8. Kurt Kocayınca

2.1K 1.4K 659
                                    


Romalı köle Ophelia'dan:

Güneşin alevli ışınları, toprağı kavurmaktaydı. Öğle vakti yaklaşmış güneş tepeye yükselmişti. Boğazına takılı olan metal köle tasması, sıcaktan boğazını yakıp kavurmaya başlamıştı. Ophelia, sırtından aşağı akan teri hissediyor, buram buram kokan terinin kokusu burnuna doluyordu. Kışın yağan karın rengiyle yarışacak kadar beyaz saçlarını, kenardan aldığı taze uzun bir otla toplamış ensesinin açılmasını sağlamıştı. Ayağına giydiği ağır ahşap nalinleri çıkarıp kayanın üzerine koydu. Elindeki keçi kılından örme siyah hurcu yere atıp soluklandı.

Şırıl şırıl akan dere o kadar berraktı ki içine girip yüzmek istiyor ama buna ne vakti ne de izni olmadığının bilinciyle hareket ediyordu. Hurcun içindeki kıyafetleri, derenin kenarına döküp, külle yıkamaya başladı. İş yapmaktan nasır tutmuş, yer yer yanıklar olan elleri kıyafetleri çitilerken acıyor, gözlerinden sicim gibi yaş akıyordu. Ellerindeki yanıkların su toplamaya başladığını biliyordu. Ama ara veremezdi. Eve geç dönerse efendi Lentul onu döver yemek de vermezdi. Aç kaldığı çok olmuştu, bugün o kadar çok iş yaptıktan sonra aç kalmak istemiyordu.

Çamaşırlar yıkanınca kıl hurca geri doldurup sırtına attı. Çamaşır yıkarken sıcaktan daha da terlemiş ölü fare gibi kokmaya başlamıştı. Kıl hurc, ıslak çamaşırların ağırlığıyla daha da ağırlaşmış, çamaşırların da ıslaklığı nedeniyle ıslanınca keçi gibi kokmaya başlamıştı. Havanın sıcaklığıyla ağırlaşan kokular Ophelia'nın başını döndürmüş eve giden yolu zor tamamlamıştı.

Bahçe kapısından içeri girdiğinde efendi Lentul elinde kırbaçla onu beklemekteydi.

"Nerede kaldın sen it? Kiminle oynaşmaktaydın? Sana vaktinde gel demedim mi? Leş gibi de kokuyor hayvan!"

Bana bağırdıkça fazla kilodan kat kat olmuş yanakları ve boğazındaki deri sallanıyor, ağzından tükürük saçıyordu. Yüzüne göre küçücük olan mavi gözlerinden acımasızlık akıyordu. Koca göbeği sarsıla sarsıla yanıma gelip sırtımdaki hurcu kenarı fırlattı. Yıkamış olduğum tüm çamaşırlar toprağa saçıldı. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. O kadar emek vermiş, bu sıcak havada ellerimdeki yaralara rağmen yıkamıştım.

"Ellerim yara oldu, oyalanmadım hemen geldim efendim"

Belki insafa gelir de bana merhem verir diye söylediğim sözler, ellerime inen kırbaçla acı çığlığa dönüştü. Kırbacın keskin sızısı tırnak uçlarımdan saç diplerime kadar yayılmıştı. Ellerime baktığımda yanıktan dolayı su toplayan baloncuklar patlamış irin ve kan akıyordu.

Hıçkıra hıçkıra ağlayarak ayaklarına kapandım. Bunu yapmaktan nefret ediyordum. Ama yapmazsam da durmayacağını biliyordum.

"Affedin Efendim, bu aciz kölenizi bağışlayın efendim... "

Hıçkırıklarım yalvarmalara dönüşmüş ama o durmamıştı.

"Lentul, yeter! Heşia'yı içeri gönder yemek yapsın"

Lentul'un elini tutup durduran karısı olmuştu ama o da hata etmişti. Kadının değeri annesi bile olsa bu toplumda yoktu. Kadınların adı bile yoktu. Kocasının adı konarak seslenilir veya aynı ailede doğan tüm kız çocuklarına aynı ad verilirdi. Efendi Lentul'un karısı da ikinci Julia'ydı. Kendinden önce ablası yaşlı Julia, kendinden sonra da üçüncü Julia olan kardeşi vardı. Onlarda isim böyleyken benim ismimi doğru hatırlamaları imkansızdı.

Lentul önce eline sonra karısının eline bakmış sinirlenmeye başlamıştı. Hangi ara kaldırdığını fark etmediğim kırbacı karısının yüzünde patlatmış sonra da karısını bir kenara kırbacı bir kenara fırlatmış içmeye gitmişti. Ayyaş!

AŞK I CÜDA Kitap OlacakWhere stories live. Discover now