18

1.7K 237 187
                                    


"Yalnız olduğunu mu düşünüyorsun?"

Aynadaki kendi yansıması, keskin gözlerini ona dikmişti ama ortada ters giden bir şeyler vardı. Son hatırladığı yüz bu değildi. Amber gözleri daha koyulaşmış, teni sanki imkânı varmış gibi daha da beyazlaşmasına rağmen parlayan bu genç kesinlikle o değildi. Güzeldi, tehlikeli bir güzelliği vardı. Gücünü hissedebiliyordu, etrafındaki herkes ona diz çökmek zorundaymış gibi olan havası boşa değildi. Gözünü bile kırpmadan bunu yaptırabilirdi.

"Yalnız olduğunu mu düşünüyorsun?" Tekrar sordu. Sesi Sehun'a ait değildi ama ona ait izler taşıyordu. Hem bir o kadar tanıdık hem de bir o kadar yabancı olmasına rağmen Prens aniden kendini güvende hissetti.

"Hayır." Sehun'un kısık sesi odayı doldurduğunda teninden bir ürperti geçmiş, titremişti. Başını sol omzuna  yatırdığında aynadaki yansıması onu taklit etti. Sağ elini aynaya uzattığında onun gibi kolunu kaldırmış ve ona uzatmıştı ama aynadan geçemedi. Hapsolduğu yerden Sehun'a bakmaya devam ediyordu. Bulunduğu yeri sevmemişti, daha farklı bir yerde olmayı hayal ediyordu, daha fazla özgür ve Sehun'a daha yakın olabileceği bir yer...

"Sen bensin," dedi Sehun ve sesindeki saf şaşkınlığı içine çekti. Ama o şaşkın değildi. En başından beri bunu biliyordu, sadece uzun bir süre boyunca Sehun'un farkında olmasını beklemişti. Sağ dudağı hafifçe yukarıya kalkarken gözlerindeki alevin dansına şahit oldu Prens. Bulaştığı her yeri onla beraber yakıyordu. Durmuyordu, durmak istemiyordu. Sıcaklığın kendi teninde bıraktığı izi tutunurken hiçbir şeyi sorgulamıyordu. Her şey o kadar doğal ve olması gerektiğiymiş gibi geliyordu ki, mantığının ilk defa bu kadar berrak oluşuna şahitti. Bomboş, hiç kirlenmemiş beyaz bir sayfa gibiydi. Ve yansıması elindeki ateşten bir mürekkeple üzerine kendi adını yazıyordu.

"Sen yalnız değilsin çünkü ben varım."

Prensin dudakları ondan habersiz aralanmış ve onu tekrar etmişti. "Çünkü sen varsın."

"Bir birlikteyiz."

"Biz birlikteyiz."

Karanlığa rağmen birbirlerini görmelerini sağlayan tek şeyde onun yaktığı ateşin yaydığı ışıktı. Camdan çıkmadan ona bakıyor ve gülümsüyor. Yaydığı sıcaklığın aksine gülüşü Sehun'un içini soğutuyor. Bir parçasına bakıyordu hem ona benzeyen hem de bir o kadar benzemeyen. Şaşkınlık, güven, rahatlama ve korku. Bu dört duygu etrafını sarıyor. Hepsi birbirine o kadar zıt iken nasıl birlikte bu kadar uyumlu olduklarını bilmiyordu. Her biri birbirine bir yapboz parçasıymış gibi bıraktığı boşluğu tamamlarken arada sıkışıp kalmıştı.

"Kurtulmak için ne yapmamız gerektiğini biliyorsun." Sesi artık kulağının dibinde değil uzaktan gelmeye başladığında kaşlarını çattı. Aynadaki yansıması gitmiş ve yerine karanlık bir boşluk bırakmıştı. Alevler güçsüzleşip sönmeye başladığında bakışlarını yere çevirdi. Sahipleri olmadan tüm kıvılcımlar gücünü yitiriyor ve geriye sadece külleri kalıyordu. Sakin bir şekilde izlemeye ve karanlığın onu yutmasını beklerken Prens, her ne kadar gitmiş olsa bile cevap verdi. Çünkü biliyordu, o kendisini her zaman duyuyor, her anını büyük bir keyifle izliyor ve ortaya çıkacağı günü iple çekiyordu.

Sesi bir bebeğe masal anlatıyormuş gibi yumuşak çıkarken, "Ateşi yakmalıyım," diye fısıldadı Sehun.

"Ve orada kendimi hapsetmeliyim."

£

Bir an için hiç bitmeyeceğini düşündüğü yolculuk sona erdiğinde, beklentinin tam olarak ne olduğunu ve nasıl bir şey hayal ettiğinden pek emin değildi. Alev çukurların arasında kalan bir yer, belki? Ama karşılaştığı manzara bu topraklara ayak bastığından beri,  bir şekilde onu şaşırtmanın yollarını buluyordu. Alev çukurları olmasa da büyük bir yamaçta dikili duran bir şatoydu. Gökyüzünden düşen her bir  şimşek şatonun sivri kulelerinin birinde parlıyor ve güzel bir manzara sunuyordu. Siyah gölgelerin kızıl dolunayın üzerinden geçişlerine şahit oldu. Jongin ona büyük salonun burada olduğunu söylemişti. Bu bölgede yaşayan tüm ırkların belli zamanlarda ya da Kraliçenin isteği üzerine uğradıkları bir yerdi.

Fire and Blood // sekaiWhere stories live. Discover now