17. Atın Mapushaneye!

1.3K 1.2K 85
                                    

Almıla'dan:

İncecik fakat bir o kadar da sivri uçlu iğnenin girip çıktığı tül, rengarenk boncuklarla bezenmekteydi. Biraz önce gelmiş olan Esma ve Ophelia bir kenarda oturuyor, yüzlerinde değişik bir ifadeyle iğneyi takip ediyorlardı.

Benim düşüncelerim, pek yakında zevcim olacak olan İskender'le doluyken onlar kimi düşünürdü bilmezdim. Babamın muştulu haberini duyunca uzun yıllar boyunca döktüğüm göz yaşlarının yerini mutluluk almıştı. Canına yandığım, gamzelerine bandığım, aşkına kul, gönlüne köle olduğuma zevce olacak olmanın sarhoşluğuyla dolanıyordum. Derin bir iç çekip, tüle taş işlemeye devam ettim.

Beni bu huzur dolu hülyalı halimden Esma çıkarmıştı. Elini dudaklarına götürüp gülümsemiş sonra da beni göstermişti.

Güldüğümün farkında bile değildim. Dudaklarımdaki tatlı tebessümü silmeden anlattım.
"Yarın saraya giderim, eskileri hatırladım ondan gülerim. Sıkıldınız mı? Sıkıldınız ya, hadi eşyalarınızı bırakın Hüseyin eve getirir gidip gezin. Esma, Ophelia buralara yabancıdır gezdiresin."

Onlara izdivacımı düşünürüm diyemezdim. Öyle kelam edilmezdi, ayıp kaçardı. Ne kadar yakın da olsak dillendirilmezdi.

"Biz gezdik yeterince eve gidelim karnımızı doyuralım."
Ophelia'nın yanıtıyla kanım donmuştu. Açık sözlü hatundu. Diyeceğini der yapacağından geri kalmazdı. Aç olduklarını söylemeleriyle aklım başıma geldi. Susuz olduklarını düşünüp şerbet ikram etmiştim lakin aç olduklarını düşünmemiştim. Elimdeki işleri alelacele bırakıp ayaklandım.

"Kusuruma bakmayasınız hatunlar. Dalgınlığıma geldi. Gelesiniz benimle ben de açım birlikte yiyelim bugün de benim misafirim olun."
Aç değildim lakin tokum dersem de yemeyeceklerini bilirdim.

Birlikte deniz kenarındaki balıkçılara gittik. Sabah tutulan balıklar bir yandan temizleniyor bir yandan da pişirilip ikram ediliyordu. Tıklım tıklım dolu olan yerde boş bir masayı zor bulmuştuk.

"Ne kadar da dolu."
Ophelia'nın şaşkın bakışları ilk defa bu kadar çok ahaliyi bir arada gördüğünün kanıtıydı. Balıkçıların masaları daima dolu olurdu.

"Öyle ya, balık yemek isteyen buraya gelir yer evine götürmez."
Dediklerime daha da şaşırmıştı.

"Evinize balık götürmek günah mı?"
Onun bu masum sorusuna Esma'yla birlikte gülmüştük. Sanki mümkünmüş gibi mavi gözleri daha da irileşmişti. Pembe dudakları yuvarlanmış şaşkınlıktan açık kalmıştı.

"Evde pişen balığın kokusu komşuya gider de alacak durumu olmayan olursa diye kimse evinde balık pişirmez"
Dediklerimden sonra sükuta bürünmüştü. Sessizlik aramızda uzatıp giderken fısıldayarak sorduğu suali canımı yakmıştı.

"Peki, hiç balık yememiş, tadını merak eden birine balık pişirtmek günah mı?"
Boğazıma oturan yumruyu gidermek için masada bulunan testinden tasa su doldurup içtim, geçmedi. Geçmezdi. Köle olduğu zamanlardan bahsediyor böyle arada sırada sorduğu sorular ciğerimizi yakıyordu. Sen ne çektin böyle diyerek ağlamak istiyordum. Esma'nın da gözleri dolmuş bakışlarını gölgesinde oturduğumuz büyük çınar ağacının dallarına çevirmişti.

Yanıt vermek için ağzımı açtığımda sesim çıkmamıştı. Sahi konuşsam akmayacak mıydı gözümden yaşlar? Dudaklarımı ısırıp sustum. İnsanların acımasızlığına, gaddarlığına kızdım. Vicdan yoksunu birinin evlatlarının ahvalini düşünmek bile istemedim. Cihanın sonu yakındır, kıyamet yakındır derlerdi de inanmazdım. Komşusu açken tok yatan bizden değildir, diyen peygamberin ümmetinden olduğuma bir kez daha şükrettim.

AŞK I CÜDA Kitap OlacakWhere stories live. Discover now