14

1.6K 236 78
                                    


"Ne kadar aptal olduklarını gördün mü?"

Ufak bir baş sallamasıyla onayladığında ben de başımı salladım.

"Onlar senin aklının yarısına bile sahip değiller."

Güler gibi bir ses çıkarmıştı ama bu daha çok birini boğazladığında çıkacak bir ses gibiydi ve ben onun güldüğü varsaymıştım. Oturduğum yerden biraz daha dikleşerek söylenmeye devam ettim. İçimde ki siniri kustukça hem rahatlıyordum hem de daha çok alevleniyordum. Ama durmamaya kararlıydım.

"Cidden yani, biri de değil ikisi de!" Elimin altında ki deriyi daha sert sevdiğimde, Ato hafiften huysuzlanmış olsa da ses çıkarmamış ve benim saydırmalarımı uysalca dinlemeye devam etmişti.

"Bundan sonra tek favori çocuğum sensin," dediğimde, dizime doğru koyduğu başını kaldırıp gözlerimin içine baktı ve tüm tanrılar şahidim olsun ki bana gülümseyerek bakıyormuş gibiydi. Tabii o an, valyria çeliğinden bile daha keskin olduğunu emin olduğum sivri uçlu dişlerini ve ağzından bana doğru gelen garip kokusunu tamamen görmezden gelmiştim. Onun gibi ben de dişlerimi göstererek gülümsedim ve küçüklüğünde bana sürekli yaptırdığı gibi elimi kulağına doğru giden boyun kısmını hafifçe kaşıyarak okşamaya başladım. Yine o zaman ki gibi mayışmış ve gözleri kayarak kapanmıştı.

Sabah, dün geceden kalma huysuz ve moralim bozuk bir şekilde uyanmıştım. Geç uyuduğumdan ya da hiç uyuyamamış olmamdan kaynaklı göz altlarım burada bir yıkım olduğunu bas bas bağırıyordu. Aynada gördüğüm korkunç manzarayı gözlerimi devirmiş ve hiç istemesem de diğerlerinin karşısına bu halimle çıkmıştım. Fakat beklediğimin aksine evde kaostan önce yaşanan derin bir sessizlik vardı. Aklımın bir köşesinden çok da ihtimal vermediğim, bu kadar yaşanan soru işaretlerinin cevaplarını öğrenmeden beni bırakmayacakları -daha çok Donghun'un bırakmayacağını- olasılığı gerçeklemiş ve çıldırmama bir adım kalmıştı.

Donghun'un bu kadar çok sözü geçtiğini önceden görememem benim hatamdı. Burada olmamam gerektiğini milyonlarca kez söylemelerine rağmen gece aldıkları kararla birkaç gün daha misafirleri olmamı istemişti Donghun. Misafir derken üstüne bastırarak söylemesi ve aksini kabul etmeyeceğini belirten ses tonu kaşlarımın çatmasına neden oldu. Eğer benimde merak ettiğim sorular olmasaydı, Donghun'u dinlemeyip o evden çıkar gider gerekirse yolumu kendim bulurdum. Önüme de kim çıkarsa tereddüt etmeden bir asker gibi onunla savaşırdım. Ama dediğim gibi benimde soru işaretlerim vardı. Bana sorduğu hakkımdaki sorulara da yazdığım hikâyeyi anlatmıştım.

"Kendi dünyanda ne iş yapıyorsun?" Diye sormuştu önce, sonra da "Ailen kim?" gibi sorular peşlerinden gelmişti. Fakir, köylü bir ailenin çocuğu olduğumu ve genelde babama yardımcı olmak için pazarda bulunduğuma dair cevaplar almıştı benden. Yalan söylerken öyle ifadesiz ve gerçekçiydim ki kimse yalan söylediğime dair şüphelenmezdi. Donghun'un yüzünde ki kafası karışmış ifade de doğru yolda olduğumun göstergesiydi. Sadece bu oyun nereye kadar gideceği ve günün sonunda beni ne bekleyeceği konusunda hiçbir fikrim yoktu. Değeceği konusundan bile emin değildim.

Derin bir nefes alma sesiyle irkildim. Bakışlarım onu bulduğunda bir ağaca yaslanmış, kollarını da göğsünde toplamışken üstünde koyu mavi bir salaş gömlek ve altında da siyah pantolon giymişti. Yüzünde sert bir ifade vardı. Gözleri, Ato'nun üstünde duran ellerimde duraksamıştı.

"Neden şu an bu ergeni kıskanmış gibi hissediyorum?"

Sesi bize hitaben değil de daha çok kendi kendine konuşuyormuş gibiydi. Kaşlarımı kaldırdığımda dayandığı ağaçtan ayrılıp bize doğru yürüdü. Onun gelişine Ato sevimsiz bir hırıltı çıkarmıştı, yalnız olmamızı tercih ediyordu ki şu an Jongin'e karşı olan sinirim yüzünden bende ikimizin olmasını tercih ederdim.

Fire and Blood // sekaiWhere stories live. Discover now