21

1.7K 223 107
                                    


"Bunu yapmak zorunda değilsin," diye fısıldamıştı. Göz bebekleri korkuyla titriyor, yanmaya başlayan ateşin yansımasını bana sunuyordu. Derin bir nefes alıp olduğum yerde dikilmeye devam ediyordum. İs kokusu, baharda çiçeklerin yeni açması gibi ferah ve güzel hissettiriyordu. Yerde, dirseklerinin üzerinde kalkmaya çalışsa da omzunda hala varlığını sürdüren yediği bıçağın acısıyla bunu başaramıyor ve yalvaran gözlerle, tüm bu güzelliğin ortasında bana bakıyordu.

"Yapmak zorundayım," dedim ben de.

Kasvetli kışın ortasında, üşümeyen sadece bizdik. Tüm varlığımızla diğerlerinin aksine; kurbanlarımızı armağan etmenin getirdiği sıcaklığın bizi yakması için sabırsızca sıramızı bekliyorduk. Buradan sadece tek bir kişi sonunda özgürlüğüne kavuşacak ve diğerini sonsuzlukla cezalandıracaktı.

Şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlardı.

£

Bir hayalin içindeydim.

Ne zaman başladığını ve ne zaman biteceğini bilmediğim bir hayalin içinde. Nefes alamıyormuş gibi hissettiğim her an buna tutunuyordum. Tüm bu garipliklerin içerisinde sadece etrafıma bakmam ve parlak bir gülümseme, güven veren gözler görmem benim için yeterliydi. Bu kadar basitti işte. Gerisi çok da önemli değildi. Kendimle ilgili kafa yormak değil, en azından bir şeyleri yoluna koymak istiyordum. O zaman, gerçekten içten bir şekilde nefes alabilecektim. Kalbimi artık sıkıştırmayacak, zehrini tüm vücuduma yaymayacaktı.

Diğer Sehun ise gözlerini bana dikti ve küstahça omzunu silkerken, "Senin derdin bu değil ki," diye söylendi. Hissettiğim duygular ona saçma geliyordu. Ama o saçma dediği duyguların altında yavaş yavaş eridiğimi de biliyor, yine de umurunda olmuyordu. Bu durumuma onaylamayarak başını sallıyordu. "Sen sadece bir amaç arıyorsun, aynı benim gibi." Onun bir amacı vardı evet ama ben tüm bu yüklerden kurtulmak istiyordum. Elimde çok iyi dövülmüş kesin bir kılıç vardı ve onu hareket ettiremiyordum. O kadar ağırdı ki, kollarım bunun için fazla güçsüz ve yetersiz geliyordu. Ama o kılıcı hareket ettirmeye kararlıydım. Sonuç ne olursa olsun o hareket ettiğinde yük ortadan kalkacaktı.

Kahvaltı faslı çok sakin geçmişti. Bunun sebebi masada sadece üç kişi olmamızda olabilirdi ama Chen ve Wendy en ufak bir kapışma yaşamaları tuhaf ve garipti. Karnımı doyurduğumda diğerlerinin nerede olduğunu sordum, cevap veren kişi Chen olmuştu. Ayağa kalktım ve odayı terk etmeden hemen önce, duvarda asılı aynada kendimle göz göze gelmiştim. Ruhum yorgun olsa da dıştan en ufak bir belirti bile yoktu. Aksine fazlasıyla canlı görünüyordum. Fakat karşılaştığım siyah saçlar istemsiz kaşlarımın çatmasına neden oldu. Elim kafama doğru giderken hayal meyal hatırladığım ağırlık yok olmuş ve geriye sadece dipten yavaş yavaş belli olmaya başlamış gümüş rengini bırakmıştı. Kafamda canlanan anılarla bir an için bocalasam da kendimi çabuk toparlamış ve odadan çıkmıştım. Zamanın içinde bir boşluk yaşıyordum. Devam ettiğim ve arkada bıraktığım zamanlar birbirinden farklı ilerliyor ama yine de birbirlerini tamamlamaya devam ediyorlardı. Yine de hangisinin bana ait olduğunu söylemek zordu. Bir süre sonra bu ayrımı bile yapmamaktan korkmaya başlamış küçük endişe kırıntıları, vücuduma işlemeye başlamıştı.

Birkaç gün daha burada, diğer misafirlerle kalmaya devam edeceğimizi söylemişti Kai, Kraliçe ile olan görüşmesinden sonra. Pek fazla ayrıntıya girmemişti, bende sormaya gerek duymamıştım. Hepsinin yüzlerinde oluşan gerginlik bir şeyler olduğunu belli ediyordu ve diğer Sehun nedense bunun gerçek Kraliçe ile ilgili oluğunu düşünüyordu.

Temiz hava tüm bu zihin karışıklıklarına bir son verdiğinde, rahatlamış bir şekilde diğerlerine doğru ormana yürüdüm. Donghun kendi gibi tilki kulakları olan bir başkasıyla konuşurken, Jongin oturduğu kütükten, somurtan bir yüz ifadesiyle yerde yatmış ve kesinlikle kalkmaya hiç niyeti olmayan ejderhayı azarlıyordu. Ama Ato önündeki toprağı pençeleriyle kazımayı Jongin'in durmadan konuşmasından daha eğlenceli bulmuş olsa gerek, onu dinlemiyordu bile. Gördüğüm manzara bir an için o kadar sıcak ve içten gelmişti ki, oturup sadece bu güzelliği solumak istedim. Yüzümde oluşan gülümsemeyle uzaktan onları izlerken, Ato varlığımı hissetmiş ve başını yasladığı topraktan kaldırıp direkt kafasını bana çevirmişti. Ağzını açtığında cidden gülümseyeceğini bile düşündüm! Garip sesler ile yerinden kalkmaya çalışacağını anladığımda elimi kaldırdım, vermek istediğim işareti anlamasını umuyordum. Kendim ona yaklaşmayı tercih ettiğimde başını yana yatırmış ve gözlerini kırpıştırarak uysalca ona gelmemi beklemişti. Kalbimden yine sıcak bir şeyler attı ve coşkuyla ona karşılık verdi.

Fire and Blood // sekaiWhere stories live. Discover now