43

597 123 36
                                    

"Bırak onu, konuşabiliriz."

"Konuşması gereken tek kişi sizsiniz, bayım." diye dümdüz bir sesle mimik oynatmadan konuşarak yüzüne bakarken, Zerter'ın olduğu yerde iyice gerildiğini fark etmiştim. Ancak bir süre gergin ve ne yapacağını bilemez bir halde bana bakarken, bıçağı boynuma iyice bastırarak kanın ince kırmızı bir çizgi halinde boynumdan kıyafetimin yakasına doğru bir yol çizmesine izin vermiştim. Bunu yapmamla birlikte ise Zerter "Tamam!" diyerek sesini yükselterek cevap vermişti. "Tamam, diğerlerine zarar vermeyeceğim! Şimdi bırak o elindekini!"

O sırada, tüylerimi diken diken edercesine yankılanan silah sesiyle birlikte nefesim kesilmiş ve bakışlarım, arabanın ön koltuğunda oturan Defne teyzeye ve göğsünün tam ortasında giderek büyümeye başlayan kırmızı lekeye çevrilmişti.

Daha ne olduğunu bile anlamamıza fırsat kalmadan, ikinci silah sesiyle birlikte Defne teyzeyi çaresizce korumaya çalışan Ali amcanın alnının ortasında bir delik açılmış ve Defne teyzenin kucağına cansız bir şekilde düşmüştü.

Ne..

B-bu... Ne?..

Aklım bir anda durmuş, bedenim bir anda taş kesilmişti. Hiçbir şeye anlam veremedim, hiçbir şey gözüme o an önemli gelmemişti. Sanki bir anda zaman durmuş, ve ben o uçsuz bucaksız boşlukta sıkışıp kalmıştım.

Bilincimle mantığım arasındaki ip, o an kopmuştu sanki.

Gözlerim ağırca, arabadan çıkarken yere düşen, camlar yüzünden elleri kanlar içinde kalan ve şokla kaskatı kesilmiş bir halde arabaya bakan Aras'a, ardından da elleri tir tir titreyen askere çevrilmişti.

"Sen..." diye konuştu Zerter, afallamış bir ifadeyle silahı ateşleyen askere bakarken. "Ne yaptığını sanıyorsun?"

"S-silah!" dedi o da afallamış bir halde. "Silahı vardı, silah çıkarmak üzereydi!"

O ara ne olduğunu anlayamadan bedenim tepki vermiş, ve kendimden beklemediğim bir hızda o askere doğru koşarak üzerine atlamıştım. Son anda silahını bana doğru çevirse de elimi sallamamla bir anda elleri arasında lav gibi eriyen silahla çığlık atarak sendelemiş, üzerine atlamamla birlikte sırt üstü yere düşmüştü.

Tereddüt bile etmeden elimdeki bıçağı askerin göğsüne sapladım.

Tekrar, tekrar, tekrar...

Bu hareketi kaç kez tekrarladım bilmiyorum, ancak şoku atlatıp beni durdurmak için harekete geçtiklerinde, önümdeki adamın göğsü içine çökmüş ve kanla doldurulmuş kaseyi andıran bir şekle bürümüştü. Askerin ne ara öldüğünü, veya beni durdurmak istercesine ne ara kollarımı tutmaya çalıştığını ve kollarımda tırnak izleri bıraktığını hiç bilmiyordum.

Hatta Aras'ın hangi ara aracın kapısını parçalayarak anne ve babasının cesedini araçtan çıkararak yan yana yere yatırdığını da fark etmemiştim.

Göğsümün tam ortasında bir şeylerin kaynadığını, canımın deli gibi acıdığını ve haykırarak ağlamak isteyeceğim bir noktaya doğru çekildiğimi hissediyordum. Hissettiğim şeylerin haddi hesabı yoktu, sanki içimde kopan korkunç ve kaotik bir yıkımın tam ortasında olan biteni oturup izlemekten başka elimden bir şey gelmiyordu.

Ağlamak, bağıra çağıra içimdeki her şeyi dışarı dökmek ve biraz olsun rahatlamak istedim. İçimde kalan şeylerin sadece bana kadar olmasını istedim. Acıların bu dünyada beni bulamayacağı bir yere kaçmak istedim.

Ama bir damla gözyaşı gelmiyordu artık.

Tükenmiştim...

Zerter ve bir askerin beni kollarımdan tutarak defalarca bıçak darbesi yiyen cesedin üzerinden ayırırken başımı kaldırıp bir kez etrafıma bakma gereği hissetmiştim. Buradaki herkesin silahları, önümdeki cesede de olduğu gibi elleri arasında eriyip gitmişti ve askerler de doğal olarak diğerlerini bırakmışlardı.

"Ölmeyin."

Aras'ın kısık mırıltısı, beynimde yankılanırken o tarafa bakmaya korkarcasına başımı çevirmiş ve bıçak olan elimi tutan askerin boynuna bıçağı sapladıktan sonra Zerter'ın bacak arasına sıkı bir tekme geçirmiş ve ikisinden kurtularak diğer askerlere yönelmiştim.

"Hayır, hayır nefes al. Anne! Nefes al! Beni öylece bırakamazsın, nasıl annesin sen böyle?! Baba, anneme bir şey söyle! Anneler çocuklardan önce ölmez desene!.."

Elimdeki bıçağı kıvrak bir hareketle döndürerek bana karşı savunma alan askerin şakağına sapladıktan sonra diğerine saldırmak üzereyken kendi arabalarından bir tüfek alan başka bir deneyimli asker, ben saldırımı yapamadan arkamdan gelip silahının kabzasıyla başıma sertçe vurmuştu.

Yere düştüğüm bu birkaç saniye etrafıma bakmak için bir zaman yaratmış gibi, dirseklerimle yerden destek alarak etrafımdaki karmaşayı sonunda fark edebilmiştim.

Martin ve Rachael, askerlerin Aras'a yaklaşmasını önlerken Melany önüne gelene, eline ne geçerse saldırıyordu.

Sol gözümün üzerinden geçerek çeneme doğru ilerleyen ıslaklığı umutsamadan kendimi toparlayarak ayağa kalkmaya çalışsam da, bana vuran asker ellerimi arkamda birleştirerek beni kelepçelemiş ve yere sabitlemişti.

Beni çileden çıkaran son darbe de bu olmuştu.

Elimden geldiğince hızlı bir şekilde arkadaşlarımın etrafında kalın birer kalkan oluşturmaya çalışmıştım, ancak kaşla göz arası Zerter'ın Melany'yi önüne çekerek kendini koruduğunu fark etmem biraz uzun sürmüştü.

O sırada bir anda, kulak zarlarını patlatırcasına güçlü bir sesle birlikte birkaç kilometrelik alanı kapsayan devasa bir patlama meydana gelmiş, yakınımdaki askerlerin hepsi anında buharlaşmıştı.

Sonra mı?

Sonrasını ben de hatırlamıyordum...

Rüya Askeri 2  [Final]Where stories live. Discover now