36. Tellalın Kelamı

727 779 64
                                    

Bu bölümü Aloeloevera  ya ithaf ediyorum.

Gerçekte nasıl oldu kaç gün arayla oldu bilmiyorum. Kimsenin şehzade düşmanı olmasını da istemem. Ben sadece kurgu gereği Selim'in tahta çıkış süresini azalttım. Biraz da ağır konuşmuş olabilirim ama bunun kurgu olduğunu unutmayın lütfen. Asla Osmanlı Devleti düşmanı falan değilim yanlış anlaşılmasın. Kişiler ve olaylar tamamen kurgu.

İyi okumalar

3 Ay sonra

Almıla'nın anlatımı

Gıcırdayarak açılan ahşap kapının ardından içeri giren İskender'in yüzü gergindi. Dağdaki küçük evden eşyaları ve hayvanları toparlayıp Dilruba'yı evine yerleştirdiğimizden beri üç ay geçmişti. O gece saldıran kurtlar, Çokay'ın bir ya boyunca yatmasına neden olmuştu. Şimdi daha iyiydi ama ulak olup diyar diyar gezecek eski sağlığı yoktu. Vedat efendinin çırağı Hüseyin'in memleketine gitmesiyle çırağa ihtiyacı olunca, Hüseyin'in yerine Çokay girmişti Vedat efendinin yanına. İlk başlarda zorlansa da şimdi pek rahattı. Lakin iki bacağında da topallık kalmıştı.

Murat topal, Çokay topal. Demirci Vedat efendinin iki çırağı da topal olunca adı çıkmıştı çarşıda 'Topalların Vedat' diye. Ahalinin ağzı büzülmeyince kabullenmişti Vedat efendi de yeni lakabını.

"Hayr olsun gök gözleriyle semaya renk verenim?"

Dudakları tebessümle kıvrıldı. Beni kollarının arasına alıp saçlarımı kokladı. Her bir teli özenle okşadı. Çenesini başıma dayayıp tane tane konuştu. "İyiyim. Bir hastanın ahaliyle endişelenirim. Korkmayasın, derdi veren Allah dermanı da verir. Elbet bulurum bir çaresini."

Beni geçiştiriyordu. Dağ evinden geldiğimizden beri böyleydi. Bir sorun vardı ama söylemek istemiyordu. Bayezid'in ahvalinden endişe etmeye başlamıştım. Dilruba'yı zaten zor tutar olmuştum. Ben de peşinden gideceğim der dururdu. Bayezid'den bir haber alamamak en çok onun yüreğini yakardı.

"Bilirim sen her derde deva olacak macunu yapar şifa bulmalarına vesile olursun." Bugün de onun oyununa kandım. Bugün de ses etmedim beni kandırmasına. Bayezid'den bir haber aldığından gayrı emindim. "Sofrayı kurdum. Senin en sevdiğin aşları pişirdim, buyurasın."

Ayağındaki pabuçları çıkartıp ellerini yıkamak için içeri geçti. Mutfaktaki geniş leğene ellerini uzattığında, testinden su döküp yıkamasına yardım ettim. Koluma attığım havluyu uzattığımda, nazikçe ellerini kuruladı. İskemlenin üzerine koyduğum siniyi alıp içeri geçtiğinde peşinden sofra bezi ve kasnakla birlikte koştum. Yere serdiğimde o da siniyi koymuş, besmeleyle yemeye başlamıştık.

İkimiz de suskun bir halde yemeğimizin sonuna gelirken derin bir nefes alıp başını kaldırdı. Elindeki tahta kaşığı, yufkayla sünnetlediği boşalmak üzere olan çanağın yanına koyduğunda yemeğin sonuna geldiğimizi anladım. Ellerini kaldırıp dua ettiğinde ben de amin diyerek ona eşlik ettim.

"... Ya Rab! Bize hayırlı, ömürlü evlad nasip eyle. Ediplerden, edibelerden eyle. Yuvamıza neşe eyle.
Ya Rab! Bayezid kardeşimin ruhunu şad eyle. Mekanını cennet eyle. Kabrini geniş eyle. Sorgusuz sualsiz cennetine dahil ettiğin kullarından eyle..."

Dinlemedim. Devamını dinleyemedim. Yüreğime bir sancı saplanmıştı sanki. Güldüğünde yanaklarında gamzeler çıkan, gözlerinde yıldızları taşıyan yiğit ölmüş müydü? Kara toprağa mı düşmüştü? Sesi kulaklarımı doldururken gözlerimi yaşlar doldurmuştu. Bu olamazdı. Olmamalıydı. Bayezid ölmemeliydi. Dilruba'yla nikahı vardı. Evlatları olacaktı. Mutlu olacaklardı. Ama Bayezid ölmeyecekti.

AŞK I CÜDA Kitap OlacakWhere stories live. Discover now