28

1K 200 38
                                    

"Biraz daha iyi misin?" diye soran kızın tuhaf turuncu gözlerine  oturduğum zeminden bir süre dümdüz bir ifadeyle baksam da, ardından başımı sallayarak onu onaylamış ve rahat bir nefes vermesine neden olmuştum. En azından biraz önceki tuhaf ilaç bağımlısı halimden daha iyi olduğumu düşünüyordum.

"Sen neden buradasın?" diye ağzımdan dökülen kelimeler, yavaş yavaş toparlanmaya başlayan bilincimin altını üstüne getiren yegane sorulardan sadece biriydi.

"Sana yardım ediyorum işte."

"Hayır." dedim yeniden konuşarak turuncu gözlü kızın gözlerini yeniden kendi üzerime çekerken. "Neden bu hapishane gibi yerdesin? Neden bu zombi gibi yaratıklar, görüntülerinin aksine size bu kadar dostcanlısı? Neden bizim gibi sizin de enerjinizi çıkarmıyorlar?"

"Ah, çok meraklısın.."

"Bunlar bir ölünün sözleri." diye konuştum umursamazca. "Sadece neden ve nasıl öldürüldüğümüzü öğrenmek üzerine sürdürdüğüm bir merak.. Bu yüzden bu ölünün sözlerini hafife almamalısın."

Ah, söylemek istediğim şey kesinlikle bu değildi. Daha tedbirli ve onun ağzından laf almaya yönelik cümleler kurmalıydım, ama lanet çenemi kapatamıyordum! Bir alkolik misali aklıma gelenleri ağzımdan sızdırmaya devam ediyordum.

"Ovv, çok korktum seni küçük canavar." diyerek gülmüş ve dizlerinin üzerine çökerek bana biraz daha yaklaşarak yüzüme daha yakından bakmaya başlamıştı. "Ama bu merakını sevdim."

"Öyleyse.."

"Kendine geldiysen ayağa kalk. Yukarıdakiler seni fark etmeden geri dönmelisin." diyerek sözümü kesen kız ayağa kalkarak elini bana uzatmıştı. Ben de elini tutup ayağa kalkarken yüzüne bakarak "Sorularımı cevapla." diye konuşmuştum.

"Bu odadan çıkıp koridorun karşısındaki asansöre gidene kadar vaktin var. O zamana kadar sorduğun tüm soruları cevaplayacağım." demesiyle birlikte elimi tutarak beni kapıya doğru yönlendirmişti.

"Senin bizden farkın ne?"

İlk soru için oldukça ucu açık, ve kolay bir soru gibiydi.

"Sizin aksinize ben meyvesini toplamak için dikilen bir ağaç değilim. Ben sadece deneyin daha da geliştirilmesi için kullanılan bir oyuncağım o kadar."

"Yani bize verilen tüm ilaçları ve daha fazlasını sizin üzerinizde denediler. Bu yüzden mi bu tuhaf insanlar size saldırmıyor."

"Bize verilen ilaçlar, onlara verilen ilaçlardan çok da farklı değildi ancak biz bu kaosun içindeki binde bir tutan ihtimaliz. Kısaca o yaratık dediğin insanlar, bizi de kendileri gibi görüyor." diye cevaplayan turuncu gözlü kıza başımı çevirmeden kapıdan çıkmıştım. O ise kapıyı tekrar kapatarak yandaki tuşlara birkaç kez basmış ve kapının yeniden kilitlenmesini sağlamıştı. Ardından gözlerimi koridora birkaç saniyeliğine çevirdiğimde, onun hücresinin kapısını ardına kadar açık olduğunu ve içindeki tüm zombilerin yerde oturarak öylece zemine baktığını fark etmiştim.

Kız ise yeniden bana dönüp koridorda ilerlemeye başlarken ben de ona bakarak sıradaki sorumu dile getirmiştim.

"Senin yeteneğin ne?"

"Bilmek isteyeceğini sanmıyorum."

"Neden?"

"Senin gibi küçük bir çocuk için fazla vahşi bir yetenek."

"Öyleyse, adın ne?" dememle birlikte koridorun ortasında birden durup bana çevirmişti bakışlarını. "Ne?" dedim gülerek. "Adın da mı bilmem için fazla vahşi?"

Kısaca güldü.

"Hayır." diyerek yeniden bakışlarını koridorun sonundaki asansöre çevirmişti. "Sadece bir an adımı hatırlayamadım."

"Ne?"

"Kendimi bildim bileli buradayım. Buraya ilk geldiğimde üç veya dört yaşlarımdaydım sanırım." diye mırıldandıktan sonra bakışlarını koridorun sonundan ayırmadan gülümsemişti. "Annemin kim olduğunu veya nasıl göründüğünü hatırlamıyorum, ancak nazik sesiyle bana seslendiğini ve kocaman olan yumuşacık elleriyle ellerimi nasıl tuttuğunu hatırlıyorum. Tam ismimi bilmiyorum, ancak o kadın bana hep Tia diye seslenirdi."

"Burada olmak bizim suçumuz değildi." diye konuştum durgun bir sesle, onun hüzünlü gözlerine daha fazla dayanamadığım için. "Hasta olmak da, bu hastalığa çare aramak da bizim suçumuz değildi. Eminim annen bir yerlerde seni umutsuzca beklemeye devam ediyordur. Buradan kurtulduğumuzda o nazik sesin peşinden gideceğini ve bir şekilde onu bulacağını biliyorum." diye uzun nasihatimin ardından bir süre sessiz kalmış ve ardından hafifçe gülerek "Ölümü çoktan kabullenen birisi için fazla ümitvârî konuşmuyor musun?" diye cevaplamıştı beni.

"Ben yaşatmak için ölüyorum, yaşamaktan bıktığım için değil. Ayrıca ölüm hiçbir zaman benim için bir seçenek olmadı." diyerek cevapladıktan sonra bir süre duraksayarak düşünmüş ve aklıma gelen yeni bir soruyla birlikte kelimelerin ağzımdan dökülmelerine izin vermiştim. "Bu arada, sen tüm bunları nasıl biliyorsun?"

"Keskin kulaklarım vardır." diyerek işaret parmağıyla kulağını işaret etmiş ve gülerek konuşmaya devam etmişti. "O çok vahşi yeteneğimden kaynaklı bir şey."

"Her neyse.." diye onun kendi halimde eğlenmesini umursamadan yürümeye devam etmiştim. "Umarım o çok vahşi yeteneğin seni mutlu olacağın bir yere götürebilir." derken zaten asansörün önüne gelmiştik. Ben düğmeye basarken Tia da elini bana uzatmış ve yüzüme dik dik bakmaya başlamıştı.

"Ne var?" diye sordum anlamadan.

"Buraya gelirken kullandığın kimlik vartını ver."

"Neden?"

"Yukarıya çıkarken tekrar ihtiyacın olmayacak." dediğinde umursamadan kartı çıkararak Tia'ya vermiş ve açılan asansörden içeri girmiştim. Tia ise içerideki kimlik okutucuya kartı yaklaştırmış ve onay sesini hemen ardından asansörden çıkarak bana gülümseyerek bakmıştı.

"Ölüm, senin gibi bir çocuğun kabullenmesi için fazla vahşi." dedi gülerek, kapanmak üzere olan asansör kapılarının ardından. Ve kapılar kapanmadan önce söylediği son şey de, "Seni bekleyen bu kadar insan varken, ölmen büyük kabalık olurdu.." olmuştu..

Rüya Askeri 2  [Final]Where stories live. Discover now