31

953 185 59
                                    

"Ah, demek yaratıkların da aileleri olabiliyormuş." diye yerde oturmuş bir şekilde doktorun omzuma pansuman yapmasını beklerken normale dönmüş gibi görünen Emily'nin yanına koşan küçük bir erkek çocuğuna bakarak söylenmiştim. Koyu renk saçlarıyla tuhaf bir şekilde bu kıza hiç benzemese de yüz tipleri birbirlerini az çok andırdığı için kardeş oldukları çıkarımını yapmam pek de zor olmamıştı. Ayrıca çocuğun kolundaki özensiz iğne izleri de, bir deneyin ne kadar ileri gidebileceğini gösterirceune gözüme batıyordu. Bu aptal insanlar, bir çocuğu kurtarmak için diğerini feda etmekten gram rahatsız olmuyorlardı.

Koyu saçlı ve onlu yaşlarında görünen çocuk, ablasının belinden ayrılarak keskin gözlerini söylediklerimden rahatsız olmuş gibi üzerime dikmişti.

Hadi ama, aptal çocuk... Biz aynı geminin yolcusuyuz, farkında değil misin?

"Ohoo." diye ağzımdan alaylı bir ifade çıkarken çocuğun gözlerine dimdik bakmaya devam etmiştim. "Birisi gerçekleri duymaktan rahatsız oldu sanırım.. Söyle bana.." diye gözlerimi irileştirerek  ona bakmış ve gülümsemeye devam ederek çocuğun biraz ürkmesine neden olmuştum. "İğrenç bir yaratıkla yaşamak nasıl bir duygu?"

Aah, bazen eğlencesine büründüğüm manyak karakterim gün geçtikçe benliğimi ele geçiriyordu  ve bense bundan gram rahatsızlık duymuyordum.

"Kapa çeneni!" diye benim üzerime doğru sinirle yürümeye çalışan çocuğu durduran şey, ablasının omuzlarından tutup onu geriye çekmesiydi. Ben ise rahat bir şekilde arkama yaslanarak gülmeye devam ediyordum.

"Yalan mı?" diye konuşurken bakışlarımı çocuktan alarak yavaşça Emily'e doğru çıkartıp başımı hafifçe yana eğmiş ve bilmezden gelircesine alaylı bir ifadeyle Emily'e bakmaya başlamıştım. "Değil misin?"

Emily'nin tavrı ise bende, kesinlikle fotoğrafını çekip odamın bir köşesine asma ve canım sıkıldıkça dönüp dönüp bakma isteği uyandırıyordu. Kaşları üzgün bir ifadeyle bükülürken sessizce dudaklarını birbirine bastırmış bir şekilde inkâr edemeyen bir çekingenlikle bana bakıyordu.

"Kayra, gidelim." diyerek iyice sinirlenmeye başlayan çocuğun elinden tutarak odanın çıkışına yönelen Emily'nin arkasından bakma zahmetine bile girmeden "Zerter!" diye bağırdım. "Öldüğümde katillerimin mezarıma gelmesini istemiyorum! Bu haftanın isteği bu!"

Sözlerimi duyan Emily'nin odadan çıkmadan hemen önce olduğu yerde birkaç saniyeliğine buz kestiğini, adım seslerinin bıçak gibi kesilişinden anlasam da, hemen ardından hızlı adımlarla odadan koşarcasına ayrılmış ve muhtemelen dolan gözlerini herkesten saklamaya çalışmıştı.

Ah, ne üzücü(!)

İyileşmek için birilerini öldürmek onu oldukça yaralamış olmalı..

"Eski kurnaz kızın yerini agresif bir hayvan almış gibi görünüyor." diye söylenerek kapının önünde tüm bu sahneye şahit olan Zerter içeriye girmiş ve yukarıdan yukarıdan bana bakmıştı onaylamazca. Ben ise ona karşılık olarak "Eserinizle gurur duyuyor olmalısın." diye konuşmuş ve yüzümden eksik etmediğim alaylı gülümsememle yüzüne bakmayı sürdürmüştüm. Zerter'ın yüzüne ölmesini söylediğimden bu yana bir hafta geçmişti ve o zamandan bu yana herkese bu şekilde davranıyordum. Maskem çoktan düştüğüne göre, ölürken hiçbir pişmanlığımın olmaması adına içimden geçeni tartmadan ağzımdan döküveriyordum ki, sadece bu bile beni tam anlamıyla rahatlatmaya yetip üstüne kat bile çıkıyordu.

O sırada doktor pansumanı bitirmiş ve ayağa kalkarak diğer doktorlarla birlikte odanın çıkışına yönelirken ben de tam ayağa kalkmaya yeltenmiştim ki, Zerter'in elini uzatarak bana yardım etmeye çalışması beni duraksatmıştı.

"Elinizi tutmam için, önce elinizdeki kanları temizlemelisiniz bayım."

Lafımı söyledikten sonra ise kendi kendime yerden kalkarak ağır adımlarla kapıya yönelmiş ve koridordan sola dönerek asansörün bulunduğu noktaya doğru ağır ağır yürümeye başlamıştım. Aklımdan milyonlarca sahne geçiyor ve zihnimi karman çorman ediyordu, ki bu sahnelerin %90'ı da gerçekten yanımda olan insanlardan oluşuyordu. Aras ve diğerleriyle olan son konuşmamın üzerinden neredeyse iki hafta geçmek üzereydi ve günden güne içimde büyüyen huzursuzluk ve pişmanlık hissi, diğer hisleri saha dışına iterek başka hiçbit şey hissetmememe neden oluyordu. Onlara daha düzgün bir veda etmek isterdim, hepsine teker teker teşekür etmek de kötü bir fikir gibi gelmiyordu. Ölmeden önce bana sevginin sıcaklığını öğrettikleri için, önemsenmenin verdiği o tatlı gururu tatmama ve birlikte oyunlar oynarken gülümsemelerini görmeme izin verdikleri için dönüp dönüp teşekkür etmek istiyordum. Hepsine teker teker sarılmak ve yüzlerinde öpülecek yer kalmayana kadar onları sevgiye boğmak istiyordum. Hepsiyle birlikte son bir kez aynı masada oturup yemek yemek için hayatımın kalan son saatlerini bile vermeye hazırdım, ancak bunların hepsi, benim için boş umut ve gereksiz hayallerden ibaret olmuştu.

Son kez, son kez, son kez...

Bunları yapmayı son bir kez istediğimi söylesem de, acaba oradan ayrılmadan önce onların elini son kez tuttuğumu fark etmiş miydim? Birlikte son kez yemek yiyebileceğimiz hiç aklımdan geçmiş miydi? Onlara son kez dokunabileceğimi hiç düşünmüş müydüm?.. Ah, bu soruların cevaplarını bilmesem de, bildiğim yegâne şey bütün bunların böylesine acı vereceğini hiç aklımdan geçirmemiş olmamdı. Yara alsam, kabuk bağlar ve iyileşirdi; dayak yesem ertesi güne acıdan eser kalmazdı. Her türlü fiziksel acı zamanla geçmeye meyilliyken, böylesine duygular günden güne daha da fazla insanı parçalamaya devam ediyordu.

O sırada kendimi odamı  kapısının hemen önünde bulmamla birlikte irkilirken ne zaman kendimi  düşüncelere bu kadar derinden kaptırdığımı fark etmemem beni bir süreliğine duraksatmıştı. Sıkıntıyla derin bir nefes vererek odama girdiğimde ise, her zamanki gibi gözüme çarpan şey duvardaki resimdi. Bunu görmezden gelerek kendimi yorgunca sırt üstü yatağa atarken, gözlerime önce bomboş tavan, ardından da üzerimdeki kıyafetler takılmıştı. Havalar ısınmaya başladığı için dolabımda bulduğum ince kıyafetlerden giymeye özen göstersem de, hepsi aynı tipte olduğu için sürekli aynı şeyi giyiyormuş gibi hissediyordum. Siyah, üzerinde 04 yazan bir tişört altına aynı renkte dizlerime kadar gelen bir şort giymiştim. Ayaklarımdaki beyaz parmak arası terlikleri, ayaklarımı özensizce sallayarak odanın farklı köşekerine fırlatırken gözlerim yeniden bomboş tavanıma dönmüştü.

Ah... Sıkıldım.

Diğerlerini görmek istiyorum.

O sırada yavaşça koridordan gelen sesler artmaya ve dışarıda telaşlı bir koşuşturmanın varlığı dikkatimi çekmeye başlarken, kısa bir süre sonra odamın kapısı sertçe açılmış ve sinirden kaskatı olan bir yüzle bana bakan Zerter "Ne yaptın sen?!" diye bana gürlemişti.

○●○

Rüya Askeri 2  [Final]Where stories live. Discover now