11. Fevzi Paşa'nın Oğlu

1.7K 1.3K 333
                                    

Ophelia'dan:

Kulakları çınlatan çığlık sesleri, ormanın içinde yankılanarak tekrar bize geri dönüyordu. Seslerden ürken at, bizi üstünden atmış kaçıp gitmişti. Yerden kalkmak istemiyor böyle bir son beklemiyordum. Gözlerime dolan yaşları, ben geri göndermek istedikçe bana inat yere yuvarlanıyorlardı. Attan düşünce üzerine uzandığım toprağı ıslatan sadece benim göz yaşlarım değildi. Metellus'un mavilerinin çevresini kızıl hareler süslüyordu. Günlerdir çekilen çile ve özgürlük için kurulan hayallerin yıkılışına bir düzine eşkiya neden olmuştu. Yorgunluk, uykusuzluk ve açlık, kendini göstermiş yerden kalkmaya mecalimiz yoktu. Burada yatıp kalmak istiyor, daha fazla bilinmezliğe yelken açmak istemiyordum. Ölmek, tekrar köle olarak yaşamaktan çok daha iyiydi.

Etrafımızda halka olmuş eşkiyalar, ellerindeki kılıçları üzerimize tutmuş en ufak bir kaçış hamlemizde kılıç kullanmaktan çekinmeyeceklerini belli ediyorlardı. Ama bizim de artık kaçmaya gücümüzün kalmadığını bilmiyorlardı.

"Yüz üstü yere yatın."
Duyduğum tok ve gür bir ses bize bağırarak emir vermişti. Eli kılıç tutanlardan biri değildi. Başımı sesin geldiği yere çevirdiğimde, at üstünde iri cüsseli, beline kadar uzanan siyah uzun saçlı, gür sakallı, yemyeşil gözlü, bir Türk gördüm. Altına sadece don giymiş, üstündeyse sadece omuzlarını örten kurt postu vardı. Gövdesi çıplak ve kaslıydı. Eşkiyaların lideri olduğu Şahin gibi keskin bakışlarından bile anlaşılıyordu. Buraların sahibi benim, buraların hakimiyeti benden sorulur, efendi benim, der gibi kendine güvenen bir duruşu vardı.

"Yere yat hatun!"

Tekrar bağırmasıyla boş bulunup irkildim. Dediğini yapmış, adamlarından biri de üzerimizi aramıştı. Daha sonra bizi oturtmuş ellerimizi önden bağlamışlardı. Ne Metellus ne de ben itiraz etmiştik. Zorluk çıkarıp hırpalanmak istemiyor son kalan gücümüzü tekrar kaçmak için kullanmak istiyorduk. Şuan bir düzine silahlı adama karşı yapacak hiç bir şeyimiz yoktu.

Ellerimize bağlı olan ipleri atlarına bağladıktan sonra ilerlemeye başladık. Onlar at üstünde biz yayan yol alıyorduk.

"Türk! Bizi nereye götürüyorsun?"

Hiç biri bize bakmamıştı. Metellus bir daha seslenince, liderleri yeşil gözlerini kısarak küçümseyici bir bakış atmış sonra tekrar önüne dönmüştü. Dilimizi bilmiyorlardı. Bu da bizi geri vermeyeceklerini gösterirdi. Gittiğimiz yön Osmanlı topraklarına ulaşıyordu. Özgür olarak girmeyi hayal ettiğim topraklara tekrar köle olarak giriyordum.

Saatlerce yürüyüp artık bir adım dahi atamayacak duruma gelince ileride bir ışık kaynağı gördüm. Gün yerini geceye bırakmış etraf zifiri karanlıktı. Kulağıma dolan gürül gürül sesten, su kenarına yakın olduğumuzu anladım. Işık kaynağına gittikçe yaklaşırken sesler ve hareketli gölgelerde artıyordu.

Etrafta bir kaç tane Türkmen çadırı vardı. Çadırların etrafındaysa silahlı adamlar nöbet tutuyordu. Bizim gibi elleri bağlı bir grup insan ortada yakılmış olan ateşe yakın oturmuş yemek yerken ışığından faydalanıyorlardı. Üstlerindeki eski kıyafetlere eğri büğrü dikişle, farklı kumaş parçaları yama yapılmış, kimisinin ayağındaki çarıkların yanı parçalanmış kimisinin de altı çıkmış sarkmaktaydı. Sefil bir yaşantıları olduğu, burada yeni kıyafet verilmediği belliydi. Fakat buna rağmen tertemizlerdi. Bir kölenin temiz olduğu görülmüş bir şey değildi. Kadın erkek çoluk çocuk hepsinin saçları tertemiz parlıyor, bedenlerinde tek bir toprak veya is lekesi bulunmuyordu. Kıyafetlerine tezat bedenleri, etine dolgun ve bakımlıydı. Erkekler kaslı ve yapılı, kadınlarınsa bedenleri kadınsı bir dolgunlukla şekillenmişti. Aç kalmadıkları belliydi.

AŞK I CÜDA Kitap OlacakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin