34. Çokay

674 769 23
                                    

Bu bölümü -Esmakms- ye ithaf ediyorum.

İyi okumalar

Hızla koşan atın menzili belliydi: İstanbul
Bedenim yollara revan olmuş, yüreğim Bayezid'le kalmıştı. Zihnime fısıldayan şeytan, o seni bıraktı sevmiyor dese de ben bilirdim. O beni bile isteye bırakmış değildi. Gelecekti. Bir gün dönecekti. O gün gelene dek şimdi geçtiğim yolları gözleyecektim o da gelecek mi diye.

Ormanlık alandan çıkınca gördüm şehrin telaşesini. Lakin şehre yaklaşmadan tekrar orman yoluna sapmayı beklemezdim. İki gün boyunca yolculuk sırasında konuşmayan adam, hala suskunluğunu sürdürmekteydi. Adını söylemez, kendinden bahsetmezdi. Hoş, dinleyecek de değildim. Benim aklım da yüreğim de Bayezid'le kalmışken bir başkasının derdini de tasasını da dinleyecek mecalim yoktu.

"Nereye gideriz efendi? Yolu karıştırdın herhal." Duyduğunu bilirdim lakin dönüp de bakmadı bile yüzüme. Çattığı kaşları, ormanın içinden gelebilecek tehlikelere karşı taradığı gözleri ve bir eli atın yularını tutup yön verirken bir eliyle hançerini tutan yiğidin derdi neydi bilmezdim." Tek kelam etmeyecek misin? Beni nereye götürürsün?"

Yolu bilmiyor oluşu imkansızdı. Bir iş vardı bunun altında ama ne? Tedirgin olmuştum bir kere. Sımsıkı hançerini tutuyor oluşu beni daha da tedirgin ediyordu. Atımı hızlandırıp yanına ulaştığımda yavaşça elini kaldırıp dudaklarına götürdü. Sessiz olmamı ister gibiydi.

Dediğini yapıp sustuğumda atını yavaşlattı ve durdu. Ben de merakla aynısını yaptım. Aramızda bir atlık mesafe varken işittiğim sadece atların hızlı ve gürültülü soluklarıydı.

Ulak bir elini havaya kaldırdığında sessiz olup dikkatli dinlemem için işaret etti. Hareketleri beni tedirgin ediyor, ne olacağını merak ediyordum. Etrafımızı taradığımda görünürde hiç bir şey yoktu. Çaldılar kıpırdamıyor, en ufak bir rüzgar bile esmiyordu.

Gözlerimi kapatıp dediğini yaptığımda duyduğum seslerle birlikte korku bedenimi ele geçirdi. Buradaydılar. Eşkiyalar peşimize takışmıştı. Ormanlık alanda yakalanacaktık. Yanımda küçük bir hançerden fazlası yoktu. Ulak, sırtından ok ve yayını çıkardığında ormanın derinliklerini tarıyordu. Lakin eşkiyaların yerini keşfedemiyordu. Çok iyi gizlenmiş olmalıydılar. Dibimize kadar girmiş lakin fark edememiştik.

Gözlerimi kapatıp tekrar ormanı dinledim. Fısıltılar geliyordu. Gittikçe yaklaşan sesler benim tam arkamdan geliyordu. Korku beni ele geçirmişti. Sımsıkı tuttuğum hançeri biraz daha sıktım avucumun içinde.

Yaklaşmışlardı. Çok yakınımızdaydılar. İki yada üç kişi olmalılardı. Sessiz olmaya çalışıyorlardı. Kimdi bunlar? Gerçekten eşkiya mıydılar? Yoksa saraydan mıydılar? Beni öldürmeye mi gelmişlerdi? Kaçmalıydık ya da kalıp savaşmalıydık.

Gözlerimi açıp baktım. Ulak, endişe içindeydi. Yayı germiş, oku fırlatmak üzereydi. Fısıldayarak aklımdaki soruyu ona sordum: "Oku fırlatmayacak mısın?"

Bakışlarını bana çevirmedi. Dümdüz benim arkama bakıyor, ormanın derinliklerinde bakışları kayboluyordu. O da fısıldayarak yanıt verdi. "Fırlatmayacağım dostum olabilir."

Dostum olabilir mi? Ormanın içinde mi? Ava çıkan bir dost mu?  Yoksa beni öldürmek isteyen bir dost mu?

Aklıma gelen düşünceler tenimin buz kesmesine neden oldu. Kandırılmış mıydım yoksa? Şehzade Selim'in bir oyunu muydu yoksa?

Göğsüme sakladığım mektupları çıkartıp bir daha baktım. İki tanesi Almıla'dan daha önceden gelmişti yine başka bir ulakla. Bu ulağın getirdiği mektubu açtım baktım. Farklıydı. Bunu Almıla yazmamıştı. Yalandı. Kandırılmıştık. Almıla'nın yazısına benzetilmiş bir yazıydı.

AŞK I CÜDA Kitap OlacakTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon