20

1.8K 271 117
                                    

"Bugün oldukça verimliydi. Çok fazla şey öğrendim.." diye yorgun bir şekilde kendimi yatağıma atarken gözlerimi pencerenin dışındaki ışıklı dünyaya çevirerek karanlık geceyi biraz olsun aydınlatan ay ve yıldızlara bakmaya başlamıştım. İçimdeki enerjinin yapısıyla ilgili okuduğum raporlardan çıkardıklarımı üstünkörü aklımdan geçirerek bunu daha anlaşılır bir dile çevirirken gözlerimi kırpmadan gökyüzünü izlemeye devam etmiştim.

İmper dedikleri şey, tam olarak enerji kesemde bulunan ve benim "enerji çeşitliliği" diye adlandırdığım kısımlardı. Röntgen ve MR sonuçlarına bakarsak, görünüşleri bir kese dolusu şeffaf misketi andırıyordu, ayrıca onlara imper yerine misket demek bana anlamsızca daha güzel geliyordu,  ayrıca bu misketlerin içinde de o çok kıymetli olan enerji bulunuyordu. Bu kadar ayrıntılı olarak bilmesem de içgüdü olarak yaptığım "kendi bedenimden ayrılma" olayı da, bedenimdeki misketlerle bedenimden bir enerji formu olarak ayrılmak ve geride de enerjiyi bırakarak Emily'nin bunu özümsemesini beklemek de bana düşüyordu. Sonrasında misketlerimi yeniden enerjiyle doldurmam mümkündü ancak misketlerimi yerse, durum oldukça vahimdi. Üstelik sadece beni de etkilemiyor, bana bağlı olan tüm deneklerin de hayatlarını tehlikeye atıyordu. Bu bağlar da, bedenimden ayrıldığım zamanlarda gördüğüm bedenimin çeşitli bölgelerinden çıkan ve genel olarak bir örümcek ağı kadar ince olan mavi enerji iplerinden ibaretti. Bu bağların görevi ise basitti...

Diğerlerini hayatta tutmak.

Bağlayıcı olmamın ve Emily için basit bir batarya olmamın sebebi olarak da sayılabilirdi bu durum. En başından beri beni dönüştürmeye çalıştıkları şey buydu, diğerleri için bir enerji kaynağıydım. Misketlerime ince bir enerji ipiyle bağlı olan denekler, enerjilerini böyle kullanabiliyorlar ve vücutlarında bulunan dengesiz enerjiyi bu şekilde stabil hale getirebiliyordu. Bu bağın ise iki görevi vardı. Birincisi, misketlerime özel olan güçleri kullanabilmelerine olanak sağlıyordu; ne de olsa enerjilerinin bulunması, imperlerinin bulunmadığı gerçeğini değiştirmiyordu. İkincisi ise hayatta kalmalarını sağlıyordu. Bedenlerindeki enerji son derece kararsız olduğu için onlar bu bağlar aracılığıyla güçlerini kullanırken beyinleri çok fazla hasar alıyordu ve bu da onları 2-8 gün içinde öldürüyordu, ki bu durumda da enerjilerin kullanım merkezinin beyin olduğu teorim tamamen ispatlamış oluyordu.

Enerjileri onları öldüren şey ise, vücutlarında kontrolsüz bir şekilde bulunmaları da, onlar güçlerini kullanmasalar bile bu enerjinin onları içten içe tüketmeye yeteceğini haykırıyordu. Böylesi bir senaryoda, ya içlerindeki enerjiyi çıkarmamız gerekiyordu -ki bu iyi bir fikir değildi, ne de olsa vücutları bunu zamanla üretmeye devam edecekti- ya da bu enerjiyi daha kararlı bir hale getirmelerini öğretmeye çalışmalıydım. Güç kullanımında tamamen uzman olmasam da, merkezdeki boş zamanlarımda sürekli bunları kullanmaya çalışmış ve belli bir yol kaybetmiştim.

Derin bir nefes alarak yatakta yan dönerek gözlerimi kapatmış ve kolumu da başımın altına alarak düşünmeye devam etmiştim. Aklımda olan ve yeni bir hedef belirleme amacıyla ortaya attığım en düşündürücü soru, benim bu bağları nasıl kullanacağımdı. Dört bir yanım kanımı çeken insanlarla çevrelenmiş ve bu bağları nasıl kullanacağını bilmeden öylece ölmeyi bekleyen günah keçisiymiş gibi hissediyordum. Yine de dert ettiğim veya kafaya taktığım tek sorun da bundan ibaret değildi. Aklımda "önemli" katagorisinde 1.sıraya yerleşen "Ben ölünce diğerlerine ne olacak?" sorusu da oy birliğiyle galip gelerek düşüncelerimin merkezinde bana el sallıyordu. Ne de onların ölmelerini engelleyen bendim, ama onların beyninin hasar görmesine neden olabilecek şekilde enerjilerini kullanmalarına olanak sağlayan yegane kişi yine bendim.

O sırada uçuyormuşum gibi tuhaf bir hise kapılan bedenim yüzünden gözlerimi açarken görüşümün yeniden yükseldiğini ve bedenimden ayrıldığımı fark etmiştim.

Rüya Askeri 2  [Final]Where stories live. Discover now