24

1.5K 218 177
                                    


Genç bir kadının sesi kulağımda yankılanıyor, titrek ve son derece korkmuş bir şekilde. Ona elimi uzatmak istiyorum, korkuyu gözünden silmek ve her şeyin yolunda olduğunu söylemek. O ise benden kaçmayı tercih ediyor. Neden kaçtığını önce anlayamıyor ve yadırgıyorum fakat daha sonra onu hemen önümde, dizlerinin üstünde çökmüş bir şekilde buluyorum.

"Lütfen, beni öldürme," diye yalvarıyor. Umudunu o kadar çok yitirmiş ki, son kez içinden duasını ediyor.

Kalbim kaburgalarımı kırmak istermiş gibi sertçe çarpıyor.

Nefes alamıyorum.

Etraftaki karanlık gittikçe beni içine çekerken, parlayan tek şey elimde tuttuğum bıçak oluyor. Ellerim kadının boynunda yerini almış, metalik keskin uç öylece bekliyor. Yansımada kendi yüzümü görüyorum, kana susamış ve aç bir şekilde. Bana benzemiyor ama o benim.

"Lütfen," demesi söylediği son şey oluyor.

Bıçağı kullanırken zorlanmıyorum ama kalbim bu anı yaşarken delice tepki veriyor. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken onun için ağlıyorum. Bu durumu değiştirmeyecek olsa bile, ben değişiyorum. Haykırışım tüm karanlığı delip geçiyor. Benim seslerimin arasından ise biri ismimi fısıldıyor, tam kulağımın dibinde.

"Sehun."

Bıçağı kendime yönettiğimde kimsenin beni durduramayacağını düşünüyorum. Aklımda olan tek şey, tüm bu olanlara son vermek. İlk defa sonsuz bir karanlıktan korkmak yerine huzur bulacağımı düşünüyorum. Bu fikir hem bir o kadar heyecan verici hem de bir o kadar dehşet düşürücü.

"Sehun. Sehun. Sehun."

Bıçak çıplak göğsümden içeriye girip kalbime ulaştığında, yanağım sızlıyor ve karanlık kayboluyor.

"Sehun!"

Aniden gözlerimi açtığımda nefes nefese bir halde yatakta uzanıyordum. Ortamdaki her şeye alışmam biraz uzun sürmüştü. Sırtım, başım, her yerim sırılsıklam olmuş ve ben nefes alamıyormuşum gibi derin nefesler çekmeye devam ediyordum. Gerçeklik ve hayal arasında gidip geldiğim saniyeler içerisinde taşlar yavaşça yerine oturmaya başladı. Yanımda yatan Chen yüzünü bana doğru eğmiş, yeşil gözlerinin taşıdığı uyku sersemliğiyle bana bakıyordu. "Rüya görüyordun," diye mırıldandı boğuk bir sesle. "Ben de vurmak zorunda kaldım."

Yanağımdaki sızının nedeni şimdi anlaşıldığında, yorgun olsa bir gülümseme vermek istedim ona ama başaramadım. "İyiyim, sadece kötü bir kabustu."

"Kaç gecedir gördüğün kötü bir kâbus," diyerek beni düzeltti.

"Ben her gece kâbus görürüm." Bu gerçek acıtıcıydı ama doğruydu.

Başını iki yana salladı, ifadesi hala uykulu ama benle de ilgilenmek istiyormuş gibi dururken, "Ama her gece gördüğün rüyalarında sayıklamıyorsun ya da uykundan zıplamıyorsun. Son birkaç gündür durum bu," dedi.

Başımı salladım. Kafamın altındaki yastık çoktan yerle buluşmuş, üstümdeki örtüyle de büyük bir kavgaya girmişim gibi görünüyordu. Pencereden yansıyan puslu havaya göre saat hala gece yarısıydı ve herkes uyuyordu. Yavaşça yerimden doğrulurken Chen kolumu tutarak yardım etti. Ayaklarım yere bastığında kendimi biraz öncekine göre daha iyi hissediyordum. Fakat hissettiğim gibi görünmediğimi, cücenin hala endişeli bakışlarının üstümde olmasıyla az biraz anladım. Bu sefer başararak zorlama bir gülümse sundum ve "Sen uyu," dedim sorgu dolu bakışlarını bana yöneltmişken. "Dışarıda temiz hava alacağım sadece, sen uyumaya devam et." Yine de itiraz etmek için dudaklarını aralamıştı ki, ondan önce davranıp devam ettim. "Benim yüzümden düzgün bir uyku düzenin kalmadı zaten. Ayrıca yarın yorucu bir gün olacak, gücünü toplaman lazım."

Fire and Blood // sekaiWhere stories live. Discover now