36 | #40e0d0

1.3K 191 66
                                    



🏜

Sabaha karşı saat üç buçukta, sonbaharın ilk ateşini usul usul harlayan şöminenin ısıttığı çatı katında, turkuaz rengi ojeli parmaklar, aylar evvel kalbini delmeye kalkan kurşunun izinin tam üstünde geziyordu.

Elimi usulca avucunun içine aldı. Gözleri kapalıydı. Parmaklarımı parmaklarının arasına dolayıp dudağına götürdü. Dudakları kupkuru, nefesi ise sıcaktı. Dili parmaklarımın ucuna kafide bir gül yaprağı gibi dokunmuştu.

"Hadi uyan..." dedim.

Dudaklarımdan dökülen komutu dinlemedi. Böyle bir lüksünün olduğunu düşünmekle hata ediyordu. Ellerim, üzerine serili örtünün altına kaydı ve karın kaslarının aşağısına doğru ilerledi. Herhangi bir şey düşünecek melekeleri yitirmesi sandığından daha yakındı.

"Mmhhhh..."

Sandığından çok daha yakın.

"Gitme," diye mırıldandı.

Kalkma vaktiydi.

Örtüyü tuttuğum gibi üzerinden sıyırıp yataktan kalktım. Şöminenin ısıtmaktan aciz olduğu çatı katının soğuğuyla buluşan bedeni ürperdi, tüyleri diken diken oldu. Mahmurluğun izin verdiği ölçüde silkindi ve yerinde doğrulmaya çalıştı. Gözlerini aralayabildiği iki ince çizginin arasından beni bulmaya uğraşıyor ama yapamıyordu. Sabahın köründe kalkıştığım oyundan hoşlanıp hoşlanmadığına karar vermesi zordu.

İmkânsızdı.

"Cemre buraya gel."

Oraya gitmedim. Öğrenemediği şeyi öğrenememekte kararlıydı. Öğrenemediği şey kuralları benim koyduğumdu. Haftalar önce buraya ilk geldiğim gün söylediğim şey geçerliydi hâlâ. Bu filmi ben yazıyordum, o oynuyordu. Belli sahnelerde çok iyi performans gösteren, sağlam bir oyuncuydu.

"Sevişmek istediğimde gelirim," dedim.

Esprim canını sıkmıştı. Canını sıkan esprim değil, onun bir espri olmayışıydı. Tam olarak olmayışı. Ne yaptığımı merak ederek yerinden kalktı ve peşimden geldi. Dışarı çıkmıştım. Çok dar, ufak, sıcak ve hararetli bir değil, milyonlarca noktadan oluşan o aralıktan geçerek aşağı iniyordum. Beni takip ediyordu Üzerimdeki örtüyü sürüye sürüye neyin peşinden gittiğimi, sabahın bu saatinde, bu soğukta, bu halde alt katta ne yapacağımı anlamamıştı. Merakı tatlı ve oyunbaz bir merak değildi. Sonunun iyi olmadığını bildiği tatsız bir oyunun gidişatını öğrenmeyi geciktirmek istemiyordu, o kadar.

"Ne yapıyorsun Cemre?" dedi, çıplak omuzlarıma değen teni gibi ürperten bir sesle.

"Yağmur'un olması gereken ama olmayan fotoğraflarına bakıyorum," dedim, Yağmur'un olması gereken ama olmayan fotoğraflarına bakarak.

İfadesi ser verip sır vermeyen bir hâl aldı.

"Ne ara bastırdın bunları?"

Parmakları, tırnaklarımı üzerinde gezdirdiğim fotoğraflara gitti. Makinesinden aldığım kartı bir fotoğrafçıya götürmek ve fotoğrafları bastırmak basit bir işti, basit olmayan onun itaate bu denli karşı oluşuydu.

"Beni hayal kırıklığına uğratarak bir yere varamayacaksın Toprak..." dedim.

"Belki manzara fotoğrafları çekerek bir yere varmak istiyorumdur," dedi. Sesi dümdüzdü. Konuşurken adım adım yanıma yaklaşmış, rest çeker gibi aralık dudaklarıma bakmıştı. Elimdeki fotoğrafları aldı ve amaçsız nesnelermiş gibi masanın üzerine fırlattı ki değerlendirmesi doğruydu. "Sana bir zamanlar söylemiştim... Portre çekmeyi sevmem."

Cemre Düştü | TAMAMLANDIDonde viven las historias. Descúbrelo ahora