39. Bölüm

2.3K 136 17
                                    

Bölüm Notu:

Beğenmeniz dileğiyle, şimdiden ''Bayramınız mübarek olsun!'' diyorum. :)

İyi okumalar...

39. Bölüm

Haziran 1979
Gözlerim camdan dışarıda parlayarak heyecanıma ortak olan güneşe ve gök yüzüne dikilmişti. Kalbimin heyecanla çırpınışını duyabiliyordum.
Sonunda mezun olmuştum. Koca bir seneyi Sirius olmadan geçirmek... Sıkıcıydı. Özlemek... Ondan da sıkıcıydı.

Eylül sonuna kadar başta Katie olmak üzere herkes Sirius'la aynı evde kalmamla ilgili binlerce soru sorarak beni çıldırtmış olsa da Narcissa ve Regulus'un, Katie'ye attığı sert bakışlar sonucunda Katie ağzını kapatmayı başarabilmişti.
Ekim başlarında başlayan, nereden ve hangi cesaretle olduğunu anlamadığım çıkma teklifleriyle tamamen afallamıştım. Yani, herkes Sirius'la olduğumu biliyordu. Ama buna rağmen böyle bir şey... Mantık dışıydı.
Kasıma kadar sorunsuz süren mektuplaşmalarımız da bunlardan bahsetmemeyi ön planda tutsam da Sirius'un beni çok kızdırdığı bir mektupta -bakanlıkta çalışan bazı kızların çok güzel olduğu- dayanamayarak söylemiştim. Sirius'un üst üstte attığı tehdit içerikli mektupları her aldığımda ise kahkahalarım salonu doldurmuştu.
Kasım sonunda attığım bir mektubun cevabının normal zamandan birkaç gün geç gelmesiyle çıldırmıştım adeta. Bu sırada Cissy'nin "Sirius'un çapkın olduğunu söylüyorum ve sen buna inanmıyorsun! Kim bilir sen yokken..." gibi başlayıp değişik fanteziler eşliğinde biten her cümlesinde kafasına bulduğum ilk şeyi fırlatarak susturmuştum.
Mektubun gelmesiyle çıldırmışcasına açtığım zarfın içindeki parşömenin altına düşülmüş

"Geç cevap verdiğimi biliyorum, lütfen çıldırmış olma! Ayrıca, aklından ne geçtiğini bilmiyorum ama önemli birkaç işim vardı ve evde değildim. Yılbaşında sana sebebini açıklayacağım. Seni seviyorum sevgilim."

yazan notla karşılaşınca içime büyük bir rahatlama yayılmıştı. Narcissa ne kadar beni aldattığı konusuna kafa yorsa da ona güveniyordum. Ve sonsuza kadar güvenecektim.
Ve yılbaşı tatilinde, ne kadar beni deli gibi sevindiren bir haber olmasa da, geç gelen mektubun sebebini öğrenmiştim. Yoldaşlık. Bir buçuk yıldır sayıkladıkları Zümrüdüanka Yoldaşlık'ına girmeyi başarmışlardı.

Yılbaşı tatili, Sirius'un da izinli olmasıyla mükemmel bir şekilde, kartopu savaşı yaparak, motorla uçarak, gece yarısına kadar sokakta dolaşıp en sonunda beraber uyuyarak geçmişti.
Bir hafta süren tatil sonunda Hogwarts tüm ihtişamıyla ayaklarımıza serilmiş olsa da gitmek konusunda pek istekli olduğum söylenemezdi.
Ve, Sevgililer Günü. Mr Patiayak'ın Çapulcu Ruhu'nun ölmediğine kanıttı. Çünkü Hogsmeade'e gelmişti ve bütün günü beraber geçirmiştik. Bağıran Barakada. Sakin ve huzurlu bir sevgililer günü.

Dört ay, diye mırıldanmıştım kendi kendime. Dört aydır görüşememiştik. Sadece mektuplar vardı.
Özlemiştim. Hem de küçük bir peçeteye damlatılan suyun zamanla tüm peçeteyi kaplaması gibiydi. İçimdeki özlem her saniye daha da büyümüş, tüm bedenimi ele geçirmişti.

Regulus yüzündeki sıkılgan ifadeyle derin bir nefes alırken "Eee?" diye mırıldanmıştı. "Bundan sonra ne yapıyorsunuz?"
Dışarıda, yeşilliklerin arasında olan gözlerim Regulus'a kaymıştı. Neyden sonra, ne yapıyorduk?
Yüz ifademden anlamadığımı anlamış olacaktı ki "Yani okul bitti," diye açıklamaya girmişti. "İş hayatı falan."
"Hmm," diye mırıldanırken kısa biran düşünmüştüm. Aslında belliydi. Yani, Seherbaz olmak istiyordum. Bakanlığa başvurumu en kısa zamanda yapacaktım. Tabii ki, Sirius'la biraz vakit geçirdikten sonra.
Yüzüme yayılan gülümsemeyle "Seherbaz," diye mırıldanmıştım. "Seherbaz olacağım ve Sirius'la olmaya devam edeceğim."
Regulus'un yüzünde günlerdir yarım yamalak olan gülümseme daha da solmuştu. "Seherbaz, kesinlikle mükemmel."
Narcissa tek kaşını kaldırmış, başını iki yana sallıyordu. "Sirius... Bence, siz bu hızla birkaç aya kalmaz evlenirsiniz, Miss Elmer'den Mrs Black'e adım adım." Dudaklarının arasından küçük, neşeli bir kahkaha dökülürken Regulus bile gülmüştü.
Gülmemek için büyük bir çaba harcamıştım. "Öyle bir planımız, henüz, yok."
Henüz yok, he? İleride olacak mı? Kendi kendime sorduğum soruların cevabını daha veremeden Narcissa dudaklarını bükmüştü. "Soyadınızı değiştirmelisiniz, yani sizin gibi ailelerini yok saymış bir çifte daha... mmm..."
"Orjinal?" Regulus'un ortaya attığı kelimeyle Narcissa "Evet!" demişti. "Orjinal bir şey olmalı. Mesela..."
"Off Cissy, evlenirsek ve soyadımızı değiştirmek istersek... Senden yardım alacağım, oldu mu?"
Narcissa'nın kahverengi gözleri parlarken dudakları memnuniyetle kıvrılmıştı. "Pekâlâ o zaman," diye mırıldanmıştı. "Okul bittiğine göre," Büyük bir hayalini anlatmak üzereymiş gibiydi. "Ben de evde yatıp, bütün gün uyumak istiyorum!"
Yüzümde saatlerdir var olan gülümseme daha da büyümüş olmalıydı.
Regulus sıkılgan haliyle belli belirsiz gülümserken 'sadece hayal kuruyorsun' bakışlarını Narcissa'ya çevirmişti. "Eminim baban buna izin verir(!),"
Narcissa umursamaz bir şekilde omuz silkerken "Senin ne yapacağını da biliyorum," diye mırıldanmıştı. Yüzünde biran da beliren gülümsemeyle dikleşmiş, tehditâr ifade bakışlarına yayılmıştı. "Ige'e söylememi ister misin?"
Yüzümde ki gülümseme donmuştu. Bana söylemekle tehdit ettiği ne olabilirdi? Merak tüm beynimi ele geçirmişti. Ses tonuma da yayılmış olduğunu "Ne söyleyeceksin, Cissy?" diye sorunca fark etmiştim.
Regulus, kuzeninin meydan okurcasına ona diktiği gözlere bakarken "Hiçbir şey!" diye tıslamıştı, sımsıkı sıktığı dişlerinin arasından.
Öfkesi içimdeki merakı uyuyan bir ejderhayı uyandırır gibi daha da uyandırmıştı.
Hemen önümde oturmasından yararlanarak çenesinden tutup kendime çevirmiştim. Gözlerimi az önce Narcissa'nın üzerinde dolaşan gözlerine dikmiştim. "Neler olduğunu bana söylemeyecek misin?"
Sert bakışları biraz daha yumuşarken hızla ayağı kalkmıştı. "Ben Rebastian'ı bulmalıyım."
Kompartımanın kapısını açtığı gibi çıkmış ve arkasına bile bakmadan sol tarafa dönüp ilerlemişti.
Narcissa kollarını göğsünün üzerinde birleştirmişti. Yüz hatları sertleşirken her zaman üzerinde olan gülümsemesi uçup gitmişti. Ayaklarını yere belirli bir ritimle vuruyordu. "Aptal," diye fısıldamıştı dişlerinin arasından.
"Neler oluyor Cissy?"
Kahverengi gözleri sakin çıkan sesimle bana kaymıştı. "Hiçbir şey, zamanı gelince kendisi söyler."


Tren büyük bir gürültüyle istasyonda dururken derin bir nefes almıştım. Saatlerdir Regulus'un ne işler karıştırdığını anlamaya çalışıyordum ama bunu şimdilik bir kenara atmalıydım. Çünkü camdan baktığım anda gözlerimin önünde yeşil gözleri treni dikkatle süzen Sirus'u görmüştüm. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı. Ve sakalları. Kirli sakalları vardı. Ve kabul etmeliyim ki cidden eskisinden daha mükemmeldi.
Ellerini muggle işi diyebileceğim spor ceketin cebine sokmuş, aynı zamanda yanındaki gözlüklü çocuğa bir şeyler anlatıyordu. "James," diyerek gözlerimi devirmiştim. Yüzündeki alaylı ifadeyle etrafı tarıyordu.
"Hey! Hadi, Ige?" Narcissa'nın heyecanlı sesiyle gözlerimi camdan ayırabilmiştim.
Kalbim uzun zaman sonra onu görmenin verdiği heyecanla çırpınıyordu.
Trenden iner inmez benden yaklaşık on beş metre uzakta oldukları halde konuşmaktan beni görmemiş olan ikiliye dönmüştüm. Kesinlikle beni göremeyecek kadar derin bir muhabbetti.
Yerimde hafifçe dikleşirken derin bir nefes alıp yürümeye başlamıştım. Attığım her adım kalp atışlarımı hızlandırmakla kalmayıp yüzümdeki gülümsemeyi büyütüyordu.
Aramızdaki mesafenin daha da düşmesiyle gözleri beni bulmuştu. Dudaklarındaki gülümseme görebileceğimin en muzip ve tatlı halini alırken beni baştan aşağı süzmüştü.
Gözlerimde olan bakışları elbisenin açık bıraktığı boynuma oradan da bacaklarıma doğru kayarken yüzündeki gülümseme daha da büyümüştü. Üst dudağını dişleyince gözlerimi devirmiştim. Aklından kim bilir neler geçiyordu?
"Mr Patiayak," diye fısıldamıştım. Aramızda kalan bir metrelik mesafeden hızla kurtularak kollarımı boynuna dolamıştım. "Seni çok özledim."
Az önce ceketinin cebinde olan elini belimde geziniyor, nefesi boynuma çarpıyordu. Kokusunu duyabiliyordum.
"Ben de seni özledim." diye fısıldamıştı kulağıma doğru. Ses tonundan yüzünde kocaman bir gülümseme olduğunu fark edebiliyordum.
Kollarımı boynundan çekmeden biraz uzaklaştım. Gözlerine kısa bir bakış atarken bakışları dudaklarına doğru kaymıştı.

"Öhöm! Perondayız, bayanlar baylar!" James'in son derece imalı ses tonuyla alt dudağımı ısırarak geriye çekilmiştim. Kollarımı indirdiğim sırada sımsıkı elimi tutmuştu. Baş parmağını elimin üzerinde gezdirirken fısıltı gibi çıkan sesiyle "Cidden çok özledim," demişti.
Midemde başlayan küçük hareketlenme karın ağrısı gibiydi. Ama daha... Daha tatlı. Huzurlu ve güzel.
Yüzümdeki küçük gülümsemeyle önümüzde hızla ilerleyen James'e dönmüştüm. Yüzümdeki gülümseme daha çok bir çocuğunki gibiydi. Şeffaf. Nedeninin ellerimin arasında duran şeyden olduğu son derece belli eden bir gülümsemeydi.
"Ee James?"diye mırıldanmıştım. "Beni özledin mi?"
Bize doğru dönüp gözlerini benim üzerimde gezdirmişti. Yüzü buruşurken "Galiba, sadece yemeklerde." demişti.
Kahkaha atmamak için dudaklarımı birbirine bastırmıştım. Sürekli inatlaşmak... Bizim anlaşma şeklimiz buydu.


Kahverengi ahşap kapıyı kapatmıştım.
Krem rengi duvarlar eve girdiğin an da aydınlık sağlayarak huzur veriyordu. Beş aydır gelmediğim evde değişiklikler olması gerektiğini düşünmüştüm -en azından birkaç çerçevenin yeri değişebilirdi- ama her şey aynıydı. Mesela, Sirius'un son geldiğimde sürekli yerinden şikayet ettiği koltuk. Hala aynıydı.
Yüzüme yayılan küçük gülümsemeyle "Üşengeçsin," diye mırıldanmıştım. "Koltuğun yerini hala değiştirmemişsin."
Hogwarts'a giderken eşyalarımı içine yerleştirdiğim sandığı merdivenin başına bırakıp sakin adımlarla yanıma gelmişti. Yüzündeki ifadeyi hiçbir şekilde değiştirmeden gelip kollarını arkadan belime dolamıştı. Çenesi omzumun üzerindeydi ve nefes alış verişlerini en ince ayrıntısına kadar duyuyordum.
Kısa biran tereddüt etsem de önümde birleştirdiği ellerini avuçlarımın arasına almayı başarmıştım.
"Seni çok özledim." İfadesiz ses tonuyla söylediği kelimeleri sanki içimde hissetmiştim. Nasıl oluyordu, bilmiyordum. Ama hissetmiştim. Sanki özlemi bölüşmüştük. Ama en büyük parçası benim içimdeydi.
Ne söylemem gerektiği düşündüm. "Hmm, aslında," diye mırıldanmıştım. "Bunu konuşmuştuk."
Gülümsediğine adım kadar emindim.
"Biliyorum," Kulağımın hemen yanına değen dudaklarıyla kalbim durmuştu adeta. "Yapmak istediğim şey için... Giriş mahiyeti taşıyor."
Yapmak istediği şey?
Kaşlarım çatılmış olmalıydı. Dudakları omzuma değdiği an aklımdaki soru uçup gitmişti. Nefes alış verişlerim sessiz bir oda da duran saat gibiydi. İnsanın beynine işliyordu adeta.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes almıştım. Şuan hiçbir şey istemiyordum. Bu anı bozacak, hiçbir şey.
Omzumda gezinen dudakları boynuma ilerlerken beni doladığı kollarını açmasına izin vermeden önce ona dönmüştü.
Dudaklarının tek kenarı kıvrılmıştı. "Bütün gün beraberiz,"
"Biliyorum," diye fısıldamıştım. Nefeslerim kesik kesikti.
Hiç zaman kaybetmeden dudaklarıma yapışmıştı.

Tak, tak, tak...
Gözlerimi devirirken dudaklarından ayrılmıştım. "Galiba, kapı çalıyor," Nefes nefese çıkan sesimle beni duyduğuna emin olamasam da dişlerinin arasından büyük bir sinirle söylediği "Farkındayım." kelimesiyle gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmıştım.
Kollarından ayrılarak kendimi biraz geride kalan koltuğun üzerine atmıştım. "Kapıya bakmalısın,"
Yeşil gözleri sinirle parlarken savaşa hazırlanıyor gibi ellerini beline koymuştu. "Bakacağım, bakacağım,"
Elleri belinde attığı her adımla sinirini ahşap zeminden çıkartmak ister gibi koridora doğru ilerlemişti. Sinirli mırıltıları kulağıma çarpıyordu.
Kısa süren sessizlik James'in neşeli sesiyle bölünmüştü. "DUMBLEDORE'DAN HABER GETİRDİM!"
Salona doğru artan ayak sesleriyle evin ahşap kapısı menteşelerinden sökülürcesine kapanmıştı. Sirius sakin bir sesle "Yanılmıyorsam," demişti. "Dün gece, bugün izinli olduğumu ve beni unutmanız gerektiğini söylemiştim."
James salona adım atar atmaz koridordan gelen Sirius'a dönmüştü. "Ben de yanılmıyorsam, son zamanlarda Yoldaşlık için bir şeyler yapmak istiyordun!" Sesine hakim olan muzip tonla Sirius'a meydan okurcasına bakıyordu.
Sirius başını iki yana sallarken kendini hemen yanındaki tek kişilik koltuğa atmıştı. "Bugün. Sadece. Evde. Olmak. İstiyorum." Her kelimeyi ayrı ayrı vurguluyordu.
James yapmacık bir şekilde yüzünü buruşturmuştu. Sanki az önce ne olduğundan haberdarmış gibi gözlerini üzerimizde gezdiriyordu. Ela gözleri Sirius'un üzerinde dururken gayet umursamaz bir şekilde yanıma oturmuştu. "Kısaca, Ige geldi ve biz yalnız kalmak istiyor-"
Sirius'un, hemen yanındaki yastığı James'e atmasıyla James'in sözleri yarım kalmıştı.
Kıpkırmızı kesildiğime emindim. Ateş basmıştı. Yüzüme küçük bir gülümseme yaymaya çalışırken hızla ayağı kalkarak "Yukarı çıkıyorum," diye mırıldanmıştım. "Şu eşyalarımı boşaltsam iyi olacak."
James gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı. "On beş dakika sonra giderim, ne yaparsanız-"
Sirius'un, yüzüne fırlattığı ikinci yastıkla "Tamam abi," diye mırıldanmıştı. "Çok istiyorsan on dakika da olur."
James'in kahkahası salonda yankılanırken merdivenlerin başındaydım. Sirius'un sinirli mırıltıları kulağıma çarpıyordu.
James, cidden felaket ötesi birisiydi.
Sirius, muhtemelen on dakikaya kalmadan onu postalamayı başaracaktı.


James kapıdan çıkar çıkmaz aşağı kata inmiştim. Sirius ahşap kapıya yaslanmış, gözlerini bana dikmişti. "Eğer beş dakika daha burada dursa, muhtemelen arkadaş katili olacaktım."
Alt dudağımı dişlerken ona doğru birkaç adım atmıştım. Kirli sakalının yayıldığı yüzünü avuçlarımın arasına alırken ne yaptığımdan kesinlikle habersiz olmalıydım. Dudaklarına doğru yükselerek üst dudağına küçük birkaç öpücük kondurmuştum.
O daha öpücüklere hakim olamadan hızla geri çekilip belimde gezinen elini tutup mutfağa doğru sürüklemeye başlamıştım. "Açıktım galiba, yemek yapalım mı?"
Geri dönüp yüzüne kısa bir bakış atmıştım. Üst dudağını ısırırken "Pekala," diye mırıldanmıştı. "Yemek konusunda kendini geliştirdin mi?"
Mutfağa ulaştığımızda elini bırakarak elbisemin cebindeki asayı elime almıştım. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum aslında.
Kısa biran neler yapabileceğimi düşündüm. Aklımdan koca bir büyü listesi geçip gitmişti ama hepsini elediğim de bana kalan tek şey, koca bir hiçti.
Bize okulda yemek yapmayı öğretmiyorlardı ki!
"Ige?"
Yüzümdeki gülümseme solmuş, gözlerim umuttan yoksun bir şekilde Sirius'a dikilmişti. "Aslında," Kelimeler dudaklarımın arasından zorlukla çıkıyordu. "Ben, hala aynıyım."
Sirius başını iki yana sallamıştı. "Biliyordum."
"Ne var?" diye sordum meydan okurcasına. "Okulda bize bunu öğretmiyorlar ki!"

Yaklaşık yarım saat süren zıtlaşma sonucunda bütün yemek işini Sirius'a bırakıp mutfaktaki sandalyelerden birisine yerleşmiştim. Çok biliyorsa kendi yapsın da görelim, değil mi? Ne vardı ki yarım saat alay edecek?
Evde evcini varken birisi de gelip bana sana yemek yapmayı öğreteyim, dememişti.

Sirius benimle konuşurken üzerine dökmüş bulunduğu yağdan kurtulmak için üzerindekini çıkartarak "Of, Ige!" diye mırıldanmıştı. "Ben bir şey yaparken bana bakma, benimle konuşma!"
"Aklapakla'yı kullan," demiştim lavabonun üzerine dizdiği tabakları masaya yerleştirirken. "Ayrıca," diyerek hızla ona dönmüştüm. "Seninle konuşmayayım mı?"
"Evet," Sesi son derece kesin ve düz çıkmıştı. Gözlerim kocaman açılmış, donmuş bir şekilde ona bakıyordum. Elimdeki son tabağı sertçe masaya bırakırken "Bakıyorum da benden çabuk sıkıldın. Aslında haklısın," demiştim. "Sorunlunun tekiyim. Kim benim-"
"Ige," diyerek hızla sözümü kesmişti. Afallamış bir şekilde bana bakıyordu. Elindeki tişörtü sandalyenin üzerine atarken çenemden tutup kendisine bakmaya zorlamıştı. "Kafayı mı yedin? O lafın gelişiydi, sen bana bakarken elim ayağıma dolaşıyor ve-Şimdi saçmalamayı kes ve yemeğimizi yiyelim, anlaşıldı mı?"
Başımı sallarken yüzüme yayılan gülümsemeye engel olamamıştım. Cidden saçmalıyordum.
Ama saçmalamamın tek sebebi... Yalnız kalma korkusuydu. Biliyordum.
Ailemi kaybettiğim an yalnızlık korkusu içime yayılmıştı ve sadece onun yanındayken bu korkuyu hissetmiyordum. Varlığını en iyi şekilde hissettiriyordu.


Gece yarısı olmak üzereydi.
Başımı Sirius'un bacaklarına koymuş, gözlerimi kapatmıştım. Arada sorduğu sorulara cevap veriyordum ama uykum var gibiydi.
Elleri saçlarımın üzerinde gezinirken "Bugün izin almandaki amacın... Kesinlikle bu değildi, değil mi?" diye sormuştum. Yüzümde istemsiz beliren gülümsemeyle "Yani, koltukta oturup sohbet etmek." diye açıklamıştım.
Dudaklarına yayılan muzip gülümsemeyle "Aslında, tam olarak olmasa da buydu." diye fısıldamıştı. "Benim genel bir amacım vardı; Bütün günü beraber geçirmek gibi."
Başımı sallarken "O zaman, sorun yok." demiştim. Gözüm duvardaki saate kaymıştı. Akrep ve yelkovan tam olarak on ikinin üzerindeydi. "An itibariyle amacına ulaştın."
Hızla ayağı kalkmıştım. "Şimdi de ben amacıma ulaşmak istiyorum."
Tek kaşı otomatikman kalkmıştı. 'Ne amacı?' bakışı üzerimde dolanıyordu.
"Uyumak," diye fısıldamıştım, merdivenlere yönelirken. "Tren yolculukları güzel ama yorucu."
Birkaç basamak çıktıktan sonra arkamı dönüp Sirius'a bakmıştım. "Gelmiyor musun?"
Başını sinirle koltuğun arkalığına yaslarken "Ufak bir işim var," diye mırıldanmıştı. "Birkaç mektup yazacağım."

Merdivenleri son derece sakin bir şekilde çıkıp kendimi hızla odaya atmıştım. Üzerimi değiştirmem gerekiyordu. Lacivert elbiseden kurtulup pijamalarımı giymek için dolaba dönmüştüm. Dolaptan açık mavi şort ve askılıyı alıp yatağıma dönmek üzereydim ki komidinin üzerinde duran zarf dikkatimi çekmişti. Elimdekileri yatağın üzerine bırakıp mektubu elime almıştım. Adım yazıyordu. Cissy'nin yazısıyla, ama son derece özensizdi.

Zarfı hızla açıp parşömeni çıkarttım. Küçücük bir parşömendi. Üzerine hızla yazılmış iki cümle vardı.

"Ige,
Çok önemli bir konu var. Yarın kahvaltıda Knockturn Yolu'nda buluşalım.

Narcissa Black."


Knockturn Yolu. Londra'da Karanlık Sanatlara adanmış dükkanlardan oluşan en büyük yer olmalıydı.
İçerisinde Karanlık Sanatlarla uğraşan herkes için bir şeyler vardı.
Neden burada buluşmak istiyordu ki? Neden Diagon değilde Knockturn?


Beynimde dolanan binlerce soru ve bir şeyin kırılma sesiyle sabaha gözlerimi aralamıştım. Sirius üzerini değiştirmiş, gömleğinin son düğmesini iliklerken önünde az önce komidinin üzerinden düşürdüğü fotoğraf çerçevesine bakıyordu. "Merlin! Düşmek zorunda mıydın!?" Kendi kendine mırıldanırken yere düşe çerçeveyi eline alıp komidinin üzerine yerleştirmişti.
Uyku sersemliğiyle gözlerimi aralarken "Günaydın," diye fısıldamıştım. "Gidiyor musun?"
Gözleri mahcup bir şekilde ban kaymıştı. "Uyandırdım mı?"
"Evet ama zaten kalkacatım." Üzerimdeki çarşafı çekip atarken "Cissy'le buluşacağım," diye devam etmiştim. "Gece mektup yazmış ve-"
"Biliyorum, zarfı gördüm. Ve Knocturn'e gitmeni istemiyorum."
Dolaba yönelip elbiselerimden bir tanesini elime almıştım. Siyahtı ve oldukça rahat görünüyordu. Siyah pelerini de elime alarak "Önemliymiş," diye mırıldanmıştım. "Gitmem gerekiyor!"
"Etrafın nasıl olduğunun farkında mısın?" Biran sesi yükselmişti. "Seni bir yığın Karanlık Büyücüyle dolu bir yere gönderemem!"
"Saçmalıyorsun," demiştim. "Gerçekten saçmalıyorsun!" Üzerimdeki pijamadan kurtulmak için banyoya yönelmiştim.
"Ige! Bunu istemiyorum!"
"Üzgünüm, sen istesen de istemesen de gideceğim. Yani, anlaşalım," Banyoya girip kapıyı kapatmadan önce "Bir saat," diye mırıldanmıştım. "Bir saat içerisinde eve dönerim, kabul mü?"
Gözlerini devirirken başını iki yana sallamıştı. "İnatlaşmak zorunda mısın?"
Küçük bir gülümseme yüzüme yayılırken "Eh, biliyorsun," demistim. "Kanımda olan bir şey."



Knocturn. Kasvetli dar bir sokaktı. Yolun sol tarafındaki en büyük dükkan gibi görünen 'Borgin ve Burkes' göze çarpıyordu. İçerisini görmeye çalışsam da karanlıktan başka bir şey yoktu.
Borgin ve Burkes'in hemen karşısında dökük, kuru kafalarla süslenmiş dükkanın yanında büyük kara örümceklerin bulunduğu bir dükkan vardı.
Sokak boyunca ilerlerken tanınmamak ve dikkat çekmemek için herkesin kullandığı metot olan pelerin kapşonunu kullanmıştım.
Sokağın adının yazılı olduğu eski tabelenın altında bekleyen siyah pelerinli, yüzünü saklamak için kapşonunu takmış ama sarı saçları omuzlarından dökülen kızı görmüştüm. Üzerinde derin bir tereddüt vardı. Bakışlarında da.
Adımlarımı sıklaştırarak hızla yanına ulaşmıştım. Sesimdeki tereddütle "Cissy?" diye fısıldamıştım. "Ne oldu?"
Kahverengi gözleri bana kaymıştı. Hızlı hızlı nefes alış verişleri arasında "Az kalsın yakalanıyordum," diye mırıldanmıştı.
Kaşlarımın çatılmasına engel olamamıştım. "Nereye gidiyoruz? Neler oluyor?"
"Regulus'u takip edeceğiz," diye fısıldamıştı. "Mr Regulus Black, Ölüm Yiyen olmak için uğraşıyor da."
Öfkeyle söylediği cümle başımdan aşağı kaynar su dökülmüş etkisi yapmıştı.
Regulus, en yakın arkadaşım, Ölüm Yiyen mi olacaktı?
Kısa bir süreliğine vücudum bütün işlevini yitirmişti. Boğazımda konuşmamı ve nefes almamı engelleyen bir şeyler vardı.
Abimden sonra onu da yok olmaya terk edemezdim. O benim en yakın arkadaşımdı. Sirius'u ne kadar sevmese de onunla ilgili her türlü sorunumda bana yardım etmişti. Sirius'un beni gerçekten sevdiğine inandırmış, ağladığımda sığınabileceğim limanlardan birisi olmuştu.
Küçük bir eylül sabahının bana kazandırdığı en değerli şeylerden biriydi.

"Lucius'la konuştum ve, muhtemelen Temmuz başında Ölüm Yiyen olur, diyor." Sesi tekdüzeydi. Kahverengi gözleri üzerimde dolaşırken "Engellemeye çalışıyorum ama... Olmuyor. Ben de ne yaptığını öğrenmek için -belki bir şeyler bulursak engelleyebiliriz, diye- onu takip etmeye karar verdim."

Üzerime çöken sessizlik rahatsız edici bir hal almıştı. Beynimde dönüp duran düşüncelere engel olamıyordum. Abimin ölüm yiyen olması... Regulus'la geçirdiğim birkaç anı... Regulus'un koluna yayılacak olan yılan...
Bunu nasıl isteyebiliyordu?

Sana Güveniyorum... | Sirius Black & Ige ElmerWhere stories live. Discover now