39. Huzur (Özel Bölüm)

1.1K 787 21
                                    

Bu bölümü ArdaYasar5 e ithaf ediyorum

İyi okumalar

Dilruba'nın anlatımı

30 yıl sonra...

Ağır ağır giden at arabası nihayet özlem duyduğum topraklara girmişti. Özlem duyulan aslında taşın toprağın varlığı değildi. O toprakta yaşayanlardı aslında. Yuvayı yuva yapan içindekilerdi. Yılların hasreti bugün son bulacaktı. İşittik ki Sultan Selim vefat etmiş, yerine oğlu geçmiş. Fırsat bu fırsat diyip yola revan olduk. Bizi gören göç eden bir aile sanırdı. İki at arabası dolusu eşya, iki oğul, iki gelin. Beşer tane de torun olunca güle oynaya aşardık dağı tepeyi, tüm engelleri.

"Nine, gittiğimiz yerde çocuklar var mıdır?"
En küçükleri Şeyma'nın tek derdi kendisiyle oynamayan ağabeyleri yerine kendi yaşlarında arkadaş bulmaktı. Tek kız olunca oyun arkadaşı ben olmuştum. Benim gibi bembeyaz saçları ve masmavi gözleri, üç yaşındaki kızın arkadaş bulmasını zorlaştırıyordu. Yaşıtlarından farklı olmanın ne demek olduğunu iyi bilirdim.

"Olmaz mı ya? Senin gibi güzel kızlar vardır. İşittim ki seninle oyuncaklarını paylaşmak için sabırsızlanırlarmış."

Sevinç çığlığı atan kız, annesine koşup olan biteni anlatmaya gitti. Tekrar önüme döndüğümde sokağa girmiştik bile. At arabası Vedat efendilerin evinin önünde durduğunda yeni yuvamıza gelmiştik.

Güçlü bir havlama sesi işittiğimde dönüp baktım. Simsiyah bir köpek uzaktan havlıyor, muhitin yeni sakinlerini teftiş ediyordu. Yılların bizden gençliğimizi aldığı gibi, Akça yı da almıştı demek. Tıpkı bir kaç sene evvel vefat eden Ayşe Hatun ve Vedat efendi gibi.

"Haydi yiğitler, siz eve eşyaları yerleştirirken biz de dostlarımızı ziyaret edelim."
Aklar düşmüş saçlarına siyah başlığını geçirip ayağa kalkan er, Bayezid'den başkası değildi. Yüzünde beliren kırışıklıkların bir kısmı ak sakallarının ardında saklanıyor olsa da, yakışıklılığından hiç bir şey kaybetmemişti. Üzerindeki kaftanı düzeltip at arabasından inmeme yardım etti.

Üzerimdeki mavi fistanı düzelttiğimde beraber yan taraftaki eve yürümeye başlamıştık. Yaklaştıkça çocuk sesleri gelen evin bahçesi tam da tahmin ettiğim gibiydi. Yirmiye yakın çocuk koşturuyordu. Yaşı büyük olan genç kızlar sofra hazırlarken, erkekler kendi aralarında sohbet ediyordu.

Bizi gören bir tanesi hemen koşup yanımıza geldi. Masmavi gözleri, sarı saçlarıyla dedesi İskender'e çektiği belliydi.
"Hayırlı günler efendi. Bir maruzatın mı vardır?"
Sorgulayan bakışları, zehir gibi yiğit olduğunu belli ederdi. Dedesinin yolunda gidip belki de tabip olacaktı, kim bilir?

"İskender efendiye baktım. Nerededir kendisi?"
Baştan aşağı bizi süzen oğlanın bir üzerimizi aramadığı kalmıştı. Onun temkinli hareketlerine gülen Bayezid, belindeki hançeri çekip oğlanın eline verdi.
"Uzun yoldan geldim. Dedene zarar vermek değildir niyetim. Gayrı bizi içeri buyur edesin de, yaşlı dizlerimi dinlendireyim."

Onun bu konuşması ve elindeki hançer, bizim zararsız olduğumuzu düşünmesini sağlamış olacak ki kabul etti.
"Gelesiniz benimle."
Arkasından gülerek ilerlediğimizde arka bahçeye girdik. Yere serilmiş kilime bir kaç tane minder atılmıştı. Orada oturmuş muhabbet edenler, Almıla ve İskender'den başkası değildi. Bizi gördüklerinde önce şaşkınlıkla gözleri irileşmiş sonra da mutlulukla bizi de aralarına dahil etmişlerdi.

"Vedat oğlum, koşup dedene haber veresin. Tez vakitte gelsinler."

Az önce bizi getiren oğlan babasının buyruğunu yerine getirmek için koşarak uzaklaştı. Demek bu oğlan, Yakup ve Mahinur'un oğluydu. Minik Yakup ne yapıp etmiş, kızlardan birinin gönlünü kapmıştı.

AŞK I CÜDA Kitap OlacakWhere stories live. Discover now