ALACAKARANLIK

6.2K 635 1.3K
                                    

''... senden nasıl uzak kalınır, aklım almıyor.''

Franz Kafka, Milena'ya Mektuplar

Savaş gittiğinden beri hiç rahat değildim, altıncı hissim başarısız olacağını söylüyordu. Buradan kaçabilsek bile Kasap'ın bu başarısızlığı kaldırabileceğini sanmıyordum. Bir yudum bir şey içmek istedim ama kendime göre bir şey bulamadım. En iyisi bu ızdarıbın içinde kavrulmaktı. Panik içindeydim ama neyse ki kimsenin ilgisi bende değildi.

Gülüşüyor, dans ediyor veya zenginliklerini gösteriyorlardı. Bense tırnaklarımı yememek için direniyordum. Gözüm sürekli saat arıyordu, burada tek bir saat bile yoktu. Olsa bile Savaş gideli daha beş dakika bile olmamıştı. Savaş'ın yolunu gözlüyor ve bu inden çıkmak istiyordum. Hiçbir şey yapmadan beklemek ne zormuş!

Bir görevli başıyla bana sağ tarafı gösterdiğinde irkildim. Kasap'ın adamlarından biri olmalıydı, emin olmak için belli etmeden etrafıma baktım ama herkes normal bir şekilde sohbet ediyordu. Cesaretimi toplayıp salonun sonuna doğru ilerlemeye başladım. Savaş olmadan bu ayakkabılarla yürümek eziyetti. Lamia buna nasıl katlanıyordu?

Koruma beni çağırıyordu, Savaş başarmış olmalıydı. Bu kadar kısa sürede olması beni şaşırtmıştı ama ne zaman gidersek o kadar iyiydi. Korumanın peşine takılıp kışın kucağına çıktım. Ellerim hemen kollarımı sarmaladı. Artık koşarak arabaya binmek istiyordum.

''Savaş nerede?''

Dışarıda bizi bekler diye aklımdan geçirmiştim ama burada yoktu. Koruma ses çıkarmadı. Durakladım, ateşimin yükseldiğini hissedebiliyordum. Sesimi kontrol altına aldım. ''İçeride mi?''

Koruma bu sefer hiç de kibar olmayan bir şekilde kolumdan tutup beni bahçeden arabaların olduğu yere doğru sürüklemeye başladı. Ben çığlık atamadan ağzımı kapatmıştı. Dışarıdan zavallı gibi gözüken direnişim ve aklımın içeride kalışı... Ya buda Kasap'ın oyunuysa? Savaş'tan kurtulmak istiyorsa en başından beri?

Arabanın içine bir paket gibi bırakıldığımda elbisemi düzeltip bağırmak istedim ama yediğim sert darbeyle gördüğüm son şey yağmaya başlayan kar taneleriydi.

Uyandığımda başım bana ait değilmiş gibiydi. Çektiğim tüm baş ağrılarından farklı bir ağrı vardı, elimi, dengemi bile sağlayamazken başıma götürdüm. Görüşümü netleştirmek için birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım. Neredeydim? Biraz inceleyince otel odasında olduğumu anladım. Savaş neredeydi?

Savaş!

Koşarak kapıya ilerledim ve kulpunu tuttuğum gibi çevirmeyi denedim ama kilitliydi. Sonucu değiştirecekmiş gibi birkaç kez daha denedim ama olmadı. Kapıya bir tekme vurdum ama bu daha çok benim canımı yakmıştı. Ayakkabılarımı çıkarıp odanın diğer ucuna fırlattım. Sinirle saçlarımı karıştırdıktan sonra kapıya vurdum. Kimse gelmedi. Daha şiddetli vurdum. Ellerim acıyordu.

''Kimse yok mu?''

Ağlamamak için odanın içinde dolaşıp sinirimi atmaya çabaladım. Yüzüme gelen saçlarımı sürekli geri itiyor ve ne yapabileceğimi düşünmeye çabalıyordum. Balkon açık değildi ama pencere açılabiliyordu. Hızla pencereye ilerledim ve kafamı uzatıp en yakında neler var baktım. Yan odanın balkonu vardı ama benim ebatlarımda birinin başarıyla geçebileceği bir yakınlıkta değildi. Onun dışında aşağıya atlamak intihar sayılabilirdi. Hayal kırıklığıyla pencereyi kapattım. Filmlerdeki gibi çarşafları birbirine bağlayıp kendimi sarkıtmayı düşünsem de bu fikirden vazgeçmem uzun sürmedi.

Kapının önünde buldum kendimi. Çaldım, şiddetli, kibar arada kriz geçirerek çaldım. Kimse gelmedi. Dışarıdan bir ses bile duymadım. Azarlayan bir sese bile razıydım ama o bile gelmedi. En sonunda bulabildiğim ilk boşluğa girip dizlerimi karnıma kadar çektim ve dudaklarımı birbirine bastırıp cehennem gibi bir beklemenin içine girdim.

KAÇAKWhere stories live. Discover now