31

1.3K 171 245
                                    


                         Bir his olarak başladı.
                     Sonra bir umut haline geldi.
                     Sonra sessiz bir düşünceye,
             Daha sonra sessiz bir sözcüğe dönüştü.

        Ve sonra o sözcüğün gürültüsü arttı ve arttı,
                 Ta ki bir savaş nidası olana kadar.



                                
Geçmiş, yaşadığımız tecrübelerinin sonucunda bize doğruyu ve yanlışı, yapmamız ve yapmamamız gerekeni söyler. Fakat ona kulak vermek herkesin başarabildiği bir şey değildir. Onun sesi her zaman bize ulaşmayı başaramazdı.

Suho o sesi hiçbir zaman dinlememişti belki de. Nereden itibaren sağır olmuştu? Ya da her zaman bu onun bir parçası mıydı? Geçmişteki anılarını artık çok berrak bir şekilde hatırlayamıyordu. Kendini zorlasa da artık zihnindeki boşluklar siyah bir perdeyle örtülmeye başlanmış gibiydi. Yine de gözlerini kapattığında babasının artık sert ve tok olmayan sesi kulaklarında çınlamayı başarıyordu garip bir şekilde. Başarısız oldum, diyordu artık gemisini döndürdüğü ölümün kıyısında. Ama sen sakın olma, diye de ekliyordu her seferinde.

Yixing onu demirden bir kafesin içine koyduğunda, ilk günler belki şoktan belki de hala inanamamaktan, Yixing onunla konuşmaya her geldiğinde çıkmak için çırpınmış ve onun konuşmasına kesinlikle müsaade etmemişti. Kollarını tutan çelik gibi sert eller hareket etmesini engellese de o bunun bile farkında olmadan kendini bitkin düşürene kadar kaçma girişimlerine devam etmişti. Fakat bu kimsenin umurunda bile değildi. Onu ezecek bir böcekmiş gibi bakan adamların arasında sadece hayatta kalmaya çalışıyordu. Açlık ve yorgunluktan daha korkunç şey ise, gururu tamamen ayaklar altına alınmıştı.

Aradaki dinlenme molaların haricinde zamanlarının çoğu yollarda geçiyordu. Kafese bağlanmış zinciri iki adam hiç zorlamadan önden çekerken, Suho her seferinde sıcaktan ve susuzluktan kendinden geçmiş oluyordu.

Devam eden sonraki günler ise yavaş yavaş sakinleşmeye başlamıştı. Onun yemesi için gelen ekmek ve suyu artık dışarıya atmıyor, onun yerine olduğu yerde yenmemiş bir şekilde durmaya devam ediyordu. Gözleri uçsuz bucakmış gibi görünen çöllerde öylece takılı kalırken ilk kez o zaman babasının sesini uzun bir zaman sonra tekrar duymaya başlamıştı. Titremelerle kafesin ortasında yatarken, "beni buradan çıkarın," diye fısıldamaya başladı. Sürekli, art arda bunu günlerce tekrar ettiği günlerden sonra sustu ve bir daha ağzını açmadı. Nereye gittiklerine dair bir fikri yoktu, onların kim olduğuna dair bir fikri yoktu. Gözlerini sımsıkı kapatmış ve kendini ayrı bir karanlığa hapsederek, Sehun'un onun için yola çıkmasını ümit etmekten başka bir şey yapmamıştı. Kalbinde o umut filizi büyürken bu konuda bir tereddüdü bile yoktu. Yokluğunu fark ettikleri gibi Sehun peşinden gelecek ve onu kurtaracaktı. Ne olursa olsun o ailedendi ve Sehun ailesini asla yüz üstü bırakmazdı.

O ulaşamasa bile emrinin altında insanlar ve koca bir ordu vardı. Birileri illa ki peşinden gelecekti değil mi? O Targaryen Hanesinin Prensi, Demir Tahtın gerçek kralıydı.

O zamanlar durumun ciddiyetini tam olarak kavrayamamıştı. Eğer kavraya bilmiş olsaydı çırpınışlarının ne kadar aciz ve boşuna olmuş olduğunu görmüş olurdu.

Gecenin bir vakti Yixing kafesin önüne oturduğunda, her zamankinden farklı olarak bu sefer alaylı ve küçümseyici tavrını sahip değildi. Ekmek ve suyu parmaklarının arasından geçirip ona doğru uzattığında; Suho yemekten başka bir çaresi olmadığını biliyordu. Onun yemesi için bizzat Yixing geldiğinde karşı çıkması durumunda vücudundaki çürüklerin, yaraların sayısı her zaman daha da artmış oluyordu.

Fire and Blood // sekaiWhere stories live. Discover now