31. Bölüm

2.7K 135 15
                                    

21 Haziran 1977

Mutfakta, James'in Diagon Yolundan aldığı renkli şekerleri, kurabiyeleri ve tatlıları tabaklara diziyordum.
Remus'un son günde yaptığı plan değişikliği ile Sirius'u Remus'un oyalamasına karar verilmişti. Bu sayede 'Acaba doğum gününü unutmuş gibi mi yapsam?' ya da 'Acaba kutlasam ve partide ayrı mı kutlasam?' sorularından kurtulmuştum. Tabii şimdi daha zor bir soruyla karşı karşıyaydım. Bu mutfağı nasıl toplayacaktım!?
Kurabiyelerin boşalmış kutularını çöp kutusuna atarken mutfağın içler acısı durumuna tekrar bakmıştım. Yaklaşık bir saat önce kurabiye yapacağım diyerek tüm mutfağı savaş anına çevirmiştim. Buna rağmen elde edebildiğim tek şey içine bir şey koymayı unuttuğum için tam olarak pişmemiş kurabiyelerdi.
Bunun üzerine James'e acilen Diagon Yoluna cisimlenmesini istemiştim. Tabii James mutfağın o halini görünce yarım saat gülmüş ve orayı toplamak için hiçbir şekilde asa sallamayacağını söylemişti.

Derin bir nefes alarak hızla James ve Peter'ın bulunduğu salona yönelmiştim. Krem rengi koltuklar ve açık mavi duvar boyasıyla son derece sade olan salonun ortasına büyük bir masa yerleştirilmişti. Masanın üzerinde James ve Remus'un hiçbir riske girmeden özel yaptırdıkları pasta vardı.
Gözlerimi James'e dikerken "James," diye mırıldanmıştım. Sesim tıpkı bir kedi miyavlamasını andırıyordu. Düşünülünce bakışlarımın da kedi bakışın farkı yoktu. "Lütfen bana yardım et! O mutfağı hayatta toplayamam!"
James yayıldığı koltuktan bana doğru alaylı bir bakış gönderirken omuz silkmişti. "Sana söylemiştim. Hayatta yardım etmem."
Gözlerimi devirirken aynı bakışla ve ses tonuyla Peter'a dönmüştüm. "Peter?"
Peter tereddütle bana bakarken "Pekâlâ, benim bu işten çıkarım ne olacak?" diye sormuştu.
'Çıkarcı şey.' diye mırıldanmıştım, kendi kendime. Bu düşünceyi dışarıya ise "Off, Peter. Takma adın gibi, Kılsın." diye vurmuştum.
James'in dudaklarının arasından dökülen kahkaha tüm salonu doldururken sert bakışlarımı ona çevirmiştim. Hem istediğimi yapmıyor, hem de yardım etmiyordu. Sinir bozucu şey.
James ayağı kalkarak bulunduğum tarafa dönmüştü. Kolunu omzuma atarken beni mutfağa doğru çevirip ilerletmeye başlamıştı. "Bak, Ige. Şimdi o mutfağa giriyorsun ve çöpleri çöp kutusuna atıp diğerlerini de-"
"James!" diye çığlık atmıştım adeta. "Ben toplayamam! Gidip üzerimi değiştirmeliyim, herkes gelecek şimdi!"
James şuan ki halime gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı.
"Sen git biz hallederiz." Peter'ın hemen arkamızdan gelen bıkkın sesi ile James'in kolundan kurtulmuştum. "Peter! Seni de seviyorum!"
James gözlerini Peter'a çevirirken "Ben yardım etmeyeceğim," diye mırıldanmıştı. Tekrar salona dönmüştü. "Gidip biraz daha oturacağım. Çok yoruldum."
Yorulmuş muydu? Altı üstü Diagon Yoluna gitmişti, sonra da Mrs Potter kaç gündür evde olmadığı için Sirius'la dağıttıkları, salonu toplamıştı. Hepsini de asa hareketiyle yapmıştı.
Biran önce 17 olup asamı serbestçe kullanmalıydım. Evet, evet. Biran önce 17 olmalıydım.

Peter mutfağa dönerken kapının girişine bıraktığım, kıyafetlerimin poşetlerini alıp James'e "Nerede giyinebilirim?" diye sormuştum.
James başını yasladığı koltuktan kaldırmadan "Sirius'un odası," diye mırıldanmıştı. "Üst katta, sağda ki ilk oda."

Merdivenleri ağır ağır çıkıp, sağdaki ilk odaya ulaşmıştım. Kahverengi kapının yuvarlak kolunu tutarak sağa doğru çevirmiştim. Kapı ufak bir klik sesiyle açılınca orta büyüklükteki oda gözler önüne serilmişti. Odanın ortasında tek kişilik, vişne rengi nevresim serili bir yatak vardı. Yatağın iki yanında duran komidinlerin üzeri fotoğraf çerçeveleriyle doluydu.
Topuklarımın zemine çarpmasıyla çıkan sesle birlikte fotoğraf çerçevelerinin bulunduğu komidine ulaşmıştım.
İlk baştaki fotoğrafta 10-11 yaşlarındaki yuvarlak gözlüklü çocuk yüzündeki hafif alaylı bir gülümseme ile kolunu yanındaki kıvırcık saçlı çocuğa atmıştı. Kıvırcık saçlı çocuk yanındaki çocuğa kıyasla daha kibirli bir gülümsemeye sahipti.
James ve Sirius'un küçüklüklerine bakarken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmıştım. Çok tatlılardı ama şuan ki hallerini düşününce komik duruyordu.
Onun hemen yanındaki fotoğrafta ise 4 Çapulcu vardı. Diğeri ile aynı gün çekilmiş olduğunu düşündüğüm fotoğrafta Remus ve Peter'ı incelemeye başlamıştım. Peter her zaman ki gibi sıskaydı. Bakışlarında fotoğraf karesinde olmaktan gurur duyuyormuş gibi bir hava vardı. Remus ise... Yine aynı Remus'tu. O yaşta bile diğerlerinden daha olgun duruyordu. Belki de kurt adam onu ısırdığından beri böyleydi.
Diğer fotoğraflarda Çapulcuların biraz daha büyümüş halleri sıra ile gidiyordu. Canlı canlı gülen Çapulcuların hemen hemen yanında Sirius'la olan iki fotoğrafımız vardı. Okulun son günü çekildiğimiz iki fotoğraf yanyana yerleştirilmiş ve yatağa uzandığın zaman görüş alanına girecek ilk yerdeydi.

Gözlerimi fotoğraflardan ayırarak odada gezdirmeye devam etmiştim. Bir çalışma masası ve bir de dolap vardı. Onun dışında duvarlar muggle motorları ve Quidditch takımı posterleri ile donatılmıştı. Çalışma masasının üzerinde birkaç parşömen parçasının yanında 1-2 dergi kağıdı duruyordu. Hızla parşömen parçasına ve dergilere bakmak için ilerlemiştim. Parşömenler benim yolladığım birkaç mektuptan ibaretti. Dergi kağıdına bakmak için elime alınca kısa anlı bir şok yaşamıştım. Donuk bir gülümseme ile muggle olduğu her halinden belli olan bikinili birkaç kız!
Sırtımdan aşağı küçük bir ter damlası inerken "Açıklaması vardır, Ige!" diye mırıldanmıştım. "Sirius'un değildir. James'in olabilir!" Kendi kendime söylediğim sözlere ikna olmaya çabalıyordum ama ikna olunacak gibi değildi.
Arkamdaki kapının birandan açılmasıyla James içeriye girmişti. Hızla elimdeki dergi kağıtlarını alırken "Hmm. Ufak bir hata!" diye mırıldanmıştı. Kağıtları aldığı gibi çöp kutusuna atmıştı.
Pür dikkat onu izlemeye devam ediyordum. "Ne yapıyorsun?"
James yüzüne yayılan gülümseme ile "Gereksiz şeyleri atıyorum!" diye mırıldanmıştı. Sonrada odadan kaçarcasına uzaklaşırken "Sen rahatına bak!" diye mırıldanmıştı.
James'i arkasından bakakalmıştım resmen. Ama şu doğum günü partisi bitsin de ben bunu Sirius'a sorardım. Bakalım küçü bey ne diyecekti?

Aşağıdan gelen zil sesi ile odayı incelemeyi bırakıp giyinmem gerektiğini hatırlamıştım.
Narcissa'yla aldığım kırmızı elbiseyi üzerime geçirdikten sonra aynanın karşısında kendime kısaca göz atmıştım. Her zaman ki gibi fazla iddialıydım. Tabii boşa bir iddia değildi.

Son olarak yatağın üzerine attığım eşyaları topladıktan sonra hızla odadan çıkıp merdivenlerden aşağıya kısa bir bakış atmıştım. Yarım saat önce sadece James'in olduğu salon şimdi bir sürü Gryffindor öğrencisine ev sahipliği yapıyordu. Gözlerimi kalabalıkta taradıktan sonra James'i Lily'nin yanında bulmuştum. Gözlerindeki tüm parıltı ile kıza bakıyordu. Kızıl saçlı kız ise yüzündeki hafif pembelik ile arada bir bakışlarını parmaklarına dikmesine rağmen çoğunlukla James'e bakmaya özen gösteriyordu.
Onların hemen önünde Gryffindor Quidditch oyuncuları koyu bir sohbete dalmıştı. Salonun biraz gerisinde ise kıkırdaşan küçük bir kız topluluğu vardı. Merdivenin hemen yanında ise Frank Longbottom ve kendisinden biraz küçük olduğunu tahmin ettiğim bir kız vardı.
Derin bir nefes alarak saate bakmıştım. Sirius ve Remus'un gelmesine en fazla 15 dakika kalmıştı.
Son kontrolleri yapmak için merdivenlerden inerken üzerimde her zamanki dik duruşum ve kararlı bakışlarım vardı. Ayakkabının merdivende çıkarttığı sesle birkaç kişi bana dönmüştü.
Hızla merdivenleri indikten sonra James'in yanına ilerlemiştim. Evans'a küçük bir gülümseme eşliğinde "Hoş geldin." demiştim.
Evans benimkinden daha samimi bir gülümseme takınmıştı. "Merhaba, Ige. Çok hoş görünüyorsun."
"Teşekkür ederim." diye cevap vermişti. Kızın üzerindeki lacivert elbiseye kısaca göz atınca onunda oldukça hoş olduğunu fark etmiştim. "Sen de çok hoş görünüyorsun."
Lily daha bir şey söyleyememişti ki James gözlerini devirerek "Evet, Ige." diye mırıldanmıştı. "Neden gelmiştin."
James'in başından savarcasına söylediği cümle ile sert bir bakışı James'e yöneltmiştim. "Her şey hazır mı?"
James bıkkın bir şekilde gözlerini devirmişti. "Evet, bu soruyu daha kaç defa soracaksın?"
Etrafa kısa bir bakış atarken "Her şeyin hazır olduğuna emin olana kadar." diye cevap vermiştim. Hızla mutfağa ilerleyip son duruma bakacaktım ki çalan kapı ile kalbim küt küt atmaya başlamıştı.
Gelmişlerdi!
Gözlerim Peter'ı bulunca hızla kapıya ilerlediğini görmüştüm. Her şey planladığımız gibi olacaktı.
Kalabalık sessizleşirken salona geri dönmüştüm. Salonun girişinde beklemeye başlamıştım. Hemen yanıma gelen James yüzündeki alaycı ifadeyle "Sakin ol!" diye mırıldanmıştı. "İlk defa mı doğum günü kutluyorsun?"
"Hayır, ama sevgilimkini ilk defa kutluyorum."
James yüzündeki gülümsemeyi yok etmeye çalışırken koridordan Sirius'un sesi geliyordu. "Hiç mektup gelmedi mi? Yani, Ige'den." Ses tonundaki endişeli tonla neye endişelendiğini anlamaya çalışmıştım ki konuşmaya devam edince anlamıştım. "O gün kafede buluştuktan sonra bir daha konuşamadık."
Ses daha da yaklaşırken Peter "Odana bakmadım." diye mırıldanmıştı. "Belki de gelmiştir."
Derin bir nefes alarak kapıya odaklanmıştım. Daha da yaklaşmış olan sesin sahibi, kıvırcık saçlı sevgilim, kapıda görününce herkesin ağızından o bilindik şarkı dökülmeye başlamıştı. "İyi ki doğdun, Sirius... Mutlu yıllar, sana..."
Kalabalıktan yükselen alkış sesleri daha da yükselmişti. Sirius şaşkın gözlerini salonda gezdirmişti. Sonunda beni bulduğunda yeşil gözlerine güneş ışığı vurmuşçasına parlamıştı.
Yüzümdeki kocaman gülümsemeye engel olamadan arkadan gelen şarkı sesine rağmen "Mutlu yıllar, sevgilim." diye mırıldanmıştım. Aramızdaki birkaç metreyi kapatmak için hamle yaparak hızlı adımlarla boynuna sarılmıştım. Kollarını belime dolarken kulağıma "Ige!" diye fısıldamıştı. "Seni seviyorum!"
Sımsıkı sardığı kolları gevşerken yüzüme bakmak için uzaklaşmıştı. Gözlerindeki kocaman parıltılar daha da büyümüştü. "Mükemmelsin!"
Ne olduğunu daha anlamadan dudaklarını, dudaklarımın üzerinde hissetmiştim. Hiç ayrılmamak istermiş gibi sertçe öperken daha sakin bir şekilde karşılık vermeye çalışmıştım. İçimdeki harekete geçen kelebekler, serbest kalmak istercesine kalp atışlarımı hızlandırmıştı. En sonunda göğüs kafesimi zorlarlarken kulakları sağır edercesine bir alkış tüm eve yayılmıştı.
Nefes almak için duraksadığımda alnını alnıma dayamıştı. Hızlı nefes alış verişleri arasında "Seni seviyorum." diye fısıldamıştı. Ve sanki hiç bilmiyormuşum gibi söylemişti kelimeleri.

Geleneksel pasta kesme işlemi de tamamlandıktan sonra Peter ve Lily'nin de yardımıyla pasta tabaklarını misafirlere dağıtmıştık.
Pastalar yenirken salonda ki koltuklara yayılmıştık. Sirius'un oturduğu koltuğun koluna oturmuş, kızlarla sohbet ediyordum.
Uzun saçları beline kadar gelen esmer bir kız "Ee Ige," diye mırıldanmıştı. "Sirius'la çıkmak zor, değil mi? Sonuçta herkesin gözü onun üzerindeyken ve senin ailen..." Cümlenin devamını getirmemişti ama anlamayacak kadar salak değildim.
"Aslında benim açımdan zor olan bir şey yok. Ailem bir yana ama diğer kızlar umurumda bile değil." Ses tonumdaki umursamaz ifadenin yanında meydan okuma var gibiydi. Böyle saçma soruları neden soruyorlardı ki?
Evans elindeki kaymak birasından bir yudum aldıktan sonra "Bence de, diğer kızlar Sirius'la neden ilgileniyor ki?" diye sormuştu. "Saçmalık."
Adının Alice olduğunu öğrendiğim, Lily'nin yanında oturan kız "Bence de," diye araya girmişti. "Koca okulda başka birisi mi yok?"
"Mesela, James," diye mırıldanmıştım. "Hem onun şuan sevgilisi de yok." Yeşil gözlerim tepkisini merak ettiğim Lily'nin üzerinde dolaşırken birkaç kızda ona dönmüştü.
"Ama tüm okul James'in Lily'i sevdiğini biliyor." En köşedeki sessiz kızın dudaklarından dökülen kelimelerle Lily Evans'ın yüzü hafifçe pembeleşmişti ve James'e doğru kısa bir bakış atmıştı. Gözlerindeki tereddütlü ifadeye gülmemek için büyük bir çaba sarf etmiştim ama bu durumda söyleyecek tek bir şey kalmıştı; Ateş bacayı sarmış!
Biranda yükselen hafif müzik sesiyle başımı kaldırmıştım. Remus, Mr Potter'ın müzik çalarının başında bekliyordu. "Biraz dansa ne dersiniz?"
İlk önce herkes tereddütlü bakışlarla Remus'a baksa da beş dakika sonra, neredeyse, herkes ayaklanmıştı.
Koltukta sadece iki kız, James ve biz kalmıştık. Sirius'un kulağına eğilerek "James ne zaman Lily'i dans'a kaldıracak?" diye sormuştum.
Sirius kafasını geri yaslayıp gözlerimin için bakmıştı. "Hiçbir fikrim yok, ama biz şimdi kalkabiliriz."
Sadece aramızda birkaç santim vardı. Dudaklarına eğilerek küçük bir öpücük kondurmuştum. Dudaklarından ayrılmadan "Sirius," diye fısıldamıştım. Biraz uzaklaşırken "Ben hediye konusunda bir şey yapamadım." diye devam etmiştim. Derin bir nefes aldıktan sonra "Aslında çok düşündüm ama özel bir hediye olmalıydı. Sonra, hep yanında olmalıydı ve-"
Sözlerim Sirius'un dudaklarıma yapışmasıyla yarım kalmıştı. Sakin öpücüklerine karşılık verirken gözlerimi kapatmıştım. Her şey yok olmuştu sanki. Sadece biz kalmıştık.
Oldukça kısa gelen bir anın sonunda ayrılmıştık. Alnını alnıma dayarken "Ne hediyesi, Ige?" diye fısıldamıştı. Yeşil gözlerini, gözlerime dikmesiyle başımı eğmiştim. Beni öptükten sonra gözlerimin içine bakması yüzümü pancara çeviriyordu ve bunu görmesini istemiyordum.
"Ige?" Çenemden tutarak yüzüne bakmaya zorlamıştı. "Sen her gün yanımdasın, bence bu en özel hediye."

Hızlanan müzikle birlikte romantik diye nitelendirebileceğim konuşma yarım kalırken ben ne kadar "Asla dans edemem!' desem de Sirius'un zoruyla kalkmıştım.
Müzik hızlandıkça herkesten gülme sesleri yükselmeye başlamıştı.
Müzikten sorumlu bakan olarak nitelendirdiğim Frank "Biraz yavaşlayalım mı?" derken yavaş bir müzik sesi salonda duyulmaya başlamıştı. Bazıları oturmaya yeltenirken Sirius kollarını belime dolayarak, beni kendine çekmişti. Ellerimi boynunda birleştirirken başımı göğsüne yaslamıştım. Duyduğum tek şey belirli bir ritimle atan kalbinin sesiydi. Tüm sesler silinmişti. Sadece biz kalmıştık.
Taa ki Sirius'un James'e bakmamı söylediği ana kadar.
James kollarının arasındaki kızıl saçlı kızı kırılmasından korkarcasına tutuyor gibiydi. Diken üstünde duruyor deyimi tam şuan kullanılabilirdi.

Herkes gitmeden önce aldıkları hediyeleri verirken Sirius'la birlikte hediyeleri açmıştım. Saatten şans iksirine kadar yaklaşık 20 hediye açmıştık.
Herkes James ve benimkini merak ederken James kendisininkini birkaç gün sonra vereceğini söylemişti. Benim ki konusuna gelindiğinde ise Sirius "Ben hediyemi aldım." demişti. "Hem de oldukça özel."


Herkesin dağılmasıyla eve kocaman bir sessizlik çökmüştü. James ve Peter parti ile ilgili konuşurken Remus yanlarındaki koltukta sakince oturup onları dinliyordu. Ben de Remus gibi James'in anlattıklarına kulağımı vermiş, tüm dikkatimle dinliyordum. Elimdeki kaymak birasından bir yudum alırken kolunu omzuma atmış olan Sirius'un boynuma çarpan nefesi ile irkilmiştim. "Gidelim mi?"
Fısıltı şeklinde çıkan sesiyle ona dönmüştüm. "Nereye gidelim?" Ses tonumdaki şaşkın tonu fark etmemek imkânsız gibi bir şeydi.
Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken "Seni eve bırakabilirim." diye fısıldamıştı. Ateş viskisinin de etkisiyle biraz sarhoş görünüyordu.
"Olabilir," diye mırıldanmıştım başım omuzuna düşerken. Sonra biranda başımı kaldırarak "Galiba, biran önce beni bırakıp kurtulmak istiyorsun." diye devam etmiştim.
Sirius başını koltuktan kaldırırken, yüzüne alaycı bir gülümseme yayılmıştı. "Ben mi kurtulmak istiyorum?" Kulağıma doğru eğilerek "Benim amacımda yalnız kalmaktı." diye devam etmişti. Nefesi boynuma çarpınca birazcık ürpermiştim. Yüzüme yayılan gülümsemeyi bastırmaya çalışarak dudaklarımı ısırmıştım.
İçime biranda gelen cesaretle ayağı kalkmıştım. Elinden tutup çekerken "Hadi gidelim." diye mırıldanmıştım.
Sirius tek kaşını kalkık bir şekilde "Bakıyorum da benden daha isteklisin." demişti.
Güldüğümü görmemesi için başımı eğmiştim. "Yoo, sadece evimi özledim." Kelimeler dudaklarımın arasından kayarken bile içimdeki kahkaha atma isteğini bastırmaya çalışıyordum. Ben ve evi özlemek... Biraz zor gibiydi ama zaten benim asıl özlediğim Sirius'la yalnız kalmaktı.
Sirius ayağı kalkarken "Eh," diye mırıldanmıştı. "Madem evini özledin... Gidelim."

"Hey!" Remus'un sesiyle ikimizde ona dönmüştük. Kahverengi gözleri ikimizin üzerinde gezindikten sonra Sirius'ta durmuştu. "Nereye Pati?"
Sirius yüzündeki alaycı ifade ile "Küçük hanım evini özlemiş(!)" diye mırıldanmıştı. Alaylı ifadesinin yanında bir de göz kırpınca Remus hafifçe gülümsemişti. James'te Sirius'un yüzündekine benzer bir ifade takınarak "Özlemiştir, Pati." demişti. "O ev özlenmez mi(!)?"
Sirius'un sımsıkı tuttuğum elini bırakırken "Aman," diye mırıldanmıştım. "Ben kendim giderim!" Hiçbirine bakmadan hızla kapıya doğru ilerlemiştim. Kahverengiyi çalan kapının yanındaki askılıktan pelerinimi alarak üzerime geçirmiştim. Kapıyı açıp çıkmak üzereydim ki Sirius'un "Ige!" diye seslenmesiyle geriye dönmüştüm.
"Ne oldu, sen de mi bizim evi özledin?" Sesimdeki ima dolu tonla Sirius gülmeye başlamıştı. Yüzündeki kocaman gülümseme daha da büyürken "Sirius!" diye uyarmıştım. "Gülme!"

Bahçe kapısına doğru ilerlerken Sirius'un elini sımsıkı tutmuştum. "Hadi, cisimlenelim."
Sirius hiçbir şey söylememişim gibi yürümeye devam ederken hafif hafif yağmur taneleri gökyüzünden düşüyordu. Elini bırakırken "Bugün çok sinir bozucusun!" diye mırıldanmıştım. "Birisi sana umursamazlık büyüsü mü yaptı?"
"Sadece, düşünüyorum." diye mırıldanmıştı dalgın dalgın. Kolunu omzuma atıp saçlarıma küçük birkaç öpücük kondurmuştu. "Ne kadar şanslı olduğumu düşünüyordum. Hayatımda sen varsın."
İçimde az önce oluşan kızgınlık dalgalar yerini sevgi dolu hislere bırakmıştı. Kolumu beline dolarken "İyi ki varsın," diye mırıldanmıştım. "Ayrıca, ıslanıyoruz! Biran önce gitsek-"
"Nasıl isterseniz küçük hanım." Sirius'un neşeli sesi daha kesilmeden sımsıkı beline sarılmıştım. Her zamanki cisimlenme duygusu içime yayılmıştı. Sirius uzaklaşıyor gibiydi ve tüm vücuduma büyük bir baskı uygulanıyordu.
Birkaç saniye sonra baskı azalınca kendimi bahçe kapısının önünde bulmuştum.
Her zamanki görkemiyle karşımda duran eve bakıyordum. "Ve özlenen eve hoş geldik!" Sesimdi alaycı tonla Sirius'a dönmüştüm.
Demir kapıya ilerleyip açmak için pelerinimin cebinden anahtarımı çıkartacakken Sirius asasını doğrultmuştu. "Alohomora!" Demir kapı küçük bir klik sesiyle aralanmıştı.
Gözlerimi devirirken "Biran önce 17 olmak istiyorum." diye mırıldanmıştım. "Şu büyü yapamama işinden nefret ediyorum."
Kapıdan içeriye girereken hemen arkamdaki bekleyen Sirius'a dönmüştüm. "Gelmeyecek misin?"
Sirius kararsız bakışlarını evin üzerinde dolaştırırken "Tüm ışıklar yanıyor." demişti. "Önce gidip etrafı kolaçan et istersen."
Sirius'un elini sımsıkı tutup çekerken iki yanı çimenlerle dolu yoldan sakin adımlarla evin kapısına ilerlemeye başlamıştık. Çalışma odası taraflarındaki ışığın yandığını görünce annem ve babamın orada olacağını tahmin etmiştim. Abimin odasının ışığı da açık olunca kadro tamamlanmıştı. Odama giden yol boyunca kimse yoktu. "Odama giden yolun pek de dolu olduğunu sanmıyorum." diye mırıldanmıştım.
Sirius sesindeki alaylı tonla "Bu açık bir davet mi?" diye sormuştu.
Sımsıkı tuttuğum elini bırakırken "Aklın nerelerde senin?" diye azarlamıştım.
Sirius kolunu omuzuma dolarken "Her zaman ki gibi," diye mırıldanmıştı. "Sende."

Sirius'un ev kapısını da açmasıyla kocaman salon gözler önüne serilmişti. Büyük bir avize salonu aydınlatırken krem rengi ve siyah salona kasvetli bir hava vermişti.
Sirius dudaklarına yayılan alaylı gülümsemeyle "Bu renk tonları bana Black Malikânesini hatırlattı." diye mırıldanmıştı.
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken Sirius'un elinden tuttuğum gibi merdivenlere yönelmiştim. Burada ne kadar az oyalanırsak o kadar iyiydi.
Merdivenleri sessiz ama hızlı adımlarla çıkıp sol tarafta, üzerinde 'E. Ige Elmer' yazılı odaya yönelmiştik.
Kapıyı açar açmaz Sirius'a "Sen gir," diye mırıldanmıştım. "Ben annem ve babama geldiğimi haber vermeliyim."
Sirius odaya girerken ben de hızla çalışma odasının olduğu tarafa yönelmiştim. Kalbim son hızla çarparken çalışma odasına girmeden önce derin bir nefes almıştım. Yüzüme de yapmacık olmamasını umduğum bir gülümseme takınarak sakince odaya girmiştim. "İyi akşamlar!"
Babam oturduğu koltuktan sert bakışlarını bana yöneltirken "Akşam mı?" diye mırıldanmıştı. "Gece yarısı oldu, Ige." Sesindeki sert ton bakışlarına uyması için tasarlanmıştı sanki.
"Özür dilerim," diye mırıldanmıştım hemen karşısındaki sandalyeye yerleşirken. "Parti birazcık uzun sürdü."
Annem yüzüne yayılan alaycı gülümsemeyle "Ee," diye mırıldanmıştı. "Sevgili Sirius'cuğun partiyi beğendi mi?"
Gözlerimi devirmeden edememiştim. Hem kendisi öğrenmek istemişti. Şimdi de karşıma geçip dalga geçer gibi soru soruyordu. Ama anneciğim, arkasından işler çevirip Sirius'u eve aldığımı öğrense kim bilir ne kıyametler kopardı. Umursamaz bir şekilde omuz silkerken yüzüme sinir bozucu gülümsememi takınmıştım. "Beğendi tabii ki. Hazırlayan ben olunca-"
"Ige!" Babamın sert sesiyle konuşmam yarım kalmıştı. Gözlerini yorgunluktan kapanmak üzere olan gözlerime dikmişti. "Git ve dinlen biraz. Ne içtin bilmiyorum-"
"Kaymak birası." diye araya girmiştim.
"Her ne içtiysen." demişti sert bir sesle. "Sana iyi gelmemiş. Git ve biraz dinlen." Son cümlesini biraz daha yumuşak bir tonla söylemişti.
Hızla ayağı kalkarken "Pekâlâ," diye mırıldanmıştım. "Size iyi geceler." Hızla kapıya ilerleyerek sinirle odadan çıkmıştım. Odama ilerleyen koridor boyunca içimden o kadar çok şey geçirmiştim ki... Bu umursamaz, alaylı ve sinirli halleri beni çıldırtıyordu. Delirmemek elde değildi.

Odamın kapısı açıp içeriye girdiğimde Sirius'u lacivert çarşafların üzerine uzanmış bir şekilde bulmuştum. Yüzünü görmemle yüzüme küçük bir gülümseme yayılmıştı.
Sakin adımlarla yanına ilerleyerek yatağın ucuna oturmuştum. "Eee, odamı nasıl buldun?"
Yeşil gözleriyle kısaca odayı taradıktan sonra bana ulaşmıştı. "Fazla sade ama şık."
Tereddütle yanına bakarken uzanıp uzanmamak konusunda kararsız kalmıştım. Gözlerim, gözleri ve yanı arasında gidip gelirken "Ben de böyle seviyorum." diye cevap vermiştim. "Sade ve şık."
Sirius başının altındaki kolunu bana doğru uzatarak elimi tutmuştu. Tereddütlü bakışlarım gayet kararlı olan yeşilliklerle karşılaşınca sakince yanına uzanmıştım. Hiçbir şekilde dokunmadığım halde kalbim göğüs kafesimi delecekmiş gibi hızla atıyordu.
Yüzüme düşen birkaç tel saçı kulağımın arkasına atarak "Bence yatak odası biraz daha renkli olmalı." diye mırıldanmıştı.
Aklıma biran odasında bulduğum fotoğraflar gelmişti. Tek kaşımı kaldırırken "Tabii," diye mırıldanmıştım. "Senin odanı da gördüm. Ayrıca, o muggle dergilerinden koparılmış, bikinili kızlara gelmemi istemezsin, değil mi?"
Sirius'un kaşları biranda çatılırken yüzüne kocaman bir şaşkınlık hakim olmuştu. "Be-benim değil onlar!"
"O zaman senin odanda ne işi var?" İçimde az önce hareket kazanan sinir şuan tavan yapmış olmalıydı. Sinirle arkamı dönerken "Cisimlenmeden önce ışıkları kapatırsan sevinirim." diye mırıldanmıştım. Sakinleşmek için gözlerimi kapatmıştım ki Sirius'un kollarının beni sarmasıyla gözlerimi tekrar açmıştım. Nefesi hemen kulağıma çarpıyordu. "Ige, ben neden onları saklayayım ki?"
"Bilemiyorum, ne zevk alıyorsan!?"
Sirius beni kendine döndürerek gözlerine bakmaya zorlamıştı. "Onlar benim değil. Muhtemelen Çatalak odasında temizlik yaparken benim odama atmıştır."
Emin olmak için Sirius'a dönüp tereddütle bakmıştım. Haklı olabilirdi. Zaten James hızla gelip onları atmamış mıydı?
Sirius alaycı bir ifadeyle "Benimkilerin hepsi Black Malikânesinde." diye mırıldanmıştı. "Sevgili annem için bırakmıştım."
Göğsüne sertçe vurmuştum. "Eğer istersen bir ara oraya uğrayıp getirebilirim(!)"
Gözleri dudaklarıma kayarken "Gerek yok, sevgilim." diye mırıldanmıştı.
"Sirius!?" Uyaran ses tonumla birlikte Sirius biraz uzaklaşınca "Eğer," diye mırıldanmıştım. "Eğer öyle bir şeyi odanda bulursam, kendi asanla sana bir 'Avada' çakıp sonra da intihar süsü veririm."
Sirius küçük bir kahkaha atınca hızla ağzını kapatmıştım. "Birisi duyacak!"
Biraz daha sakinleşince elimi çekip biraz daha sokulmuştum ona doğru. "Beni bırakırsan da aynı işkence yöntemim geçerli."
Sirius kollarını bana dolarken kulağıma doğru eğilmişti. "Belki de kendime bir muggle bulurum ve-"
"Seni parçalarım Sirius!"
"Tamam, tamam."
Birkaç dakika süren sakinliğimiz boyunca nefes bile alamamıştım. Sanki nefes alsam rahatsız olacak gibi hissediyordum.
Gözlerim uykuyla savaşırken Sirius "Böyle mi uyuyacaksın?" diye fısıldamıştı. "Pijamalarını giyseydin."
"Zor geliyor." Gözlerimi kapatmamak için direnirken Sirius "Yoldaşlık'ı duydun mu?" diye sormuştu.
Yoldaşlık mı? Kaşlarım çatılmış olmalıydı. O neydi ki? "Yoldaşlık mı?" diye sormuştum. "Ne o?"
Eli saçlarımın arasında gezinirken "Karanlık Lord'a karşı olanların kurduğu grup." diye cevap vermişti. "Bunu duymuş olmalısın."
Açılan gözlerimi Sirius'a dikmiştim. "Evet, duymuştum."
"Çapulcular olarak, gruba katılmaya çalışıyoruz."
Duyduğum son cümleyle biranda üzerimde dolanan uyku bulutunu yok olmuştu. "Nasıl? Siz mi?" Sesim hiç beklemediğim kadar canlı çıkmıştı.
Sirius başını 'Evet.' anlamında sallayınca konuşmayı unutmuş gibi kekelemeye başlamıştım. "Ama-şey, yani nasıl-" 
Sirius yüzündeki üzgün tonla "Tabii, bizi alamayacaklarını söylediler." diye mırıldanmıştı. "En azından, okulu bitirene kadar."
Kafamda binlerce düşünce oluşmaya başlamıştı bile. Sirius... Yoldaşlık'a mı katılmak istiyordu?
Ama, katılmamalıydı. İstemiyordum.
Onunla düşündüğüm hayatta bu yoktu. Ben tamamen bize ait bir hayat düşlüyordum. Tamamen bizim olan... Ne Karanlık Taraf'ın pisliği olsun istiyordum üzerimizde, ne de Yoldaşlık'ın yükleri... Sadece biz olmalıydık. Sadece ben ve o.


Gözlerimi ateş viskisinin burnuma çarpan sert kokusu ile aralamıştım. Kollarım hemen yanımdaki yatan Sirius'un göğsünün üzerinde duruyordu. Gözlerimi tamamen açınca lacivert kadife perdelerin arkasından sızan güneş ışığı ile karşılaşmıştım. Hala gözleri kapalı olan Sirius'u uyandırmamak için kımıldamamaya çalışırken belki biraz daha uyuyabilirim diyerek gözlerimi kapatmıştım ama hemen yanımda uyuduğunu bilirken ve nefes alışverişlerini duyarken bu çok zordu. Sanki en ufak bir hareketimle uyanacakmış gibiydi.
İçime biranda gelen cesaretle sol tarafımda yatan Sirius'a daha da sokulmuştu. Onunla uyumak garipti ama garip bir şekilde huzurluydu. Belki normal biri yanımda uyusa fazlalık gelebilirdi, ama o değildi. Hatta sanki benim tamamlayıcımdı.

'Tam artık uyuyabilir.' demiştim ki omzuma değen parmakların hareket etmesiyle gözlerimi tekrar açmıştım. "Günaydın, sevgilim." Sirius hafif uykulu sesi kulağıma ulaşınca başımı kaldırarak gözlerimi, hiçbir zaman bu kadar sakin ve şeffaf olmayan yeşil gözlere dikmiştim. Yüzüme yayılan hafif gülümseme eşliğinde "Günaydın." diye mırıldanmıştım. Parmaklarını saçlarının arasından geçirirken gözleri dudaklarıma kaymıştı. Derin bir nefes alarak kalkmayı planlarken Sirius'un dudağımın kenarına kondurduğu öpücükle kalbim hızla atmaya başlamıştı. Kısa bir öpücük daha beklerken Sirius bakışlarını gözlerime çevirmişti. "Her şey için teşekkürler, Ige."
Aramızda sadece birkaç santim vardı. Dudaklarına doğru eğilirken kalbimin atışlarını durduramıyordum. Dudaklarını hissettiğim an "Teşekkürler, Sirius." diye fısıldamıştım. "Seni seviyor-"

Tak, tak, tak...
Odamın kapısının yumruklanırcasına çalınmasıyla yerimden sıçramıştım adeta. "Kahvaltı vakti uykucu!" Abimin kapının arkasından gelen sesiyle kapıyı açmaması için kilitlemeye hamle yapmıştım ki Sirius'un kolumu tutmasıyla duraksamıştım.
Kapı arka taraftan açılmaya çalışmasına rağmen açılmayınca Sirius'un kilitlemiş olduğunu anlamıştım.
"Ige? Giyiniyor musun?" Abim bıkkın bir ses tonuyla seslenince "Evet," diye mırıldanmıştım. "Giyinip hemen geliyorum."
"Tamam, çabuk ol! Çünkü; Şu büyük sürprizler, aşağıda seni bekliyor."
Abimin ayak sesleri uzaklaşırken gözlerim kocaman açılmış olmalıydı. Sürpriz? Babam ve annemin hazırladığı, abimin sürekli 'Büyük Sürpriz.' diye nitelendirdiği şey. Gelmişti!
Hızla yataktan kalkarak dolabıma yönelmiştim. Bu sırada Sirius kapının çalmasıyla doğrulduğu yatağa geri yatarken "Sürpriz geldi, he?" diye mırıldanmıştı. "Aşırı merak ettim şu sürprizi. Seni çok heyecanlandırdı." Son cümlesindeki imalı tonla dolaptan bulduğum vişne rengi elbiseyi alarak Sirius'a dönmüştüm. "Ne demek heyecanlandırdı?"
"Sürpriz kelimesini duyunca yanımdan uçarcasına kalktın!"
Askısında duran elbiseyi yatağın üzerine bırakarak yanına geri dönmüştüm. Yüz üstü uzanıp gözlerimi Sirius'a dikmiştim. "Saçmalama, sevgilim. Sadece, eğer acele etmezsem annemin uyandırmaya geleceğini biliyorum." Dudaklarına eğilip küçük bir öpücük kondurduktan sonra geri çekilmiştim. "Hadi, biran önce gitmelisin." Yatağın üzerindeki vişne rengi elbiseyi alırken "Hadi," diye mırıldanmıştım. "Giyinmeliyim."
Sirius yüzündeki muzip gülümsemeyle "Giyin." diye mırıldanmıştı.
Gözlerimi devirerek kollarımı birbirine dolamıştım. "Gitmeni bekliyorum."
"Bende giyinmeni."
"Sirius!" diye uyarmıştım. "Hadi."
Yataktan kalkarken "Kovuluyorum yani?" diye mırıldanmıştı. Gözlerindeki alaylı ifadeyle bana bakıyordu. Masanın üzerindeki asasını alarak yanıma gelmişti. Yüzündeki alaylı gülümsemeyle "Pekâlâ," diye mırıldanmıştı. "Gidiyorum."
Biranda hızla dudaklarıma küçük bir öpücük kondurmuştu. Ben daha hızla gelen öpücüğün etkisinden kurtulamamışken Sirius cisimlenmeyi başarmıştı bile.
Çatılan kaşlarımla bomboş odaya bakakalmıştım.

Elimdeki vişne rengi elbiseyi üzerime geçirdikten sonra kapıyı açarak koşar adım merdivenlerden inmiştim. Yemek odasına yaklaşınca derin bir nefes almıştım. Adımlarımı daha sakin bir hale soktuktan sonra "Günaydın!" diyerek içeriye girmemle kısa bir şok geçirmem bir olmuştu.
Hemen karşımda siyah saçları omuzlarına dökülen, gözleri saçlarıyla aynı tonu taşımak istercesine siyahlara bürünmüş, teni hepsinin zıttı olarak bembeyaz olan kız yüzündeki kocaman gülümsemeyle "Ve sonunda uyanabildin!" diye mırıldanmıştı. "Biraz daha dursan ben gelip uyandıracaktım ki benim uyandırma yöntemlerimi bilirsin."
"Hayatım, kısa bir süre sessiz kalmayı denesen?" Hemen yanındaki çocuğun bıkkın ve uyaran ses tonuyla ona dönmüştüm. Görüşemediğimiz zaman boyunca boyu oldukça uzamıştı. Siyah saçları James'in ki kadar olmasa da dağınık duruyor ve masmavi gözleri yeşil gözlerimi delip geçiyordu adeta.
Logan ve Becca, en sevdiğim dostlarım...

Bölüm sonu notları:

Ve şunu söylemeliyim!Ben bölüm sonunu çok beğendim. Siz?

Herneyse, Ige neden hediye almadı? Çünkü; ben, bulamadım! :D

Benden bıkıp tasma diyen bile oldu ve ben fazlasıyla güldüm.

*Not: Ne bikinisi, ne muggleı Jafey. Saçmalama diyen olursa.... Ölüm Yadigarlarına bakabilirsiniz.

Sana Güveniyorum... | Sirius Black & Ige ElmerWhere stories live. Discover now