22. Yüreklerin Vuslatı

1.2K 1.1K 135
                                    

Zamanın su gibi akıp geçtiği, vakitlerden birinde ekilmişti aşkın tohumu yalnız yüreklere. Coşkuyla söylenen kına türkülerine eşlik eden ud ve tef sesleri, daha nice musiki aletinin sesine eşlik etmekteydi. Dudaklarda tebessüm, dillerde tatlı kelam. Rengarenk giyilmiş fistanlara takılmış mücevrat... Salınan ipek gibi saçlar, kıvrılan incecik beller...

Büyük salonun ortasına oturmuş iki peri kızı... Misafirlerin aksine dudaklarında buruk bir tebessüm. Geçmişin tozlarının sulandırdığı dolu gözler... Tane tane pürüzsüz yanaklarından akan incileri görenlerin mutlulukla çıkan nidaları. Ellerde yeşil kına, dudaklarda mübarek sözler, dualar...

Evin bir odasına yığılmış hediyeler, köşede serilmiş çeyizler, sinilere koyulmuş ikramlar, kahkahalarla gülüp eğlenen hatunlar, iki peri kızının etrafında dönerek dans eden genç kızlar...

Yıldızlar geceyi süslerken, mehtap da çiftliğin  bahçesinde oturan iki yiğide selam vermekteydi. Seven yüreklerin çarpıntısına eşlik eden her def sesi, yanık sesli ozanın türkülerine can vermekteydi. Huzur ve mutlulukla yüzlerini göğe çeviren iki yiğit de mutlulukla dolup coşmakta, gelen tebrikleri kabul etmekteydi.

"Hayırlı olsun Efendiler, oğullarınızla ordu kızlarınızla komşu olasınız. Rabbim zürriyetinizi hayırlılardan eylesin."
Genç, heybetli bedeniyle yanlarına gelen yiğidin dudaklarından dökülen dualar bu gece kabul olunanlardandı. İki damada getirdiği hediyelerse bir ömür yetecek kadar değerliydi.

" Sağ olasın Bayezid Efendi, hoş geldin ne iyi ettin de geldin. Buyurasın, sofraya geçesin."

"Hoş gördüm. Kardeşimin mürüvvetini de gördüm ya artık ölsem de gam yemem. Kavuşursun artık sevdiğine."
Bayezid'in niyeti belliydi de ahalinin içinde söylemeye dili varmamaktaydı.

"Darısı tüm sevenlerin başına diyelim o zaman."

"Amin amin. İskender, benim bir maruzatım vardır. Seni bu gününde sıkmak istemezdim amma işin içinden çıkamadım."

"Estağfirullah ne maruzatı Bayezid, öyle kelam mı olur? Duymamış olayım. Senin isteğin başım gözüm üstüne."

Gülüp, eğlenen topluluktan uzaklaşan iki yiğit, meyve ağaçlarının arasında dolanmaya başlamıştı. Orakla biçilen otların boyları tekrar uzamış; pabuçları, yeşillerin içine gömülmekteydi. Yüzünden sıkıntısı belli olan yiğidin derdine derman bu tabibin çözebileceği gibi değildi. Damat olduğuna dair üzerine giydiği şatafatlı kaftanın etekleri yere sürünmesin diye tutmuş, bir eliyle de sakalını sıvazlamaktaydı.

"Eyvallah, Ophelia hatuna mendille haber saldım. Sevdiğimi söyledim , o da mendil göndermiş beni severmiş. Lakin..."

"Sakın anlatmadım demeyesin! Bunu nasıl edersin Bayezid? Ya öğrenirse? Ya Hürrem Sultan'ın kulağına giderse, daha da kötüsü ya onlar duyarsa ne dersin?"

"Kim işitirse işitsin, ben ki şehzade Bayezid. Kim karışabilir? Kim kararıma karşı çıkabilir? Benim düşündüğüm Ophelia öğrenince ne der?"

"Hiddetlenecek. Hem de çok hiddetlenecek. O senin tanıdığın saraylı hatunlara benzemez. Daima yanımda olur sanmayasın. Derhal gidip diyesin, anlatasın."

"Yapamam anlamaz mısın? Ne der? Zinhar kabul etmez. Onu kaybedemem."

"Yanlış edersin Bayezid. Kardeşim olmasan şehzade demem indirirdim aşağı lakin yılların hatrı vardır aramızda."

"Sen de kardeşim olmasan, bu kelamları ettiğin halde kelleni omzunun üstünde bulamazdın. Ben saraya giderim. Validem, İstanbul'a geldiğimi hafiyelerinden duymadan varayım, buraya gelene kadar onları atlatmak için ne kervanlara ne seyyahlara karıştım bilemezsin. "

AŞK I CÜDA Kitap OlacakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin