17

1.6K 237 99
                                    


"Nedir seni bu kadar korkutan?" Fısıltım geceye karışmış ve mağaranın içinden yankı yapmasına neden olmuştu. Günün ağrımasına yaklaştıkça hava daha da soğuyor ve ateş çoktan gücünü yitirerek sönmüştü.

"Hiçbir şeyden korkmuyorum." Bunu o kadar çok kendinden emin bir şekilde söylemeye çalışmıştı ki, yüzümde buruk bir gülümseme oluştu. Bana doğru döndüğünü hissettim. Bakışlarının ağırlığının altında kalıyor, eziyet çekiyordum. Aramızda sözü geçmeyen kelimelerin anlamlarını biliyorduk. Hiçbir şey konuşamasak da Kai beni unuttuğunu iddia etse de gözlerinin derinliklerinde durmaya devam ediyordum. Kalbinin fısıltısını duyamayacak kadar kulaklarını kapatmıştı sadece.

"Korkuyorsun." dedim ve yan tarafıma dönerek ona baktım. Aramızdaki boşluk sinir bozucuydu. Kai benden uzağa yatmayı tercih etmişti ve şimdi o uzaklığa inat beni izliyordu. Şimdi daha da iyi anlıyordum. Boşuna Suho onu kendine seçmemişti. Bir bakıma ikisinin de karakterleri birbirine çok benziyordu. İkisinin de hareketlerine bir anlam yüklemek zor ve stresli. Onun hakkında bir yargıya vardığın an sana daha önce görmediğin bir tarafını gösteriyor. "Korkuyorsun çünkü aklın karışık ve sorularla dolu. Benim bilmediğim bu dünyada bir şeyler yaşanıyor ve sen, Jongin, Wendy, Chen, hepiniz telaşlısınız."

"Hımm."

"Onları arkanda bıraktığın için mi? Başlarına bir şey gelir mi diye korkuyorsun? Elfler yüzünden mi?"

"Meraklısın." Gözlerini yumdu. Şakağındaki bir damar iyice belli olurken, "Çok fazla meraklısın." dedi tekrardan.

Kaşlarım çatılırken vücudumdaki ısı birkaç derece artmıştı sanki. Bir şeyler oluyordu, bedenim bir şeyle mücadele ediyordu ama bunu yaparken bana hissettirmemeye çalışıyordu. "Ve bu kötü bir şey mi?"

Sessiz kaldı. Gözlerini yumdu ve nefes alışları bir süre sonra düzenli hale gelince ona arkama dönüp uyumaya çalıştım. Cevap vermeyeceğini düşünüyordum. Benim için her ne kadar uykunun kollarına sığınmak zor olsa da bir şekilde bunu başarsam da zihnim bulanıklaşmaya başlamadan önce tekrar onun sesini duymayı da başarmıştım.

"Bir insana göre evet, çok kötü bir şey."

O an fark etmedim ya da önemsemedim belki fakat sesindeki acı tonu kalbimin en derininden hissetmiş ve kırılmıştım. Kai insanlardan deli gibi nefret ediyor ama yine de bu nefretini bana göstermiyordu. Kendi içinde başka planları olabilirdi. Diğerlerine göre daha da karanlıkla kaplı olduğundan belki de onu görmekte zorlanıyordum. Aklımdan geçen bazı deli cümleler, onlara gerçeği söylesem nasıl tepki verirlerdi diye fısıldıyordu. Bu olasılık bile nefesimi tekletirken hayalini bile kurmakta zorluk çekiyordum. Sadece iki olasılık vardı. Bu iki olasılık birbirlerine o kadar zıt, o kadar birbirlerinden kopuktu ki, birini yaşamış olmayı dilerken diğerinin en ufak gerçekleşme imkanından deli gibi korkuyordum. Babam hep korkunun bir tutsaklık olduğunu ve onu bir av olarak görmemiz gerektiğini söylerdi. Eğer biz dünyanın en tehlikeli avcısıysak, avımızı elimizin altına almalı ve dişlerimizle parçalayarak yememiz gerekir. Bunu yapmazsak, avımız gittikçe büyür, büyür ve daha da büyür, biz farkında bile olmadan roller değişir. Bu seferde bir daha asla av olmaktan çıkamayız.

Ben avdım ve onlar avcı. Korkuya çoktan sığınmış ve ondan merhamet diliyordum.


£

Ormanın içindeki kulübeyi fark ettiğimde yürümeyi kesmiş olan Kai'ye döndüm. Sıcaklık o kadar fazlaydı ki güneşi tam karşımda hissediyordum sanki. Saç diplerimden damlayan her ter sırtıma ulaşıyordu. Buraya geldiğimden beri hiç böyle bir havayla karşılaşmamıştım. "Burada mı kalacağız?" diye sordum. Öylece duruyordu. Üstündeki sıcağa inat siyah pelerinin altında herkesten kendini gizliyormuş gibi dursa da gizlendiği ben ve ormandaki diğer hayvanlar olabilirdi. Ayağım altındaki çimleri ezerken neden hala içeriye girmediğimizi düşünüyordum. Fakat açılan kapı ve ardından duyduğum ses bana gereken cevabı vermişti.

Fire and Blood // sekaiWhere stories live. Discover now