29. Mor Taşlar

946 1K 94
                                    

Bu bölümü, geçen bölümde doğru cevabı veren okurum @umitvari ye ithaf ediyorum. Seni seviyorum 🤍

Ophelia/Dilruba'nın anlatımı:

Yerlere dökülmüş samanlar, yağan karın bıraktığı çamuru kapatmaya yetmemişti. Pabuçlarımın altı çamur olmuş, ardımda iz bırakırdı. Yer yer birikmiş sular, küçük çukurlara dolmuş adeta yürüyenlere tuzak kurmuştu. Fistanımın eteklerini biraz daha kaldırıp adımlarımı kalenin içine yönelttiğimde aklım işittiklerimdeydi.

Kurulmuş hain pusu, dost diyip yanıma aldığım Hoşseda'dan gelmişti. Ben ona sır verip kardeşliğe layık görürken, o beni kara toprağa layık görmüştü. Bana gördüğü bu acılı ölüm, bugün sonum olmayacaktı lakin onların da son oyunları olmayacaktı.

Bir değil iki değil üç değil... Daha nice entrikaların, gizemli oyunların oynandığı kalede, kirli ellerin boğazıma sarılmaması için gözümü dört açmam gerekirdi. Artık kimin dost kimin düşman olduğu karışır olmuştu.

Bir kese akçe uğruna can almak ne kolay olmuştu? Bu ilk miydi? Peki son olacak mıydı? Bir karış toprak uğruna nice canlar alınmış nice canlar verilmemiş miydi tarih boyunca? Ademoğullarının nefis ve arzularını körüklemez miydi şeytanın vesveseleri? Yarattıklarının şerrinden Rabbim'e sığınırım demez miydik Felak suresinde?

Ben de Rabbim sana sığınırım. Beni şeytanın vesveselerine kanmış, yoldan sapmışların gazabına uğratma. Koru. Koru ki, ben de kulağıma fısıldayan şeytanın vesveselerine kanıp misliyle karşılık vermeyeyim. Beni koru ki, ben de içimde birikmeye başlayan intikam arzusunu, kinimi, nefretimi onların üzerine kusmayayım. Koru ki, ben de onlar gibi olmayayım.

Ardımda bıraktığım çamurlu ayak izleri odamın önünde son bulmuştu. Etrafıma baktığımda kimseyi görememiştim. Normalde kapımda beklemesi gereken nöbetçiler ne hikmetse şimdi yoktu. Başıma bir şey gelse, sesimi duyacak, yardıma koşacak kimse olmayacaktı.

Sırtımdaki sarı nakışlı, yeşil kaftanı çıkarıp pabuçlarımın altındaki çamuru temizledim.  Tekrar yürümeye başladığımda ayak izlerim odamın önünde kalmış, kirli kaftanıysa boş odalardan birine bırakmıştım.  Bayezid'in yanına çoktan yol almaya başlamıştım.

◽◽◽

"Bakışları gözlerimi nurlandıran hatun, sözleri yüreğimi okşayan hatun, çehresi gecemi gündüz eden hatun, hoş geldin. Buyur, yüreğimdeki gibi tahtıma otur."

Bayezid yine beni ayakta karşılamıştı. Bu sefer hususi odasında değildik. Benim odaya girmemle maiyetiyle hasbihale ara vermiş, herkesi dışarıya göndermişti. Şimdi de tahtına oturmamı beklerdi.

Mahir ustaların elinde oyulup şekillenmiş ağaç, yumuşak minderler ve en pahalı kumaşlarla bezenmişti. Şehzade Bayezid'in oturması, elçileri karşılaması ve ahalinin istek ve şikayetlerini dinlemesi için odanın en güzel yerine koyulmuştu.

Kırmızının en güzel tonuyla süslenmiş odayı büyük ahşap pencereler aydınlatmaktaydı. Yere serilmiş birbirinden güzel kilimler, nice hatunların emekleriydi.

Tahtın kolçaklarında gezdirdiğim ellerim, oymaların üzerinden tek tek geçmiş, minik çiçeklerin, dalların keyfini çıkarmaktaydı. Gözlerim karşıya baktığında boş salonu değil, hınca hınç dolu salon görmekteydi. Ahalinin saygıda kusur etmediği, vezirlerin yan yana sıralandığı, askerlerin hazırda beklediği bir salon. Tahta bir kere oturmak bile beni bu hülyalara daldırmaktayken daha küçücük bir çocukken tahta oturma hayali kuran biri neler etmezdi? Şimdi oturduğum şehzadenin sancak tahtıyken, koskoca cihan devtinin tahtına otursam ne düşünürdüm?

AŞK I CÜDA Kitap OlacakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin