8 | 1c39bb

4.2K 473 374
                                    


🏜

"Çok güzel... Bu da şahane! Bu zaten muhteşem... Şunlar çok sarsıcı olmuş... Bu ikisine özellikle bayıldım... Mükemmel! Bak bir günde bile ne harikalar yarattınız, gördün mü Bahar?!"

Bana soru sormaya geçtiğine göre, Hüma dakika başına düşmesi gerekenden çok daha fazla yersiz övgüyü bir araya getirdiği konuşmasını tamamlamış olmalıydı. Sorusu belki soru bile değildi ama 40-inch, bilmem kaç piksel parlak ekranının karşısında yaşadığı şey gerçek bir mest duygusuydu.

"Neden oradan bakmaya inat ettiğini anlamadım..." dedim, elimdeki sarı zarfı sağa sola sallarken. Ses tonumdaki küçümsemeyi sezdiğini zannetmiyordum ama başını ekrandan kaldırmış ve elimdeki zarfı fark etmişti. "Tab edilmiş halleri dururken neden gözlerini yoruyorsun?"

Hüma'nın bir an için esefle dolan gözbebekleri çok geçmeden neşeyle parladı. "Tab edilmiş hallerini de mi göndermiş?" dedi şaşkınlıkla. "Neden baştan söylemiyorsun?!!"

Şaşırmakta haksız değildi. Onun sinirlerini ve belki de gözlerini bozmaya teşebbüs eden bu küçük hainliği yaptığım için de ben haksız değildim. Dört gün önce çektiğimiz fotoğrafların üzerinde, yapması gerektiğini belirttiği ama ne olduğunu belirtmediği birtakım işleri nihayet tamamlayan Toprak, kendisine verdiğim doksan altı saatlik mühletin takriben doksan beşinci saatinde fotoğrafları Hüma ve bana birer e-posta aracılığıyla göndermişti. E-posta telefonuma arabadayken düşmüştü. Yol boyunca aklımın bir kısmı telefonda kalsa da ofise gidene kadar sabretmeyi başarmıştım.

Gel gör ki plazaya girer girmez aynı telefonla beni esir alan Hüma, acilen ofisine gelmemi buyurmuştu. Ve odasına girdiğimden bu yana geçen yaklaşık yirmi dakika boyunca, her birine belki yirmi kez baktığı fotoğraflar üstüne, Türkçede var olduğunu bile unuttuğum övgü ve beğenilere bezeli bir güzelleme yağmuruna tutulmuştum.

Tek bir soluk vermeden konuşmuş ve beni sabahın köründe hayattan bezdirmişti.

"Sana mı göndermiş?" dedi, zarfı elimden hızla kaparken. Bu, zarfın köşesindeki 'Bahar Akay' yazısını okumadan saniyeler önceydi. "Hayret bir şeysin Bahar! Gözümü kuruttun burada, söylesene!!"

Fırsat mı bırakmıştı? Hoş, benim de fırsat kolladığım söylenemezdi, Hüma'yı kemik çerçeve gözlüklerinin arkasında piksel piksel kıvranırken izlemek en azından başta epey eğlenceli olmuştu. Heyecanla masasının üstündeki mektup açıcıyla davranırken aklına son anda gelivermişçesine, haylazca bana döndü. "Açıyorum ama herhalde sana özel bir zarf değildir bu!?"

"Neden bana özel olsun canım?" diye terslendim.

Büyük bir dikkatle zarfı açarken gözleri bana dikilmişti ve anbean neden yanına gelmediğime dair bir merakla doluyorlardı.

"Gelsene!"

"Yarım saattir yeterince bakmadık mı fotoğraflara?" dedim, bezginlikle. "Daha nesine bakacağız?"

Hüma kinayemi büyük bir keyifle kulak arkası etti. "Ama bu başka! Bunda dokusunu hissedeceğiz! Sayfalar arasındaki halini bile hayal edebiliriz!"

Zarftan kalınca bir deste çıktı. Bize göndermiş olduğu on sekiz fotoğraftan daha fazlasını mı tab etmişti bilmiyordum, Hüma değerli bir hazine gibi pençelerini geçirip bana dokusunu hissetme fırsatı vermediği için anlayamamıştım henüz.

"Hadi bir sandalye çek de gel otur yanıma."

Masasının yanındaki, üstünde genellikle bir kitap yığını tuttuğu tabureyi aldım ve kitapları kenara alarak tabureye yerleştim. Tepesinde zebani gibi dikilmediğim için şükredeceği yerde, yarı kınar yarı eğlenir gibi beni izliyordu. Ardından, insanı deli eden bir ağırlıkla fotoğrafları incelemeye başladı. Az evvel ekran başında tamamladığı dijital tur boyunca söylediklerinden pek farklı bir söz sarf etmeden, sadece birazcık hız kazanan el hareketleriyle parlak kalın kağıtların arasında gezindi. Serinin son fotoğrafı olan ve İstiklal Caddesi'ni boydan boya alan geniş plan siyah beyaz kareye geldiğimizde, bu işkencenin de sonuna geldiğimizi düşünüp seviniyordum ki, desteden görmediğimiz bir fotoğraf çıktı.

Cemre Düştü | TAMAMLANDIOnde histórias criam vida. Descubra agora