39 | #964b00

1.2K 177 47
                                    


🏜️

Uyandığımda saat dörde geliyordu ve ev buz gibi olmuştu.

Üzerime örttüğüm örtünün ikincisini dolaptan indirip hırkamı giydim. Isıtma sisteminin devreye giremeyeceği kadar ani bir geçiş olmuştu bu. Bitmek bilmez pastırma yazı sanki bir gecede doğrudan kışa bağlanmıştı. Sabahın dördünde aklımda pastırma yazı ile uyanmak istemiyordum ama akla söz geçmiyordu. Her gün sabahın dördünde uyanmak için bir sebep vardı bu sabah da nihayet toplanıp giden pastırma yazı uyandırmıştı.

Pencerenin başına gittim, perdeyi araladım. Lacivert araç otoparkın sağ köşesinde, her zaman durduğu yerde değildi. Zaman zaman beklediği ön sıranın sonunda da görünmüyordu. Belki de lacivert araç ve içindekiler, bu evin önünde her gece nöbet tutmaya gerek olmadığını anlamıştı. Lacivert araç ve içindekilerin bunu anlaması için başka bir şartın yerine gelmiş olması şarttı ama bunu bir gecede tası tarağı toplayıp giden pastırma yazı kadar olağan karşılayacağıma emin olamıyordum.

Buna gerek olduğuna da emin olamıyordum.

Pencerenin sol kanadına doğru yürüyüp camı araladım. Sabahın dördünde gözleriniz sizi yanıltabilirdi. Benimkiler beni yanılmaya ekseriyetle yer arardı. Tüm bunlara rağmen yanılmıyordum çünkü oradaydı. Arabasını otoparkın tam ortasına çekmiş ve bunun yolun ortası olmasına aldırmamıştı. Aylar önce bu kapının önüne ilk kez geldiğinde, motosikletini otoparkın ortasına bırakırken yaptığı gibi, yaptıklarının sonuçları konusunda kayıtsızdı. Motoru çalışmıyordu. Işıkları kapalıydı. Araba oradaydı ve sanki bir o kadar yoktu. Tıpkı hayatımı dört bir yandan kuşatırken aslında orada bile olmamasına benziyordu.

Mutfağa gittim, makinenin içinde dünden kalan kahveyi boşalttım. Kendimi sabahın dördünde kahve yaparken bulmak, bu eylemi daha doğru tanımlayan bir cümle olurdu. Bu da kendimi her gece, her sabah durmaksızın uyanırken ve pencerenin başına giderken bulmama benziyordu. Belki de gerçekten bu her ne ise buna gerek vardı ve bunun her ne olduğunu düşünmek için sabahın dördü yanlış bir zamandı.

Aşağı inerken üzerime o karanlıkta nasıl bulup çıkardığıma hayret ettiğim kışlık montumu giydim. Daha dün pastırma yazıydı. Hayır değildi. Dünün ne olduğunu bilmiyordum çünkü ne olduğuyla ilgilenmeyi bırakmıştım. Bir süredir mecburiyetleri yerine getirmek haricinde dünyayla alakam yoktu. Sadece mecburiyetleri yerine getirdiğinizde, mevsimlerin anlamı kalmazdı. Pastırma yazının da.

Camı tıklatmak üzere ön kapıya yaklaştığımda, gözlerinin kapalı olduğunu fark ettim. Gözleri kapalıydı. Koltuğunu arkaya yatırmış, yatmak ile oturmak arasında bir pozisyonda duruyordu. Aramızdaki her şey gibi bedeni de araftaydı. Ceketini üzerine sermiş, başı omzuna doğru hafifçe kaykılmıştı. Kıpırdadığını söylemek zordu, bu karanlıkta göğsünün inip kalktığını gözümle görebileceğimi sanmıyordum. Başını hiçbir şey yokmuş gibi kaldırıp bana baktığını ise gözümle görmüştüm. Sessiz ve ilahi bir çağrıya kulak verir gibi sakince gözlerini açıp bana bakmıştı.

Doğruldu, koltuğunu doğrulttu, camı indirdi, kapının kilidini açtı.

Tüm bunlar olurken ağzının ortasında iki santim aralıkla duran benim aksime kendine gelmiş görünüyordu.

"Günaydın Cemre."

Gün aymaktan son derece uzak olduğu gibi uzun bir süredir zaten aymıyordu.

Herhangi bir harekette bulunmadığım, hatta muhtemelen ağzımı dahi kapamadığım için kilidini açtığı kapının kendisini açtı. Dışarı çıktı. Tişörtleydi, manyak mıydı? Elimdeki termoslardan birine uzanıp "Kahve için sağ ol," dedi. Termosu dudağına götürürken göğsünden bir öksürük koptu çünkü havanın sıcaklığı muhtemelen 10 derece, belki de daha azdı.

Cemre Düştü | TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now