuştum.
"Hadi, Ige. Bu sınıfta biraz daha kalırsam boğulabilirim." Beş dakika önce hemen yanımda oturan kız, tüm kitaplarını çantasının içerisine sokuştururken söylenmeye devam ediyordu. "Sence, bahçeye çıkıp beş dakika hava alsak güzel olmaz mı?"
"Evet. Mükemmel olur." Büyük bir sevinçle ayaklanıp kitaplarımı toplamaya başlamıştım. "Hatta, Regulus'da bizimle gelsin. Kaç gündür başımızı kitaplar ve broşürlerden kaldırmıyoruz."
Narcissa merakla bana bakmıştı. "Gerçekten Seherbaz olmak istediğine emin misin? Yani daha birçok meslek-"
"Cissy," diyerek sesimdeki bıkkınlıkla sözünü kesmiştim. "Bu soruyu sabahtan beri kaç kere sordun? Ve ben sana kaç kere 'Evet, eminim.' dedim?"
Kapıdan çıkıp koridora çıkarken Narcissa "Ne bileyim?" diye solumuştu. "Evdeki tepkileri tamamen çekeceksin. Ayrıca bir evde yaşayan üç Ölüm Yiyen ve bir Seherbaz. Ne kadar mantıklı olabilir ki?"
Bu soruyu dün gece ben de kendime sormuştum ama cevabı Sirius'un sözlerinde bulmuştum.
'’İnsanlar bazı şeylerden fedakârlık yapmak zorunda kalır bazen. Ve sen de ya kendinden fedakârlık yapacaksın, onların yanında olacaksın. Ya da zamanı geldiğinde, onlardan fedakârlık yapacaksın."
Evet, istediğim her şeyde fedakârlık vardı. Ve istediğim her şeyde onlardan fedakârlık yapmam gerekiyordu.
"Bu konuyu hallettim, kendi içimde."
Narcissa biranda olduğu yerde durup gözlerini benim gözlerime dikmişti. "Bazen bencilin önde gideni oluyorsun, Ige! Sadece kendi istediklerini yapıyorsun ama senin seven insanları hiç düşünmüyorsun!" Yükselen sesiyle birkaç kişi bize dönmüştü.
Tek kaşım kalkarken sinirlerim gerilmişti. Ben mi bencildim? Peki, onlara ne demeliydi? Onlar beni mi düşünüyorlardı? Fikirlerime saygı mı gösteriyorlardı? Onlar sadece soyadlarına zarar gelmemesinden korkuyorlardı.
"Sence onlar beni mi düşünüyor?" demiştim kollarımı göğsümün üzerinde birleştirirken. Sert çıkan sesimle gerilemişti.
"Ige, herkesi kaybedeceksin!"
"Kendimi kaybetmektense onları kaybetmeyi yeğlerim!" Topuklarımın üzerinde dönerek bahçeye doğru ilerlemeye başlamıştım. Sirius şuan bahçede değilse muhtemelen Şamarcı Söğüt'ün ilerinsindeki Bağıran Baraka'da olmalıydı. Tek başıma oraya geçemezdim ama belki yakınlarında Çapulculardan birisine rastlayabilirdim.
Şamarcı Söğüte doğru ilerlerken küçük bir kalabalık dikkatimi çekmişti. Hızla ilerlerken kaşlarım çatılmıştı. Şamarcı Söğüt'ün yanındaki bu kalabalık neydi ki? Daha önce hiç böyle bir kalabalık görülmemişti orada.
Kalabalığa biraz daha yaklaşınca ağacın dallarını son hızla salladığını görmüştüm. Ağacın altında siyah saçları güneş ışığında parlayan ağacın çıldırmışcasına hareket eden dallarından kaçmaya çalışan erkek dikkatimi çekmişti. 
Adımlarımı daha da hızlandırınca kalabalığın en önündeki üçlüye kaymıştı gözlerim. Sirius, James ve Peter...
Sirius yüzündeki alaycı ifadeyle ağacın ince bir dalının ayağından yakalamış olduğu Severus'a bakıyordu. James'te aynı alaycı ifadenin yanında biraz tereddüte kapılmış görünüyordu. Peter ise hayran hayran Sirius'a bakarken zevk aldığı belli olan gülümsemeyle gülmeyi sürdürüyordu.
Boğazımda bir şeyler düğümlenmişti sanki. Böyle giderse o ağaç Severus'u parçalardı.
Biran günlerdir Sirius'un 'Ona çok hoş bir plan hazırlıyorum.' sözleri kulağımda çınlamıştı. Sirius'un bahsettiği plan bu muydu? Severus'u öldürmek mi?
Kalabalığı yarıp Sirius'un yanına ilerlemiştim. Çantamı yere atarken Sirius'u kolundan tutup kendime çevirmiştim. Bana dönünce alev saçan gözlerimi, şaşkınlıkla parlayan yeşil gözlerine dikmiştim. "Planın bu muydu!? Severus'u öldürmek mi!?" Sesim kalabalığın sesini bastırınca herkes ağacın savurduğu çocuktan bize dönmüştü.
Sirius'un gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. "Öldürmek değil, sadece-"
"Eğlence, değil mi? Eğlence. Tek amacın bu!" Sesim düşündüğümden de hırçın çıkmıştı.
Biran James'in kolumdan tutmasıyla irkilmiştim. "Sakin ol, Ige. O kurtulmanın yolunu biliyor."
Kolundan kurtulmak için silkinirken "Tabii(!)," diye mırıldanmıştım. "Ağaçtan kurtulacak ama içerideki tehlikeye ne demeli!?"
Peter'ın gözleri bana kayarken "Fazla merak etti." diye mırıldanmıştı. "Sirius da merakının sonunda neler olabileceğini ona göstermek istedi-"
"KAPAT ÇENENİ PETER!" Sesim Peter'ın sözünü keserken Sirius ve James beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Sirius kolumdan tutmaya çalışırken hızla silkinip kurtulmuştum. "Size inanmıyorum. Şu halinize bakın, abimlerden ne farkınız var ki şimdi. Kendi istekleriniz doğrultusunda birisine zarar veriyorsunuz!"
Yerdeki çantama uzanırken James kolumdan tutmuştu. "Bu kadar tepki verecek bir şey yok-"
"Bırak kolumu!" Birkaç adım gerileyerek James'e dönmüştüm. "Bir de Evans konusunda benden yardım istiyorsun! Önce şu bencilliklerinden vazgeçmeyi dene, bence!"
Hızla arkamı dönüp ilerlerken geride şaşkın şaşkın arkamdan bakan Çapulcuları bırakmıştım.
Herkes mi bencildi? Tüm insanlar bencillik yapmak zorunda mıydı?
Peki, ya kalbimin bu kadar kırılması nedendi? Sirius'a ilk defa bu kadar çok sinirlenmem nedendi?
Galiba bu kadar ciddi bir şey yapabileceklerini düşünmemiştm. Birkaç lanetlerden, sadece zararsız, kalıcı hasarlar vermeyen lanetlerden, ileriye gitmeyeceklerini düşünmüştüm.
Ve şimdi koca bir düşünce yığını yerle bir olmuştu.

Bölüm Sonu Notları:

Azkaban Tutsağı sayfa 420-421 de Sirius'un Severus'a yaptığı plandan bahsediyor. Altta ki kısım;

Black'ten alaycı bir nida geldi.
"Layığını buldu," dedi dudak bükerek. "Sinsi sinsi dolaşır, neler yaptığımızı anlamaya çalışırdı...
bizi okuldan attırabileceğini umardı..."
Lupin, "Severus benim her ay nereye gittiğimizle çok ilgileniyordu," dedi Harry, Ron ve Hermione'ye.
"Aynı
420
sınıftaydık, anlıyorsunuz ya ve - şey - birbirimizi pek sevmezdik. Özellikle James'i sevmezdi.
Sanırım Ja-mes'in Quidditch sahasındaki becerilerini kıskanırdı... Neyse, Snape bir aksam, beni
dönüşüm geçireyim diye Samarcı Sögüt'e götüren Madam Pomfrey'yle araziden geçtigimizi gördü.
Sirius ise, Snape'e, benim arkamdan içeri girmek için yapması gereken tek seyin uzun bir sopayla
ağacın gövdesindeki yumruya dokunmak olduğunu söylemenin - şey - eğlenceli olacağını
düsünmüs. Eh, Snape bunu denedi, tabii - eger bu eve kadar gelseydi, karsısında dönüşümünü
tamamlamış bir kurta-dam bulacaktı - ama baban, Sirius'un ne yaptığını duyunca, Snape'in
arkasından gitti ve kendi hayatını hiçe sayarak onu geri çekti... Yine de Snape beni tünelin
sonunda söylesine bir gördü. Dumbledore başkalarına söylemesini yasakladı ama, o andan itibaren ne olduğumu anladı..."


-Gelecek bölümde görüşürüz. Yorum yapmayı unutmayın, lütfen.

Sana Güveniyorum... | Sirius Black & Ige ElmerWhere stories live. Discover now