31. Boş Beşik

800 814 68
                                    

İyi okumalar... 🤍

Zaman; yürüdüğümüz derede ayağımızın altından kayıp giden taşlar gibiydi. Ne akan suyu durdurabiliyorduk, ne de karşıya geçebiliyorduk. Hayatta kalmak için ya keskin taşlara basacaktık, ya da son nefesimizi verip gözlerimizi kapatacaktık.

Ben, gözlerimi kapatmayı seçmiştim.

Saatler sonra gelen tabibe yalvarmıştım. Hıçkıra hıçkıra ağlayan annelerime yalvarmıştım. Allah'a yalvarmıştım. Lakin yakarışlarımı kimse duymamıştı.

Elimde sarı bir kundak, içinde soluğumu kesen evladım. Tıpkı saatler önce onun da soluğunun kesildiği gibi...

Tek fark ben ne kadar tutmaya çalışsam da, ciğerlerim nefessiz kalmama izin vermiyordu. Dayanamadım, avazım çıktığı kadar tekrar tekrar haykırdım acımı semaya. Beni de al Ya Rab, beni de al yanına, diye...

İçimde dinmez bir fırtına, her yanımı yakıp yıkıyordu. Ciğerime düşen ateş, bağrımı yarıp açsam da sönmezdi. Evladımın acısı, ömrüm boyunca dinmezdi.

Açılan kapıdan içeriye giren tanıdık yüz, belki de tüm hayatımı değiştirendi. Yıllarca yolunu dört gözle beklediğim, aşkı için yanıp kül olduğum yiğit, şimdi yüreğime kor düşürendi.

Yanına gidip iki elimle yakasına yapışmak, evlad katili diye bağırmak istiyordum. Ben acı içinde kıvranırken neredeydin diye hesap sormak istiyordum. Anam kapı kapı dolaşıp ebe ararken sen tabip olarak neredeydin demek istiyordum. Ben evladımın son nefesini verdiğini görürken, çaresizce çırpınıp ağlarken sen baba olarak neredeydin demek istiyordum.

Ama sustum. Susmak; bazen en büyük cevap, bazen de en büyük cezaydı.

Yanıma gelip diz çöktüğünde yüzüne bakmadım. Odadan herkes çıktığında yine de konuşmadım. Ben evladımı kaybettiğimde yeterince konuşmuş, acımı semaya anlatmıştım zaten.

Titreyen elleri, gözümün önüne gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdığında, onun da ne kadar acı çektiğini anladım. Çenemi tutup, göz göze gelmek için başımı kaldırdığında, gözlerimi sarı kundaktan alamıyordum.

"Veren de Allah, alan da Allah. Ondan geldik, yine ona döneceğiz. Üzülme."

Üzülme! Söylemesi ne kolaydı. Dile kolay lakin gel de bunu benim yangın yerine dönmüş yüreğime sor.

Ellerim titreyerek kundağı açtığında, dudaklarımdan firar eden hıçkırıklarıma engel olamadım. Göz yaşlarım tek tek minik bedenine akarken, ağlamamak imkansızdı.

"Saçlarına bakasın İskender, güneş gibi sapsarı... Gözlerine bakasın, senin gözlerini almış yavrum. Masmavi semayı, boncuk boncuk bakan gözlerine sığdırmış Rabbim. Burnu, küçücük, teni yumuşacık... Ellerinde minik minik parmakları güçsüz ve cansız..."

Parmaklarını çeneme götürüp, yüzümü yüzüne döndürdü. Tıpkı güneşine dönen ayçiçekleri gibi. Daima ona muhtaç, ona aşık...

Masmavi gözleri, kan çanağına dönmüştü. Ağlamıştı belli. Güçlü durmaya çalışsa da, titreyen sesiydi evvela onu ele veren.

"Almıla'm yapma, üzme kendini. Vedalaş artık, hoca efendi bekler. Defin hazırlıkları başladı."

Elleri sarı kundağa uzandığında hızla alıp bağrıma bastım yavrumu.
"Vermem, kimseye vermem. Ben daha onun cennet kokusunu alamamışken nasıl vereyim? Sıcacık ana koynundan koparıp, karla kaplanmış kara toprağa nasıl yatırayım? De hele İskender de hele? O minicik bedeniyle soğukta yatarken ben sıcak yatağımda nasıl yatayım? "

AŞK I CÜDA Kitap OlacakWhere stories live. Discover now