25

1.6K 201 177
                                    


"Sehun, sence nasıl oldu?"

İşime o kadar konsantre olmuştum ki, önce ne demek istediğini anlamayıp ağzından kaba bir şekilde "Ha?" sorusunun çıkmasına izin verdim. Ama cüce bundan hoşnut olmamıştı. Bacaklarımın arsında, yerde oturan Wendy başını geriye atıp yüzünü bana çevirdiğinde saçlarını tarama işine de kısa bir mola vermiş oldum.

"Diyorum ki, sence saçlarım güzel oldu mu?"

Dudaklarını büzmüş, mavi gözleri kocaman açmışken büyük bir merakla cevabımı bekliyordu. Gülümseyerek başımı salladım. "Kesinlikle. Hayatımda gördüğüm en güzel saçlar sana ait."

"Gerçekten mi?" diye sordu neşeli bir sesle. Bir yandan da dalga geçip geçmediğimden emin olmaya çalışıyordu.

Onun gibi sesimi incelterek, "Tabii ki gerçek," dedim. Memnun dolu bir gülümsemeyle önüne döndüğünde, bende elimdeki tarakla sarı saçları tekrar taramaya başladım. Bu sırada, "Ama bakımı çok zor," diyerek söylenmişti. "Sabah saçım resmen kuş yuvasına olmuştu. İğrençti!"

Gülmemek için dudaklarımı ısırırken, sessiz kalmaya özen göstererek canını yakmadan saçlarını taramaya devam ettim. Sabah saçlarının halini görüp ağlayarak yanıma geldiğinde de gülmemek için kendimi epeyce sıkmıştım. Chen gece ne yaptıysa Wendy'nin yastığına bir şeyler sürmüştü ve böylece Wendy'nin uzun sarı saçları birbirine dolaşarak yapışmıştı. Zavallı Wendy de sarı saçlarının artık iğrenç olduğunu, bir daha eski haline dönmeyeceğini düşünerek ağlamaya başlamıştı. Yaklaşık bir saatin sonunda saçlarını çoğunu düzeltmeyi başarmıştım. İki cüce üç ejderhaya eşitti...

"Sehun?"

Birkaç dolaşığı daha açtığımda "Hımm?" diye cevap verdim.

"Senin saçların da bir zamanlar benim gibi uzun muydu?

Ellerimin duraksadığını fark ettiğimde, kaşlarımı çattım ve kısaca "Evet," dedim. Bu cevabıma çok şaşırmış olsa gerek, tekrar başını bana doğru döndürmeye çalışsa da bu sefer buna izin vermemiştim. Ufak mırıltılar çıkartmalar haricinde fazla üstelemedi ve önüne bakmaya devam ederken sordu: "Nasıldı peki?"

"Uzun ve gümüş rengindeydi."

Wendy bu sefer tüm engellemelerime rağmen yine kafasını arkaya doğru atıp bana bakmayı başardı. "Gerçekten mi?" Çok şaşırmış bir şekilde sormuştu. Neden şaşırdığını anlamasam da başımı salladım.

"Peki, şimdi niye öyle değil?" Sevimli suratı ilk önce üzgün görünse de sonradan aklına bir şey gelmiş gibi kaşlarını çatmış ve gözleri sinirle parlamıştı. "Yoksa senin de yanında Chen gibi biri mi vardı? O mu böyle yaptı saçlarını?" Cevap vermemi bile beklemeden bu sefer gözleri sabahki gibi dolmuş, "Üzgünüm Sehuun, bana yaptığın gibi senin saçlarını düzeltemedim," demişti ağlamaklı bir sesle. Yine bir ağlama krizinin yaklaştığını hissettiğimde aceleyle tarağı bıraktım ve ellerimi yüzüne yerleştirdim. Parmaklarım yavaşça yanaklarını okşarken ne yapacağımı bilememiştim, garip bir gülümsemeyle baktım.

"Hayır, ben kendim istediğim için öyle yaptım."

Ellerimle hafif tombul yanaklarını sıkıştırdığım için dudakları büzülürken, bu durum bile onun konuşmasına engel olmadı. Çok sevimli görünüyordu! "Peki, Chen gibi biri yok muydu?" diye sordu emin olmak için. Sanki öyle bir ihtimal dahilinde aklından ikisini birden öldürmeyi düşünüyordu.

Derin bir iç çektim ve oyunbaz bir ifadeyle ona bakarken, "Aslında vardı," dedim. Kaşları merakla havalanmıştı. Suho'yla ilgili o kadar çok anıya sahiptim ki; iyi ve kötüleri teraziye koysam hangisinin daha ağır geleceğini tahmin etmek hiç de zor değildi. Ama çocukken sahip olduğumuz kötü anılarımız bile aslında benim için iyi anılar kategorisine giriyordu, o yaramaz çocuktu ve benimde ondan aşağı kalır bir yanım yoktu. Ne zaman olduğunu hatırlamasam bile ikimizin çocukluğu da gözümün hemen önünde, canlanmayı bekliyordu. "Senin Chen'in varsa, benim de Suho'm vardı. İkimizde çocuktuk ve onun saçları çok yavaş uzadığı için omuzlarına kadar gelirken, ben gümüş saçlarımı belime kadar uzatmıştım."

Fire and Blood // sekaiWhere stories live. Discover now