20. İnfaz Çeşmesi

1.2K 1.1K 123
                                    

Ophelia'dan:

Şans mıydı, yoksa kader dedikleri şey miydi bizi tekrar karşı karşıya getiren? Özlem tüm benliğimi sararken, şaşkınlığımın bıraktığı yeri çabucak almıştı. Heyecan ellerimi titretmiş, ne tepki vereceğimi şaşırmıştım.

Onu görmenin mutluluğuyla koşarak parmaklıklara yapışmış, adını haykırmıştım. Mapushanenin içinde yankılanan sesim, çınlayarak bana geri dönmüştü. Uzun zamandır konuşamadığım lisanımı konuşmanın mutluluğunu da yaşıyordum.

"Metellus, bu sen misin?"

"Ophelia? Senin burada ne işin var? Sen kaçıp kurtulmadın mı?"

"Evet, kaçtım. Esma'yla birlikte ev tuttuk. Mutluyum. Mutluydum. Yanlış anlaşılma oldu herhalde. Çıkaracaklar ama, sen üzülme. Sen nasıl geldin? Baltalı seni Çin sarayına satmayacak mıydı?"

"Yolda Osmanlı askerlerinin baskınına uğradık. Baltalı ve eşkiyalar yakalandı. Benim için artık çok geçti. Burada kalmayı ben istedim."

"Sen ne dersin? Ne demek ben istedim? Senin ağzından çıkanı kulağın işitir mi? Kim ister tekrar köle olmayı?"

"Yapamazdım. Anlamıyorsun. Ben artık eskisi gibi değilim. Asla da olmayacağım. Burada hadımağalarla birlikteyim."

Sonlara doğru kısılan sesi, utanç duyduğu için fısıltı gibi çıkmıştı. Aslında utanç duyması gereken o değil, ona bu işkenceyi yapan Baltalıydı. İşittiklerime ne yanıt verebildim, ne teselli edebildim. Gencecik bir adamın hayatını karartmışlardı. Köleliğe mahkum hale getirmişlerdi.

Sustu, sustum. Dilimiz lal olmuş, kelimeler duyulmazdı. Konuşsak, sesimizi duyacak biri var mıydı? Yardım eli uzatacak biri var mıydı? Pişmanlık, bir zehir gibi tüm bedenimizi sararken, ne ben ona keşke kaçsaydın diyebildim ne de o bana keşke sizi dinleseydim diyebildi. Keşkeler aramıza bir dağ gibi girmiş, uçurum gibi mesafeler bırakmıştı.

"Yine gelirim, sen merak etmeyesin."

Başımı sallayıp onayladım. Konuşmaya mecalim yoktu. Kelimelerim tükenmiş, sessizlik sarmıştı mapus duvarlarını. Hüzün üzerime çöreklenirken, kırılan yüreğimin sancıları başlamıştı içimde bir yerlerde. Hayat daha nice zorluklara gebeyken, unutup mutlu olmak yazılmamış demek ki benim kaderime.

Başım eğik, boynum bükük, boş kara duvarlar sırdaşım, derttaşım olmuş. Ben ki garip bir kul. Ne ailem var ne akrabam. Soranım yok ki, derdimi anlatayım, hatırlayanım yok ki buradan çıkayım. Belli ömrümün sonuna değin buradan çıkamazdım.

İçimi karalar bağlamış, yeisin seline kapılmış giderken içeri giren bir sultan ve maiyeti ben dahil tüm mapustakilerin dimdik ayakta durmasına neden olmuştu. Kadının varlığı, herkesi sıraya sokmaya yetmişti. Kızıl saçlarını salınık bırakmış, şalından sallanıyordu. Başındaki başlık, Almıla'nın işlediklerinden biriydi.

Önce gök gözleriyle herkesi tek tek süzmüş, sonra da aradığını bulmuş gibi yavaşça gülümsemişti. Mapustaki kadınların 'beni buradan çıkarın' diye feryat figan ağlamalarını duymazdan geliyor, avına kilitlenmiş yılan gibi bakışlarını gözlerimden ayırmıyordu.

Attığı yavaş adımlar, demir parmaklıkların önünde son bulmuş, elleri belinde baştan aşağı süzmekteydi. Yanındaki kadınların da ondan aşağı kalır yanı yoktu. İçlerinden bir tanesi gözlerini kısarak izlemekte, lakin Hürrem Sultan'dan çekindiğinden olsa gerek, tek kelam etmemekteydi.

"Ophelia, Ophelia... Efendisini öldürüp, kaçan Ophelia. Lentul'un Romalı kölesi Ophelia. Söyle bana, ne edelim biz seninle? Efendine ettiklerinden dolayı seni arayan Romalılara geri mi verelim?"

AŞK I CÜDA Kitap OlacakWhere stories live. Discover now