36

950 137 60
                                    


Gözlerinle bakıyorsun ama göremiyorsun. Sesleri işitiyorsun ama aslında duyamıyorsun. Buradasın ama aslında hiç burada olmadın. Bir tuzağın içinde sıkışıp kalmak gibiydi, kaçmak istiyorsun ama denesen bile bir işe yaramayacağının farkındasın. Kral olarak geçirdiğim ilk gün tam olarak böyleydi. Halkta tanışmam işkenceden bir farkı yoktu. Bu sadece benim için değil diğer herkes için de böyle olsa gerek, bakışlarında ki soğukluk ve ağızlarını açmaya korkanlarla çevrilmişti çevrem. Ben nasıl mutlu değilsem onlar da mutlu değildi. Ne yapmamı bekliyorlardı? İlk günden burada katliam falan yapmamı mı? Ya da beni sadece ben olduğum için sevmemeyi tercih ediyorlardı. Bir 'insan' olduğum için bundan tiksiniyorlardı. Ama bir 'insanın' boyunduruğu altında yaşamaya mecburdular.

"Bu yorgunluğuna iyi gelecektir."

Kafamı yasladığım sandalyeden yorgunca kaldırarak uzatılmış çay fincanına baktım. Küçük bir gülümsemeyle alırken, "Teşekkürler Wendy," diye mırıldandım.

"İstersen yanına kurabiye de getirebilirim?"

"Ah hayır, bugünkü yorgunluğumun üstüne bir şey yiyebileceğimi zannetmiyorum."

Pembe dudaklarını birbirine bastırarak başını salladığında bir yandan da mavi elbisesinin eteğiyle oynuyordu. Bunu genelde rahatsız olduğu zamanlar yaptığı bir alışkanlık olduğunu bilecek kadar yanında bulunmuştum. Bir süre sessizce çayımı içerek ona baktıktan sonra, "Yanıma otursana," diyerek yanımdaki boş sandalyeyi işaret ettim. Kaşlarını kaldırarak bana baktığında oldukça şaşkın görünüyordu ki bu oldukça garipti. Yüzü teklifimle aydınlanırken zıplayarak sandalyeye oturdu.

"Wendy... neden ben teklif etmeden yanıma oturmadın?"

Gözlerini olduğundan daha da büyütmeye çalışırken, "Bana artık eskisi gibi davranmamam gerektiğini söyledi sana karşı. Artık Kral olduğun için bu uygunsuz olurmuş," dedi kısık sesle. Sanki büyük bir sırrı açığı çıkarıyormuş gibi bir yandan da kapıdan her an biri gelebilir diye orayı gözlüyordu. Kızmak ve gülmek arasında ince bir çizgideydim. Fincanı dudağıma götürüp sıcak çayın beni ısıtmasına izin verdim.

"Bana eskisi gibi davranabilirsin, kim sana ne derse desin."

"Senin böyle diyeceğini biliyordum zaten! Onlar sadece saçmalıyor, senin hakkında saçma sapan konuşu—"

Söylememesi gereken bir şey ağzından kaçırmak üzere olduğunu fark ederek hızla eliyle ağzını kapattığında, bu sefer gülümsemem daha gerçekçi olmuştu. Arkamdan neler dediklerini tahmin etmek hiçte zor değildi. Wendy'i zor durumda bırakmamak için, "Ato nerede? Onu hiç göremedim," diye sordum konuyu değiştirerek. Wendy az önceki söyledikleri yüzünden bir an için üzgün görünse de şimdi rahatlamış ve omuz silkerek, "Felix ile dolaşıyordu," demişti. Ato beni görmek için uğramamış ya da beklememişti bile. Bu kalbimi ufakta olsa kırmadığını söylesem yalan olurdu. En azından uyandıktan sonra yanımda olmasını beklerdim. Onu kasten üzecek bir şey yapmamıştım sonuçta. Annem de bizle böyle uğraşmış mıydı acaba?

"Peki Jongin?" O da kardeşi gibi benden uzakta durmak için elinden geleni yapıyordu. Onu en son ziyafette görmüş bir daha tüm gün boyunca karşıma çıkmamıştı. En azından onun bana böyle davranması için bahanesi vardı. En kısa sürede bu konuyla ilgilenmem gereken sağlam bir bahane hem de. Bunu her hatırladığımda sanki içime bir soğukluk kaplamış gibi kollarımda ki tüyler dikiliyordu.

"Chen ile takıldıktan sonra odasına gitmişti en son."

Derin bir iç çekerek boşalmış olan fincanı ona geri uzattım ve ayağa kalkarak kapıya doğru ilerledim. Büyük tahta kapıdan açmadan önce duraksayarak Wendy'e baktım. "Unutma eskisi gibi," dediğimde güzel gülümsemesiyle hızla başını sallayarak beni onaylamıştı. İçim biraz daha rahatlayarak tekrar kapıya yönelecekken aklıma takılan diğer ayrıntı ile bir kez daha Wendy'e döndüm.

Fire and Blood // sekaiWhere stories live. Discover now