20

1.7K 232 185
                                    


Kara delikler büyüyordu. Boşlukların arasında kendilerine yer bulmayı başarmış olsalar da tam olarak tutunamamışlardı. Siyah bir perde gibi tüm ışığı engelleyip herhangi bir şey görmememi sağlasalar da oradaki varlığını hissediyordum. Gölgeleri takip ederek yolumu bulmaya çalışıyordum. Kara deliklerin yok ettiği hafızamdaki görüntülere sımsıkı tutunup geri getirmeye çalışsam da güçlü değildim. Şimdilik. Ama diğer Sehun biliyordu, biliyordu ama bana söylemiyordu. Şimdiye kadar sesi çıkmaya çok hevesliyken bir anda kabuğuna geri çekilmiş, kendi iç hesaplaşmalarıyla uğraşıyordu. Beni tüm bu hislerle yalnız bırakmayı tercih etmişti. O da benim gibi şaşkın olsa da bu şaşkınlığın sebebinin farklı olduğunu biliyordum en azından. Bir anda ona nasıl bu kadar alışmış olmama kendim bile şaşırsam da sanki her saniyesinde beraber olduğumuz hissi bana bu güveni vermişti. Kafayı sıyırıp sıyırmadığımı bilmiyordum ama artık bu o kadar da önemli değildi. Ben zaten normal olmak için doğmamıştım.

Eğdiğim başımı kaldırdığımda, gümüş saçlarım alnıma doğru dökülmüş ve kısa bir an, kafamın arkasının daha da ağırlaştığını hissetmiştim. Önemsemedim. Donmuş gibi olduğu yerde duran Lexa'ya doğru yürüdüm ve içindeki diğer Sehun'un azda olsa varlığına tutunarak bakışlarımı ona diktim. Kraliçe çok toydu. O kadar toydu ki, sadece elindeki güçlerine güvenerek her şeyi yapabileceğini zannediyordu. Tüm her şeyi ayaklarının altına alabileceğini, kimsenin onu durduramayacağını... Ama o kişi kendisi değildi, o kişi bir başkasıydı.

Daha da beyazlaşmış elimi onun buğday tenli boynuna yerleştirdiğimde, Lexa sonunda kendine gelerek gözlerini kırpıştırmış ve kaşlarını çatarak boynuna bakmıştı. "Ne yapıyorsun sen??" diye fısıldadı.  Altımdaki tenin ateşini parmak uçlarımda hissedebiliyordum. Küçük kıvılcımlar parmak boğumlarım da toplanıyor ve orayı yakıyordu. Lexa'nın kızıl saçları dalgalansa da gözleri saçından nasibi almış gibi kırmızıya dönse de ya da dişleri gittikçe sivri olup gerçek bir ejderhayı andırsa da bana hiçbir şey yapamazdı. Elimin altında debelenmeye başladığında, içimdeki diğer Sehun'un keyfi az da olsa geri gelmiş fakat bir parça huzursuzluğu devam ediyordu. Onu  mutlu etmek istedim. Eğer o mutlu olursa, aynı onun gibi olan huzursuzluğumun, sinirimin ve üzüntümün kaybolacağını ve bu lanet hislerden kurtulabileceğimi düşündüm. Ne demişti rüyalarında? Onlar birdi.

Gökyüzündeki yıldızlar amber gözlerinde toplanmış gibi keskince parlarken, kendi sesi ve ikinci ses birlikte uyumla dudaklarından firar etti: "Lexa isminin nereden geldiğini biliyor musun?"

Kraliçe boğazını saran tek elimi, iki eliyle birden çözmeye çalıyor ve yüzünü buruşturarak bana bakıyordu. Gözlerinde ki korku saklandığı yerden çıkmıştı. Soruyu birkaç saniye anlamaya çalıştı ve sonrasında, "Evet," dedi garipçe. "Biliyorum."

Memnuniyet dolu bir gülümsemeyle ona karşılık verdim ve başını salladım. Diğer elim Lexa'nın saçını doğru gitmiş ve yavaşça okşamaya başlamıştı. Yumuşak ve dalgalı saçlar elimin arasından kayıp giderken bedenim deri değiştiriyormuş gibi yenilenmişti. Mantığım nasıl bu kadar güçlü olduğumu sorgulamaya çalışsa da önünde aşması gereken birçok engel vardı. Bu yüzden kendine dışa vuramıyor, sessizliğini koruyup sadece izliyordu. Sahneyi bir başkasına devretmişti.

"O zaman atamın ismini yakışır bir şekilde kullanman gerekiyor, öyle değil mi?"

"Ne saçmalıyorsun se—."

Ellerim daha da sıkılaştı. Kollarımdaki yeşil damarlar tüm çıplaklığıyla belli olmaya başlamıştı. "Öyle değil mi?" Daha yüksek ve sert çıkmış tonda tekrar sordum. Fakat tüm bu kızgınlığa inat, dudaklarımın yukarıya doğru kıvrılmış kavisini de korumaya devam ediyordum. Gülümsemem birçok şeyi vaat ettiği gibi, birçok şeyi de kendine istiyordu.

Fire and Blood // sekaiWhere stories live. Discover now