GEÇMİŞİ OLMAYAN ADAM

4K 596 630
                                    

Başınızın içinde bir beyniniz var. Ayakkabılarınız içinde ayaklarınız. Kendinizi istediğiniz yöne çevirebilirsiniz.

Dr.Seuss

Özgür'den - Yıllar Önce

Kafamdaki çuvalın çıkartılmasıyla gözlerimi kısıp ışığa alışmaya çalıştım. Karnıma yediğim tekmeler sonucunda şimdi iki büklüm duruyor ve öksürmeye korkuyordum. Gözlerim etrafa alışana kadar kulaklarımı kullanmayı denedim ama yediğim yumruklar bir çınlamayı bana miras bırakmıştı. En azından koku alabiliyordum, derin bir rutubet kokusu alıyordum. Ağzımda metalik bir tat vardı, birazda kurumuş kan. Susamıştım ve yediğim ezeli dayaktan sonra ne kadardır uyuduğumu merak ediyordum.

Sonunda gözlerim biraz açıldı ama sol gözümün sıkıntısı ışık sorunu değilmiş, gözüm kapanmıştı. Yediğim dayağın izinin kalmasından korkuyordum ama şimdilik buna odaklanamayacaktım. Yan tarafımda biri daha bağlıydı. Benden sonra getirilmiş olmalıydı ve velet demekten bir tık daha büyük duruyordu. Onu da iyice benzetmişlerdi.

Boynuma saplanan ağrıyla kafamı oynattım ama ellerimi çözmenin bir yolunu bulmam gerekiyordu. Bu işlem zaten bize ilk öğretilen işlerden biriydi. İlk seferim bir saat kadar uzun sürse de şimdi daha uzman sayılırdım ama etrafı kontrol etmeliydim. Cellat'a görünmeden sıvışmanın bir yolunu bulmam gerekiyordu çünkü kendisi lakabının hakkını vermek için şu anda yanıp tutuşuyordu.

''Ah, prenses Özgür uyanmış.''

İğneli konuşmanın sahibi arkamdan yaklaşırken adamları prenses kısmına gülüyorlardı. İstifimi bozmadan bağlı olduğum sandalyeye yaslandım. Hatta kısa bir süre onlara eşlik ettim. Elimin ve aklımın ayarı yoktu, Cellat bunu biliyordu ama korkak gibi saklanamazdı. Zirveye oynuyordu bu yüzden güçlenmesi ve çevresine korku salması gerekiyordu.

''Uyandırın şu züppeyi demesiyle,'' gözüm yanımdaki çocuğa kaydı. Su dolusu bir kovayı başından aşağıya döktüklerinde yüzünde oluşan ifadeyle suyun soğuk olduğunu anladım. Boğulduğunu zannetti herkes gibi ama fark etmesi erken oldu. Islanan saçları yüzüne yapışırken ergenlikten sıyrılamamış suratına baktım. Kuruyan kan parçaları yavaşça üzerine akıyordu. Yeni spor yapmaya başlamıştı, tam bir çömezdi diyecektim ama göz göze geldiğimizde duraksadım.

Bu kahverengi gözler bana hiç yabancı değildi. Orada zeka parıltıları vardı. Hatta hastalıklı bir zeka, karanlık bir zeka. Hoşuma gitmemiş değildi ama henüz çok toydu ve bende kendimi savunma isteği uyandırıyordu. Onun gözlerine bakarken bir yer için savaş iki aslanın dövüşü canlanıyordu gözümde. Bunu atalarımıza bırakırsak; deli deliyi görünce sopasını saklarmış demek daha uygun düşüyordu.

''Günaydın, Melek.''

Buna neden sadece ben gülüyorum diyince gözlerimi kıstım ve Melek'in soy ismi olduğunu anladım. Aralarında ne gibi bir husumet vardı bilmiyorum ama Cellat benden önce onunla ilgileniyor gibiydi. Sonuçta en sevdiğinizi en sona bırakırdınız. Yemekte tatlıyı sona bırakmak gibi.

Melek ise yere tükürmekle yetindi. Mizacımız pek aynı değildi, ben daha çok laf sokmaktan ve eğlenerek aksiyona katılmayı severdim ama bu çocuk çok ciddi gözüküyordu. Şaka kaldırmaması kötü oldu çünkü Cellat'ın berbat mizacıyla eğlenme şansını kaçırmıştı.

''Benden kaçabileceğini mi sandın?''

''Senden kim kaçabilir ki?'' kendimi tutamayıp araya girmiştim ama ne yapabilirim ki? Kaşınıyordum ve canım çok sıkılıyordu.

''Kapa çeneni, Özgür.''

''Peki,'' dedim dudaklarımı büzerek.

''Paralar nerede, Savaş?''

KAÇAKWhere stories live. Discover now